Bireysel kimlik gelişimi üzerinde etkili olan birçok unsur vardır: Maruz kaldığımız ebeveynlik tarzı, mizacımız, yetiştiğimiz çevresel koşullar, uğradığımız fiziki ve ruhsal travmalar, kardeş ve akran ilişkilerimiz… Bunlar, bu dünyada özgün bir kimliğimiz olmasına doğru götüren süreçlerden bazılarıdır. Kimlik, aslında basitçe kendimizi tanıttığımız isim-soy isim, meslek ve memleketimizin dışında, çok daha ötesinde bir şeydir. Yaşama karşı duruşumuz, hayatla iletişim kurma tarzımız, sorunlarla baş etme kabiliyetimiz bu kimliğin birer yansımasıdır. Tıpkı bir binanın sağlam temeller üstüne yükselmesi gibi, kimliğimizin de sağlam bir temel üzerinden şekillenmesi önem taşır.
TEMELLERİMİZİN NEREDE OLDUĞU VE NASIL GELİŞTİĞİ ÖNEMLİDİR
Şema terapi perspektifinden baktığımızda evrensel psikolojik ihtiyaçlarımız olduğu ve bu ihtiyaçlarımızın ne kadar ve ne şekilde karşılandığına bağlı olarak benliğimizin derinlere kök salabilecek, yaşamımızdaki birçok şeyi etkileyebilecek süreçler oluşur. Bunlar, şema olarak adlandırılan yapılardır. Burada üzerinde durmak gereken şey, daha çok duygusal ihtiyaçlarımızın karşılanma veya karşılanmama biçiminin üzerimizde yaratacağı etkilerdir. Şema terapi kuramında ihtiyaçlar dört kategori altında incelenir: sevgi/aidiyet, saygı, sınırlar ve adalet.
Söz konusu ihtiyaçlarımızın karşılanması ile ilgili problemler, işlevsiz şemaların gelişimine ve dünya ile bağımızın zarar görmesine yol açabilir. Böylesi işlevsiz durumlar, söz konusu ihtiyaçlar her zaman varlığını koruduğu için, o ihtiyaçlara ulaşmaya giden yollardır.
KAÇAK YAPILAR HERKES İÇİN BİR RİSK TEŞKİL EDER
Ülkemiz deprem bölgesidir; bunu bilmeyenimiz yoktur. Nice acılar yaşandı. Hep bir umutla acılarımızdan ders alacağımızı düşünüyoruz, ancak ne yazık ki pek de öyle olmuyor. “Deprem öldürmez, bina öldürür.” sözünü hep işitmişizdir. İşte benzer süreç, kişiliğimizin ve kimliğimizin temellerinin yanlış bir zeminde kurulması ve sonra da üzerine şekillenen kişilik süreçlerinin bu kötü zemin üstünde yükselmesinde de geçerlidir.
Küçük bir çocukken sevgi/aidiyet ihtiyacı veya saygı ihtiyacı karşılanmayan, bu konuda travmatize olan bir birey olarak yetiştiğimizde, içimizde hep o eksikle hareket eder ve yaşarız. Özlem duyduğumuz ama ne olduğunu bazen tanımlayamadığımız o eksiklik ve boşlukla hareket ederiz. Bununla birlikte çevresel faktörler bazen bizi yan yollara, “kaçak yapılara” (ihtiyaçların sağlıklı ve uygun olmayan yollarla temini) yönlendirir.
Bir erkek çocuğuna şöyle dendiğini düşünelim: “Kız çocuğu gibi pısırık olma, hakkını savun, kimse sana istediğini vermez, git mücadele et, başkasının önüne geç, kimseye acıma…” gibi, diğerlerinin ihtiyaç ve duygularının görmezden gelindiği, ihtiyaçlar konusunda da çocuğun yalnız bırakıldığı bir süreçte, bir süre sonra kişi istediği şeye ulaşmak için temelleri sağlam olmayan yapılar inşa edecektir. Bu süreçte hem kişinin kendisine hem de diğer insanlara zarar verme olasılığı artacaktır.
KISA YOLDAN YÜKSELME VE BİLİNME TELAŞI
Ülkemizde hızlı yükselme, halk deyimlerine yansıyan “kısa yoldan köşeyi dönme” gibi kavramlara sık rastlarız. Günümüzde sosyal medya ile tanınır bilinir olma, beğeniler alma, güzel ve diğerlerinden farklı bir imaj yaratma gibi birçok durum, yakından ve bilimsel bir gözle bakıldığında, yukarıda ifade ettiğimiz ihtiyaçlarımızın çok da sağlıklı olmayan ve sanal yollardan edinilmesine yol açıyor.
Bu durum, deyim yerindeyse karnınız açken sürekli fast food tüketmek gibidir; açlığınızı hızlıca yatıştıracak bir atıştırmalık tüketmeye benzer. Vücudunuz giderek onu daha çok arzular, kısa yoldan açlığınızı bastırır, ancak uzun vadede sağlığınızı olumsuz etkileyecek bir davranış kalıbı içinde sıkışıp kalırsınız. Duygusal ihtiyaçlarımızın karşılanması ile ilgili benzer yolları seçtiğimizde, aynı şekilde psikolojik sağlığımız ve toplumsal sağlığımız açısından risk oluşur.
Sevgi, saygı, sınırlar gibi ihtiyaçlarımız sağlam temeller üzerinden dengeli bir şekilde karşılanmadığında problemler yaşamamız kaçınılmazdır. Yazının başlığı “sahte diplomalardan sahte kimliklere” olduğundan burada özellikle yakın zamanda daha sık işitir olduğumuz ve ülke gündemine oturan, ancak gündemin hızlıca unutulmaya yüz tuttuğu bir süreçten bahsedelim.
Birey, sahte diploma üzerinden kendine bir kimlik, belki idealize ettiği bir kimliği, saygınlığı (mesleki bir statü kazanarak) ya da sevgi/aidiyeti (sosyal medyada çok fazla takipçi veya beğeni alarak) sanal yolla tatmin edebilir. Bunları kaybetmemek adına da var gücüyle çabalar.
AYNADA GÖRÜNMEYEN YÜZLER
Temel psikolojik ihtiyaçların, bireysel ve toplumsal açıdan sağlıklı olmayan yollarla tatmini; bireyin gerçek kimliğini gizleyip, sanal kimliğini ise mesleki veya ekonomik statü üzerinden sunmasına ve bunları mümkün olan en kısa yolla temin ve tatmin etmesine yol açar.
Bu süreç, benzer şekilde ihtiyaçları geri planda kalan ve karşılanmayan bireyler için de bir örnek teşkil etme riski taşır. Bu sanal kimliğe sıkı sıkı tutunan kişi, benliğinin derinlerinde yoksun kalmış yönün zaman zaman bilincine çıkan bir eksiklik düşüncesine, bir boşluk hissine kapılır. Ancak bu hissi bastırmak adına, tıpkı katlanamayacağına inandığı bir ağrısı ortaya çıktığında ağrı kesiciye başvuran birey gibi, sanal kimliğini ortaya çıkaran şeylere daha çok başvurur.
Derinlerde yatan eksiklik, yetersizlik, sevilememe, saygı duyulmayan bir birey olma gibi süreçleri gizler. Oraya bakmadığında onları görmeyeceği için, oraya bakmasına vesile olabilecek yollardan da tamamen uzak durur.
Yazıyı sevdiğim bir yazarın kitabından bir alıntı ile bitirmek istiyorum:
“Kusur, benim imzamdır. Bir ismim olduğum sürece bir kusurum da olacak ve olmalı.” (İhsan Oktay Anar)