Günlük yaşamda sıkça karşılaştığımız bir fenomen vardır: İnsanlar bilinçli olarak kaçınmak istedikleri ilişki biçimlerine ya da kişilik özelliklerine sahip bireylere yönelme eğilimindedir. Bu durum, özellikle aile içi dinamiklerle benzeşen romantik ilişkilerde kendini gösterir. Birey, çocuklukta olumsuz deneyimlemiş olduğu ebeveyn figüründen uzak durmaya çalışsa da, yaşamının ilerleyen dönemlerinde o figürle benzeşen partnerler seçebilir. Psikanaliz kuramı, bu tür yönelimlerin arkasında bilinçdışı süreçlerin işlediğini öne sürer.
Freud ve Tekrar Zorlantısı (Wiederholungszwang)
Sigmund Freud, travmatik yaşantıların tekrarını açıklamak için “tekrar zorlantısı” (Wiederholungszwang) kavramını geliştirmiştir. Bu kurama göre birey, çocuklukta çözümlenememiş çatışmaları yeniden sahnelemek amacıyla benzer ilişkileri bilinçsizce tekrar eder. Bu tekrar, geçmiş travmanın yeniden yaşanması değil, bilinçdışı bir düzeyde onu “düzeltme” çabasıdır. Bir başka deyişle, birey geçmişte baş edemediği ilişki modelini bu kez kontrol altına alma umuduyla yeniden kurar.
Örneğin, otoriter, sevgisini koşullu gösteren bir baba figürüne sahip birey, bilinçli düzeyde bu tarz bir partner istemediğini ifade etse de, bilinçdışı düzeyde bu figürle benzerlik gösteren partnerlere çekilir. Zihin, bu bilinçdışı tekrar sayesinde eski çatışmayı “çözümleme” çabasına girer.
Nesne İlişkileri Kuramı ve İçsel Temsiller
Melanie Klein ve Donald Winnicott gibi nesne ilişkileri kuramcıları, bireyin erken çocukluk döneminde içselleştirdiği “ilk nesne”lerin (özellikle anne ve baba) daha sonraki ilişkilerin temelini oluşturduğunu savunurlar. Bu içsel nesne temsilleri, sevgi, güven, terk edilme gibi temel duygusal deneyimlerle şekillenir ve bireyin partner seçimlerinde bilinçdışı olarak etkili olur.
Babanın duygusal mesafesi ya da eleştirici tutumu, çocuğun benlik algısında bir iz bırakır. Yetişkinlikte, birey bu yaralı nesne ilişkisini tanıdık bulur ve “tanıdık olanı” seçme eğilimi gösterir. Bu tanıdıklık, güven verici değilse bile, zihinsel olarak “anlamlı”dır.
Lacan ve Arzunun Yapısı
Jacques Lacan, arzunun her zaman bir “öteki” aracılığıyla şekillendiğini belirtir. Lacan’a göre özne, arzusunun kaynağını kendi içinde değil, ötekinin bakışında ve dilinde arar. Birey, ebeveyn figürlerinin ona biçtiği rollerle özdeşleşirken, kendi arzusunu da bu temsiller üzerinden kurar.
Bu bağlamda, bireyin “istemiyorum” dediği şeyin bile arzu nesnesine dönüşmesi mümkündür. Çünkü “istememek”, çoğu zaman bastırılmış bir arzunun izidir. Babanın reddedilen özellikleri, bastırıldıkça güç kazanır ve arzunun yapısına eklemlenir. Böylece kişi, bilinç düzeyinde reddettiği bir yapıya duygusal olarak çekilir hale gelir.
Psikanalitik Yorum ve Sonuç
Psikanaliz, bireyin istemediğini sandığı şeylere yönelmesini tesadüf değil, yapısal bir zorunluluk olarak görür. Bilinçdışı süreçler, bastırılmış arzular, tekrar zorlantısı ve içselleştirilmiş nesne temsilleri, bireyin partner seçiminde önemli rol oynar.
“Baba gibi bir eş istememek ama ona benzeyen birine yönelmek”, aslında bireyin geçmişle barışma, onu yeniden kurma ve belki de dönüştürme çabasının bir tezahürüdür.