Herkesin hayatta başarılı olmak istediği bir hedefi vardır. Kimimiz akademik alanda, kimimiz iş hayatında ilerlemeyi arzular, kimimizse yalnızca huzurlu bir yaşamın peşindedir. Hedeflerimize giden bu yolculukta hiçbirimiz başarısız olmak istemeyiz. Çoğu insan için başarısızlık korkusu, daha iyiye gitmek için motive edici bir güç olsa da bazıları için bu korku öylesine yoğundur ki, hedeflerine ulaşmadaki en büyük engel haline gelir.
Kaçınmanın Psikolojisi
Kişi, başarısızlık ihtimalini düşündüğünde yoğun bir kaygı yaşar. Bu kaygıdan kurtulmanın en kolay yolu, hiç denememektir. Çünkü denemeyen, “başarısız” olamaz; yalnızca denememiş olur. Oysaki deneyip başarısız olunursa bu gerçek bir başarısızlıktır, başka bir deyişle yenilgidir. Böylece kişi bu durumdan kaçınır ve kısa süreli bir rahatlama yaşar.
Örneğin, sınavdan düşük alacağını düşünen öğrenci sınava hiç girmez; iş görüşmesinde reddedilmekten korkan kişi başvuruda bulunmaz. Bu rahatlama kısa vadede iyi gibi görünse de hayatın birçok alanında tekrarlandığında olumsuz bir örüntü yaratır. Çünkü her kaçınma, bireyin yaşam alanını biraz daha daraltır. İnsan, risk almaktan kaçındıkça öğrenme ve deneyim fırsatlarını da kaybeder. Zamanla kendi hayatını inşa edemez ve yalnızca seyircisi haline gelir.
Mükemmeliyetçiliğin İki Yüzü
Mükemmeliyetçilik, başarısızlık korkusunu pekiştiren bir diğer unsurdur. Mükemmeliyetçilik kulağa cazip gelebilir; çünkü insana yüksek standartlar ve güçlü motivasyon vaat eder. Oysa gerçekte bu sürdürülemez bir durumdur.
Bu inanç, mükemmel olanın ulaşılabilir olduğu ve mutlaka ulaşılması gerektiği varsayımına dayanır. Böylece kişi kendine gerçekdışı hedefler koyarak ağır beklentiler yaratır. Sonuçta sürekli daha fazlasını ister, hiçbir sonuçtan tatmin olmaz ve kendini acımasızca eleştirir.
Çocuklukta Başlayan Döngü
Başarısızlık korkusunun kökeninde ise çoğu zaman çocuklukta maruz kalınan aile tutumları vardır. Araştırmalar, anne babaların yüksek beklentileri ve eleştirel yaklaşımlarının çocukların başarısızlığa karşı aşırı hassasiyet geliştirmesine yol açtığını gösteriyor. Performansa bağlı ilgi gören çocuk, ebeveynin gözündeki değerini kendi başarısıyla ilişkilendirir.
Aldığı her düşük notu ya da eksik performansı yalnızca bir hata olarak değil; en yakınlarını hayal kırıklığına uğratacağı bir utanç kaynağı olarak görmeye başlar. Böylelikle öz-değer, sergilenen performansa bağlanır. İnsan yalnızca başarılı olduğunda değerli hissettiğinde, yaptığı her hata tüm benliğini yetersiz kılar. Daha iyisini yapamayacağını düşündüğü yerde ise hiç denememek, daha güvenli bir yol gibi görünür.
Başarısızlık Korkusu ve Erteleme
Son yıllarda yapılan bir araştırma (Yosopov ve ark., 2024), başarısızlık korkusunun yalnızca kaygı yaratmakla kalmadığını, aynı zamanda ertelemeyi de tetiklediğini ortaya koyuyor.
“Mükemmeliyetçi erteleyici” denilen bu kişilerin aklından geçen şudur: “Asla yeterince iyi olmayacak. Yine yetersizim.” Bu düşünce, onları bir yandan kusursuz olma isteğiyle yanıp tutuşan, öte yandan başarısızlığa uğramaktan çok korkan bir kısır döngüye hapseder.
Bunun sonucunda kişi adım atmak yerine o işi ertelemeyi seçer; erteledikçe başarısızlık ihtimali daha da artar. Kendi kendini yiyip bitiren bu döngü, hem ertelemeyi hem de başarısızlık korkusunu besler.
Hata Yapabilme Cesareti
Oysa gelişim, ancak deneme ve yanılmayla mümkündür. İnsan risk aldıkça, hata yaptıkça ve yeniden denedikçe kendi becerilerine olan inancını güçlendirir. Başarısızlık bir kimlik değil, öğrenme sürecinin bir parçasıdır. Fakat biz, hata yapmama baskısıyla çoğu zaman denemekten vazgeçeriz.
Oysa en büyük kayıp, başarısızlıklarımız değil; hiç denemeden elimizden kaçan fırsatlarımızdır.
Oğuz Atay’ın dediği gibi: “Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım.”
Belki de hayat, kusursuz resmi aramak değil; duvara baktığımızda cesaretimizin izini görebilmektir.