Sevdiğimiz insana bir şey olacağı korkusu, sevginin en kırılgan yüzlerinden biridir. Bazen gece yarısı bir sessizlik olur, telefon ekranına bakarsın; cevap gelmemiştir. Kalbin, mantığından birkaç adım öne geçer ve içinden bir fısıltı yükselir: “Ya bir şey olduysa?” Bu, sevgimizin derinliğini değil, kaybın ağırlığını taşır. Çünkü ne kadar çok seversek, o kadar çok kaybetmekten korkarız. Ancak bazen fark etmeden, sevgiyi değil, korkuyu yaşarız.
Sevginin Gölgesinde Büyüyen Kaygı
Bu korkunun kökleri çoğu zaman çocukluğumuza uzanır. Belki bir sabah evde kimseyi bulamadık, belki bir hastane odasında bekledik ya da bir vedayı çok erken duymak zorunda kaldık. O anda bilinçaltımız bir not alır: “Sevgi, kaybetme riski taşır.” Ve yetişkin olduğumuzda, o kayıt çalmaya devam eder. Birinin geç kalışı, bir mesajın görülmemesi ya da bir yolculuğun haberiyle birlikte, o eski nota yeniden açılır ve kaygının melodisi başlar. Kaygı, görünürde bir koruma refleksidir ama zamanla kontrol arzusuna dönüşür: “Sakın geç kalma.” “Bana hemen haber ver.” “Benim için endişelenmez misin?” Bu cümleler kalbimizin alarm sesidir; zihnimiz, sevgiyle sarmaladığı kişiyi kaybetmemek için etrafına görünmez duvarlar örer.
Sevgi mi, Korku mu?
Gerçek sevgi, karşısındakine nefes alanı tanır; korkuysa o nefesi kısmak ister. Birini kaybetme korkusuyla sevmek, bazen onu gerçekten görmeyi engeller. Çünkü korku, sevdiğimiz kişiyi bir “varlık” değil, bir “risk” olarak algılar. Oysa sevgi, kaybetme ihtimalini değil, birlikte olmanın anını yaşamayı öğretir. Birinin varlığına şükrettikçe korkunun sesi kısılır; çünkü korkunun dili “ya olursa”, sevgininki ise “şimdi buradasın”dır.
Psikolojik Gerçeklik: Bağlanmanın Gölgesinde
Bu duygunun temelinde bağlanma sistemi yatar. Özellikle kaygılı bağlanma stiline sahip bireyler, sevgiyle birlikte kaygıyı da getirirler. Zihin, “Güvende miyim?” sorusuna sürekli yanıt arar ve bu nedenle, sevgi dolu bir ilişkide bile huzursuzluk hissedebilirler. Fakat her korku gibi, bu da anlaşılmak ister. Korkuya “sus” demek yerine, “neden buradasın?” diye sormak gerekir. Bazen cevap çok basittir: “Çünkü geçmişte yalnız kaldım.” O anda korku anlam kazanmaya başlar; zihin, geçmişteki acının bugünkü sevgiyle karıştığını fark eder ve sevgi yeniden nefes alır.
Kendinle Barışmak: Korkunun Gizli Yüzü
Bazen bu korku, sevdiğimizin başına bir şey gelmesinden çok, bizim onun yokluğuna dayanamayacağımıza dair bir inanç taşır. Yani korkumuz karşımızdakinden değil, kendi kırılgan yanımızdandır. Zihin, kaybı bir dış tehdit gibi algılar ama aslında içerideki “eksilme” duygusundan korkar. “Onsuz yapamam.” derken, aslında “kendi yalnızlığımı taşıyamam.” demek isteriz. Oysa sevgi, karşındakini tamamlamak değil, birlikte bütünlüğü paylaşmak içindir. Kendinle kurduğun bağ güçlendikçe, sevdiğini kaybetme korkusu da çözülür; içsel güven arttıkça sevgi artık bir tutunma değil, paylaşma hali olur.
Korkunun Dönüştüğü Yer
Sevdiklerimize bir şey olacağı korkusu, aslında yaşamın kırılganlığını hatırlatan bir yankıdır. O yankıyı bastırmak değil, anlamak gerekir. Korkunun altında sevgi, sevginin altında bağlılık, bağlılığın altında ise değer verme vardır. Belki de yapılacak en insani şey, korkunun elini tutmaktır: “Evet, seni hissediyorum ama seni yönetmene izin vermeyeceğim.” Çünkü korku, sevginin gölgesidir ve gölge, ışık olduğu sürece vardır. Yeter ki o korku sevgiyi boğmasın; çünkü sevgi ancak korkunun sessizliğinde gerçekten nefes alır. Bu korku, insana “sahip olmayı” değil, “değer vermeyi” öğretir. Korkunun elini tut, ama yönünü o belirlemesin; çünkü sevgi, korkunun yankısı değil, onun sessizliğinde duyulan en derin melodidir.
Mini Farkındalık: Kalbin Ritmini Dinle
Birini düşündüğünde korku mu hissediyorsun, huzur mu?
Cevabın, sevgiyle kaygı arasındaki farkı anlatır. Bir an dur, gözlerini kapat ve o kişiyi zihninde canlandır. Kalbinin ritmine kulak ver — hızlanıyor mu, yoksa yumuşuyor mu? Eğer içinde bir gerginlik beliriyorsa bu, sevginin değil, kaygının sesi olabilir. Ama bir huzur dalgası yayılıyorsa, bu gerçek sevginin titreşimidir. Korku “ya kaybedersem?” diye fısıldar, sevgi ise “şu anda buradayım.” der. Bugün sevdiklerini düşünürken onlara tutunmak yerine, varlıklarına şükretmeyi dene. Bir mesaj beklemek yerine bir dua, bir endişe yerine bir tebessüm bırak kalbinde. Çünkü sevgi, birini sahiplenmek değil, onun varlığına şahit olmaktır. Ve gerçek şahitlik, korkunun değil, farkındalığın içinden doğar.


