Ne hissediyorsun?
Bu soru çoğu insanın gözlerini kaçırmasına ya da duraksamasına neden oluyor. Günümüzün hızlı ve yoğun akan yaşantılarında, bireyler zamanla kendi duygularını tanıyamaz hale geliyor. Mutlu muyum, öfkeli miyim, kırgın mıyım, huzursuz muyum…? Bu sorulara verilen cevaplar ya çok yüzeysel ya da tamamen belirsiz.
Oysa içsel pusulamız olan duygular, bize kim olduğumuzu ve neye ihtiyaç duyduğumuzu anlatan en güçlü sinyallerdir. Bu yazıda, çağımızın görünmeyen hatta pek konuşulmayan sessiz bir salgın gibi gün geçtikçe artan duygusal zekâ körlüğünü, bilimsel adıyla aleksitimiyi ele alacağız.
Duyguları tanımadığımızda neleri kaçırırız? Neden bu durum giderek yaygınlaşıyor? Ve en önemlisi: Bu körlüğün içinden nasıl çıkılır?
Aleksitimi Nedir?
Aleksitimi kavramı ilk kez Sifneos (1973) tarafından tanımlanmıştır. Bireyin kendi duygularını tanıma, ifade etme ve ayırt etme konusunda zorlanmasıdır. Kişi aslında yoğun duygular yaşar ama bu duyguların adını koyamaz. Örneğin; kaygı hisseder ama bunu açlık, sıkıntı ya da öfke gibi farklı duygularla karıştırabilir.
Çocukluk döneminde duygulara yeterince alan açılmaması, ihmal, bastırılan öfke ve aile içinde duygu diliyle konuşulmaması aleksitimiye zemin hazırlar. Bu şekilde büyüyen çocuklar, yetişkinlik dönemlerinde çoğunlukla ‘‘Ben mantıkla yaşayan biriyim’’ ya da ‘‘Duygusal davranmak bana göre değil’’ gibi cümlelerle bu körlüğü kendilerince normalleştirirler.
Oysa bu durum; empati eksikliğinden ilişki problemlerine, psikosomatik hastalıklardan depresyona kadar birçok psikolojik sorunu tetikleyebilir.
Modern Zamanın Görünmeyen Krizi
Sosyal medya, yapay ve yüzeysel yakınlıklar ve sürekli dikkat dağınıklığı; bireyin kendi iç sesiyle bağlantısını koparıyor. Artık pek çoğumuzun yaşadığı duygu, his değil; daha çok başkalarının hissettiğini gördüğümüz şeyin yankısı.
‘‘Nasıl hissediyorsun?’’ sorusunun yerini ‘‘Nasıl görünüyorsun?’’ sorusu aldı. İnsanlar kendi duygularını değil, paylaşılabilir duyguları önemser hale geldi. Hüzün estetikleştirilerek ‘‘story’’lere taşınıyor, öfke tweet’le, sevgi ise beğeniyle ifade ediliyor.
Oysa bu dışavurumlar genellikle sahici değil; sadece bir temsilden ibaret. Bu durum yalnızca bireyin kendilik algısını değil, ilişkilerini de derinden etkiliyor. Gerçek temas, yüz yüze iletişim ve empati kapasitesi yerini anlık tepkilere, ‘‘beğeni’’lerin geçici onayına bırakıyor.
Derinlikli bağlar kurmak zorlaşıyor; çünkü birçok kişi artık kendisini değil, sosyal medyadaki temsilini yaşatmaya çalışıyor.
Dijital çağda bireyin kendi bedeninden ve duygularından uzaklaşması kaçınılmaz hale geldi. Zihin hep meşgul, beden hep yorgun, kalp ise sessiz.
İşte bu sessizlik, duygusal körlüğün en tehlikeli sinyalidir. Bu sessizlikten çıkmanın yolu, kendimizle yeniden bağlantı kurmaktan geçiyor. Duygularımızı bastırmak yerine tanımak, paylaşmak ve ifade etmek; yüzeysel temsillerin ardındaki gerçek benliğe ulaşmanın ilk adımı olabilir. Gerçek iyileşme, ancak bu içsel temasa cesaret ettiğimizde mümkün olur.
Terapötik Süreçte Duygulara Ulaşmak
Duygusal körlük yaşayan bireyler için psikolojik destek süreci, öncelikle duygulara yeniden temas kurma pratiğidir. Bu süreç, bireyin iç dünyasına dair bir dil geliştirerek, yoğun ama belirsiz hisleri anlamlandırmasını amaçlar.
Terapötik ilişki, bireyin bastırdığı ya da anlamlandıramadığı duyguları ifade edebilmesi için güvenli bir zemin oluşturur.
Duygular, genellikle açık bir şekilde; bedensel duyumlar, davranış kalıpları ya da düşünce döngüleri üzerinden kendini gösterir. Bu nedenle, danışanın anlatımındaki duygu boşluklarını tanımak, duyguların doğrudan değil dolaylı yollarla fark edilmesini gerektirir.
Zamanla kişi, önce ne hissettiğini tanımaya, ardından da bu hissi uygun biçimde ifade etmeye başlar. Bu dönüşüm, bireyin kendini daha bütünlüklü algılamasını sağlar ve psikolojik iyilik halini doğrudan destekler.
Duyguları Tanımak, Kendine Ulaşmaktır
Duygular, yalnızca yaşantıların değil, kimliğimizin de taşıyıcılarıdır. Onlardan uzaklaşmak, zamanla kendimizden uzaklaşmaktır.
Duygusal körlük, bireyin yalnızca çevresiyle değil, içsel dünyasıyla da bağlarını zayıflatır.
Oysa duygularla kurulan bilinçli temas hem içsel dengeyi sağlar hem de ilişkilerde gerçek bir varlık ortaya koyar.
Bu yüzden duyguları tanımak; zihinsel sağlığın, kişisel bütünlüğün ve yaşamsal doyumun temelidir. Modern çağın sessizliğinde duygulara kulak vermek, insanın kendine attığı en derin ve insani adımdır.
Gerçek farkındalık ve iyileşme, bu bağlantıdan geçer.