Çevremizde zaman zaman şöyle ebeveynlerle karşılaşırız: “Benim çocuğum çok uslu, hiç çıkmaz sözümden, hiç üzmez beni.” Tanıdık geldi mi size de bu cümleler? Belki çevremizdeki çocuklara söylenirken duyduk bu cümleleri, belki de bizler işittik kendi çocukluğumuzda. Bu cümleler hep övgüyle, mutlulukla ve bir o kadar da bu durumun doğru olduğuna inanılarak kullanılır.
Peki neden bunun böyle olması gerektiğine inandık? Çünkü bu durum, ebeveynler için günlük hayatı büyük ölçüde kolaylaştırır. Sessiz, söz dinleyen, kurallara itiraz etmeyen ve herhangi bir sorun çıkarmayan çocuklar genellikle “iyi çocuk” olarak etiketlenir. Bu şekilde etiketlenen çocuklar, ebeveynlerinin sınırlarını zorlamaz, sabrını test etmez ve çatışma yaratmadığı için daha “terbiyeli” ya da “örnek” olarak görülür.
Bu durum, ebeveynde her şeyin yolunda gittiğini, sürecin sakin ve kontrollü bir şekilde ilerlediğini düşündüren bir izlenim oluşturabilir. Ancak bazen bu sessizlik, çocuğun duygularını ve ihtiyaçlarını tam olarak ifade edemediği, yalnızca görülmeyi ve anlaşılmayı beklediği bir iç dünyayı da gizliyor olabilir. Oysa çocuk gelişimi açısından bakıldığında çocuk kendini ifade edebilmek ve keşfedebilmek için biraz da zorlayıcı olmak zorundadır. Çocuk yalnızca sakinliğiyle değil; sorunlarıyla, gerektiğinde yapmış olduğu haylazlıklarıyla, bazen de etmiş olduğu itirazlarla büyür ve bu şekilde kendini bulma yolculuğuna katkı sağlar.
Ama uslu çocuklar genellikle hak ettikleri sevgiyi, saygıyı, ilgiyi ve şefkati sadece akıllı bir çocuk olduklarında alabileceklerine inandırılarak büyütüldükleri için, sergilemiş oldukları uslu tavırlarıyla kazançlı gibi görünürler. Fakat bu çocuklar sessizliğiyle, uslu oluşuyla ebeveyninin onayını kazansa da zamanla içindeki gökkuşağını saklamaya başlar; kendi renklerini ve hayallerini bastırır, duygularını ve merakını gizler, çevresinin beklentilerine uyum sağlamak için kendi ışığını kısmak zorunda kalır. Bu durum da bizleri, çocuğun gelişimi açısından ne kadar sağlıklı olduğunu düşünmeye teşvik etmelidir aslında.
İtirazım Var İçimdeki Uslu Çocuğa
Uslu görünen çocuklar dışarıdan bakıldığında kimseye zorluk çıkarmıyor, kimseyi üzmüyor gibi dururlar. Ama aslında gerçek şu ki, bu çocuklar genellikle içinde barındırdığı duyguları, ebeveynlerinin takdirini kazanmak için bastırmak zorunda kalmışlardır.
Bastırılan bu duygular, bireyin ya sınırlarını kolayca çizemeyen, kendi ihtiyaçlarını geri planda tutan bir yetişkine dönüşmesine ya da zamanla içinde biriktirdiklerini, küçük bir sarsıntıyla patlamaya hazır bir volkan gibi açığa çıkaran bir bireye dönüşmesine neden olabilir. Genelde beklenmedik şekilde açığa çıkan bu duygular sonucunda çevresindeki insanlar, özellikle de aileleri büyük bir tepkiyle karşılarlar durumu.
Çünkü sessizliğiyle alkışlanmış çocuk, yetişkin bir birey olduğu zaman kendi sınırlarını çizmek ya da herhangi bir duruma “hayır” diyebilmek için sesini çıkardığı ilk anda var olan sağlıksız uyumu bozan ve alışılmış her şeyi tersine çeviren uyumsuz biri gibi görülür. Bu ilk çıkış ise, aile ve çevresindeki diğer kişiler tarafından ihanet olarak algılanır ve büyük bir krize dönüşür.
Oysa bu çıkış, yıllarca bastırılan duyguların doğal bir dışavurumudur. Yıllarca kendi gölgesini küçülterek, sessizce varlığını sürdüren çocuk, yetişkin bir birey olduğu zaman cesaretle kendi ışığını yakmak istediğinde, bu büyük adımına en sert tepkileri, o ışığın altında büyüdüğü aile ve çevreden alır genellikle.
Peki neden yetişkin birey, kendi ışığını yakmaya cesaret ettiğinde en büyük tepkiyi ailesinden ve yakın çevresinden alır? Çünkü aile ve çevre, yıllarca alıştıkları “uslu çocuk” imajının dışına çıkan bireyin yeni halini hemen kabul etmekte zorlanır. Değişim hem onlar için belirsizlik yaratır hem de alışkanlıklarını ve ilişkilerini sorgulamalarına neden olur.
Bu tepki, aslında bir reddedişten çok, bilinmeyene karşı duyulan korku ve alışılmış düzeni koruma çabasıdır. Oysa gerçek sevgi ve kabul, bireyin kendini özgürce ifade etmesine, kendi ışığını yansıtmasına izin verdiğinde mümkün olur. İşte o zaman, yıllarca gölgesini küçülten çocuk, tüm renkleriyle kendini var edebilir ve sevgiyle kucaklanabilir.
Sonuç
Peki bizler bu durumda ne yapabiliriz? Bizler çocuklarımızı gerektiğinden fazla uslu durmaya değil, içindekileri uygun bir şekilde açığa çıkarmaya çalışan bireyler olarak yetiştirmeliyiz. Sessizliği bir övünç kaynağı olarak değil, aksine içindeki sesi duyurabilmeyi bir güç olarak görmeliyiz.
Çocuklarımızın sadece söz dinlemelerini değil, aynı zamanda duygu ve düşüncelerini özgürce ifade etmelerini de takdir etmeliyiz. Onlar “hayır” dediğinde, bu tepkilerinin arkasındaki nedenleri anlamaya çalışmalı; cezalandırmak yerine, onları doğru yönlendirecek rehberlik sunmalıyız.
İtirazlarını, kişisel bir saldırı olarak görmek yerine, gelişen bireyselliklerinin ve kendini keşfetme süreçlerinin doğal bir parçası olarak kabul etmeliyiz. Duygularına isim vermelerine destek olmalı ve kendilerini ifade edebilecekleri güvenli alanlar oluşturmalıyız.
Böylece çocuklar, uslu olmaya zorlanmak yerine saygılı olmayı ve korkularından dolayı değil, bilinçli bir seçim olarak sınır koymayı öğrenirler. Bu yaklaşım, onların sağlıklı bireyler olarak büyümelerine zemin hazırlar ve kendilerini değerli hissetmelerini sağlar.
Unutmamalıyız ki önemli olan usluluğuyla ön plana çıkmış çocuklar yetiştirmek değil; duygularını ifade edebilen, kendi sınırlarını tanıyıp koruyabilen ve gerektiğinde “hayır” diyebilecek cesarete sahip bireyler yetiştirmektir. Çünkü gerçek güç, uyum sağlamakta değil, kendin olabilmektedir.