Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Göçmenlerde Kimlik Karmaşası: İki Dünya Arasında Benlik Arayışı

Günümüzde artan göç hareketleri, sadece coğrafi bir yer değişimini değil, bireylerin kimliklerinde köklü dönüşümleri de beraberinde getirmektedir. Göçmen bireyler, yalnızca fiziksel olarak değil; duygusal, kültürel ve psikolojik düzeyde yoğun bir geçiş süreci yaşarlar. Bu süreç çoğu zaman bir belirsizlik, yabancılık ve içsel çatışma haliyle örülüdür. Yeni bir ülkede yaşam kurmak, yalnızca bir ev bulmak ya da yeni bir dil öğrenmek değil; aynı zamanda “Ben kimim?” sorusuna verilen yanıtı da yeniden düşünmek anlamına gelir.

Göçmenlik süreci içinde birçok kişi, geldikleri toplumun beklentileriyle kendi kültürel geçmişi arasında sıkışır. Kimi zaman göçmen bir genç, okulda “buraya ait olmalıymış” gibi davranmaya çalışırken, evde ailesinin değerlerini yaşatmakla yükümlü hisseder. Kimlik, bireyin hem kendini nasıl gördüğü hem de başkalarının onu nasıl gördüğüyle şekillenir. Erikson’un psikososyal gelişim kuramı, kimliğin özellikle ergenlikte belirginleşen, ancak yaşam boyu yeniden yapılandırılan bir yapı olduğunu savunur. Göçmenlik deneyimi, bu yapı taşlarını yerinden oynatabilir; bireyin benlik duygusunu, aidiyetini ve değer algısını sarsabilir.

Kimlik çatışması, erken yaşta göç edenlerle sonradan, özellikle yetişkinlikte göç eden bireyler arasında farklı dinamiklerle ortaya çıkar. Erken yaşta göç eden bireyler, genellikle iki kültürü aynı anda içselleştirirken; sonradan göç eden bireyler, zaten şekillenmiş bir kimlik yapısıyla yeni bir kültürel bağlamın içine girer. Bu bireyler çoğu zaman geldikleri kültüre daha güçlü bir aidiyet hisseder; dolayısıyla yeni toplumun değerleriyle uzlaşmak daha sancılı olabilir. Yetişkin bir göçmen için “öğretilmiş olanı” bırakmak ya da sorgulamak, benlikte köklü bir sarsıntıya neden olabilir. Birçok kişi, “Ben burada artık kimim?” sorusuna yanıt bulmakta zorlanır. Bu da yalnızlık, köksüzlük, nostalji ve yabancılaşma gibi duygularla iç içe geçen bir kimlik karmaşasını doğurur.

Kültürel uyum stratejileri, Berry’nin (1997) kültürel uyum modeli çerçevesinde dört farklı biçimde tanımlanır: asimilasyon, ayrışma, entegrasyon, marjinalleşme. Entegre olabilen bireyler hem kendi kültürlerini koruyabilir hem de yeni topluma aktif katılım sağlayabilirler. Ancak bu durum her zaman gerçekleşmez. Pek çok göçmen, örneğin iş bulurken ayrımcılıkla karşılaşır; aksanı, vs. dışlanır. Dil bariyerleri, yasal belirsizlikler ve sosyal izolasyon gibi etkenler, entegrasyonu zorlaştırır ve bireyin iki kültür arasında “hiçbir yere ait olamama” hissine sürüklenmesine neden olabilir. Bu durum Berry’nin “marjinalleşme” olarak tanımladığı, psikolojik uyumun en kırılgan olduğu alanı oluşturur.

Sosyal kimlik kuramı (Tajfel & Turner, 1986), bireyin kimliğini ait olduğu gruplar üzerinden inşa ettiğini ileri sürer. Ancak göçmen bireyler, etnik kökenleri, dilleri vs. nedeniyle ayrımcılığa uğradıklarında, bu sosyal kimlik tehdit altında hissedilir. Örneğin, doğduğu ülkeyi görmemiş ama ebeveynlerinin kökeninden ötürü “yabancı” olarak tanımlanan bir genç ya da 30 yaşından sonra Avrupa’ya gelen ve kendini bir anda görünmez hisseden bir yetişkin; her ikisi de bu tehditten etkilenir. Phinney ve arkadaşlarının (2001) yaptığı çalışmalar, bu tür sosyal kimlik tehditlerinin uzun vadede düşük özsaygı, kaygı bozuklukları, depresyon ve toplumsal yabancılaşmaya yol açabileceğini göstermektedir.

