Psikoloji kelimesi “psyche (ruh)” ve “logos (bilim)” köklerinden türemiştir. Kelime anlamı olarak ruh bilimi anlamına gelen psikoloji, bir bilim dalı olmasının yanı sıra gündelik hayatlarımızın da yadsınamaz bir parçasıdır. Hepimiz gün içinde farkında olmadan insan analizlerimizle, tutuştuğumuz kavgalar sırasında ve sonrasında, en ufak bir gözlemleme sonucunda bile psikolojik çıkarımlar yaparak bilim olan psikolojiyi gündelik hayata indirgiyoruz.
Yani psikolojiyle bilimsel olan tarafta henüz tanışmasak bile yaşantısal yanıyla onu hepimiz tanıyoruz. Tabii, biraz daha yakından tanımaktan zarar gelmez.
Psikolojiyi Gündelik Hayatta Görmek
Psikoloji insan odaklı olduğundan yaşantısal tarafının hayatlarımıza dahil olması kaçınılmazdır. Psikolojiyi gündelik hayata indirgeyebilmenin yolu, gözlemleme, çıkarım yapma ve keşfetmekten geçer. Hayatımızdaki olay ve kişilere dair yaptığımız bu gözlemler ve bu gözlemlerden elde ettiğimiz çıkarımlar bize kendimizi ve diğer insanları keşfetme fırsatı verir.
Bu keşifler, bizimle insanlar arasında duran çizgi ve sınırlarımızı oluşturmamıza yardım eder. Gün içinde gördüğümüz her şeyi inceler ve analizler yaparız. Yaptığımız analizler hakkında sahip olduğumuz fikirler, yanlışlar ve doğrularla ilgili algımızı; olayları algılama biçimimizse kendimizi ve diğer insanları içeren sınırları oluşturur.
Oluşan tüm bu çizgiler, bizim durduğumuz yeri ve hayatımızdaki diğer insanların durması gereken yerleri belirler. Çizdiğimiz bu sınırları kategorize etmek mümkün olsa da tabii ki kesin bir ayrım yapmak mümkün değildir: kırmızı ve geçilmez sınırlar, gri ve değişken sınırlar…
Kırmızı ve Gri Sınırların Psikolojik Temeli
Peki neye göre kırmızı ve gri bu çizgiler?
Hepimizin insan ilişkilerinin temelinde aile ilişkilerimiz yatar. Doğduğumuzdan bu yana gördüğümüz ilk kadın-erkek modeli, ilk aşk ilişkisi, ilk dostluk ilişkisi, ilk ebeveynlik, ilk öğretmenlik, şefkatin ilk kırıntıları ve öfkenin ilk izleri gibi daha nice “ilk”leri aile diye adlandırdığımız yerde tadarız.
Kırmızı ve geçilmez olan çizgiler, doğduğumuzdan beri çoğunlukla bilinçsiz gözlemlerle belleğimize kaydettiğimiz bu anılardan gelir. Bu yüzden pek eleştiriye açık değildir, değiştirmek zor ve bazen acılıdır çünkü kalıplaşmış haldedir ve artık karakterlerimizin birer parçası haline gelmiştir.
Mesela güven ve saygı sınırları; herkes için farklı bir noktada olsa da ortak tek bir noktaları vardır, o da bu sınırların geçilmez ve esnetilemez olmasıdır.
Gri ve değişken çizgiler ise ailemizden dışarı attığımız her adımda gelişen farkındalıkla kendi edindiğimiz sınırlardır. Bilinçli oluştuğundan ve yeni edinildiğinden eleştiriye açıktır ve esnetilebilir. Kişilere ve durumlara göre şekil alır.
Rahatsız olduğumuz bir konuda insanlarla yaşadığımız fikir ayrılıkları buna örnek olarak verilebilir. Kişiye ve duruma göre fikir ayrılıkları tolere edilebilirdir.
Kısacası olayları ve kişileri gözlemledikçe doğru ve yanlış çıkarımlar yapar; buna göre de karakterimizin iskeletini oluşturmaya başlarız. Bu çıkarımları ve gözlemleri yaparken psikolojiyi yaşantısal yanıyla ele almakla kalmaz, aynı zamanda ele alış şeklimize göre de sağlıklı ya da sağlıksız iletişimler kurarız. Tüm insan ilişkilerimiz de bu iletişimin sağlıklı veya sağlıksız olmasına bağlıdır.
Sonuç
Sonuç olarak, hayata dair yaptığımız her gözlem gün sonunda bize geri döner. Biriken gözlemler ve üstüne düşünüp geliştirdiğimiz fikirler, sınırlarımızı; sınırlar ise olduğumuz kişiyi oluşturur. Olduğumuz kişi de sahip olduğumuz tüm insan ilişkilerini yöneten kişidir.
Hep sağlıklı bir iletişim kuramayabiliriz ya da doğru çıkarımları yapamayabiliriz tabii ki; ama karakter gelişimi dediğimiz şey de bu yanlış olan çıkarımları fark edebilmekle başlar. Önemli olan yanlışları yapmamak değil, bunları fark edebilecek bir olgunluğa sahip olabilmektir.
Yaşamak dediğimiz şey de tam olarak bundan ibarettir zaten: Karakterini oluştur, hata yap ve geliştir.