Kimi göçmen çocukların yaşadığı kimlik çatışmaları, evde konuşulan anadili dışarda utanarak gizlemeye kadar uzanabilir. Aynı şekilde, yetişkin göçmenler de kendi kültürel kimliğini ifade etmekten çekinebilir. Birçok yetişkin göçmen, anadilini konuşmaktan kaçınır ya da aksanını düzeltmeye çalışır; çünkü “farklı” olmamak, hayatta kalmanın bir stratejisine dönüşmüştür.

Tüm bu zorluklara karşın, psikoloji disiplini, göçmen bireylerin kimliklerini yeniden yapılandırmalarına destek olacak çeşitli yollar sunar. Kültürel açıdan duyarlı psikoterapi yaklaşımları, bireyin her iki kültüre dair değerlerini çatışma değil, zenginlik olarak görmesini sağlar. Danışan merkezli, kabul odaklı ve çokkültürlü müdahaleler, göçmenin içsel bütünlüğünü yeniden kurmasına yardımcı olabilir. Grup terapileri, benzer deneyimleri paylaşan bireylerin bir araya gelerek aidiyet geliştirmelerine alan açar. Ayrıca okullarda ve toplum merkezlerinde yürütülen psikoeğitim çalışmaları, hem bireysel iyilik halini hem de sosyal uyumu artırır.

Sonuç olarak, göçmenlerde kimlik karmaşası yalnızca bireysel bir psikolojik mesele değil; yapısal, kültürel ve sosyal boyutları olan çok katmanlı bir olgudur. Göç, bir yönüyle geride kalanı yas tutmak; bir yönüyle geleceğe belirsiz bir umutla yürümektir. Bu geçişte kimlik parçalanabilir, çatışabilir, ama aynı zamanda yeniden inşa edilebilir.

Efsu Melda Kayaalp
Efsu Melda Kayaalp
Ben Efsu Melda Kayaalp, 22 yaşında, İstanbul doğumluyum. Haliç Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden mezun oldum. Üniversite yıllarımda, psikoloji alanındaki akademik çalışmalarımı derinleştirmenin yanı sıra, Fransız Lape Hastanesi ve diğer çeşitli kurumlarda staj yaparak değerli deneyimler kazandım. Bu süreç, psikolojinin farklı alanlarında pratik bilgi edinmeme fırsat sundu. Ayrıca, Prof. Dr. Hakan Türkçapar'dan Bilişsel Davranışçı Terapi eğitimi aldım, böylece bu alandaki bilgi birikimimi güçlendirdim. Üniversite hayatım boyunca, okulun psikoloji dergisinde aktif olarak yazarlık yaptım ve pek çok psikoloji makalesi kaleme aldım. Psikolojiye olan ilgimi daha geniş kitlelere ulaştırmak amacıyla, bir arkadaşım ile birlikte “Mozaik” adlı bir dergi kurduk ve bu projeyi hâlâ devam ettiriyoruz. Üniversite eğitimimin ardından, psikolojideki akademik derinliğimi artırmak ve özellikle Almanca kaynaklara erişim sağlamak için Almanca özel eğitime başladım. Psikolojinin önemli bir kısmı Almanca dilinde yazılmış eserlerle şekillendiği için bu kaynaklara ulaşmanın kritik olduğuna inanıyorum. Bu doğrultuda, Almanya'nın Giessen Üniversitesi’nde Klinik Psikoloji programına kabul aldım. Ayrıca, Almanca dil becerilerimi ilerletmek amacıyla bir devlet kursuna da katıldım. Telc A2 seviyesinde Almanca sertifikamı aldıktan sonra, bu seviyeyi C1’e yükseltmek için eğitimlerime devam ediyorum. Şu anda Almanya’da yaşıyor ve hem klinik psikoloji alanındaki akademik yolculuğuma devam ediyor, hem de dil becerilerimi geliştirmeye yönelik çalışmalarımı sürdürüyorum. Psikolojiye olan tutkum, yalnızca teorik bilgilerle sınırlı kalmayıp her geçen gün daha da derinleşiyor. İleriye dönük hedefim, hem akademik hem de klinik alanda önemli katkılarda bulunarak, bu alandaki bilgi birikimimi daha geniş kitlelerle paylaşmaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar