Pazartesi, Ağustos 4, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Yük Olarak Algıla(ya)madıklarımız: Sorumluluklar ve Suçluluk

Modern yaşamın kaotik temposu, bireylerin gündelik yaşamlarında pek çok görev ve sorumluluklarının olması sonucunu doğurur. Çoğu en temelde hayatta kalma ihtiyacımız üzerine kurulu; para kazanmak ve karnımızı doyurmak için çalışmak, hayatta kalma olanaklarımızın iyileşebilmesi için okumak/öğrenmek, varsa çocuklarımızın hayatta kalma becerilerini desteklemek için onların derslerini, ödevlerini takip etmek gibi… Tüm bu ve benzer sorumluluklar için fiziksel bir çabanın yanında, psikolojik bir efor da sarf edilmesi gerekir. Ancak bazı sorumluluklar vardır ki psikolojik etmenleri fark edilmez; onlar görünmez ve içsel birer “yük” olarak taşınırlar. İşte bu yazı, çoğu zaman bizi zorladığını kabul edemediğimiz ancak ruhsal dünyamızda çeşitli etkiler yaratan iki önemli psikolojik kavramın birbiri ile ilişkisine odaklanmaktadır: sorumluluk ve suçluluk.

Sorumluluğun Görünmeyen Yüzü

Psikolojide sorumluluk kavramı sadece gerçekleştirilen veya gerçekleştirilmeyen eylemlerin sonucunu üstlenmek değildir; aynı zamanda bu sonuçlar ile gelen duyguların yükünü taşımaktır. Sorumluluk kavramı ile bir anlamda insanın kendi varoluşunun ve kararlarının hayata etkilerini kabul etmesi, bu etkilerin getirdiği yükleri taşıyabilmesi anlatılmaktadır. Varoluşçu Psikiyatrist Viktor Frankl’a göre insanın temel arayışı hayata anlam bulmaktır; bu arayış ise sorumlulukla iç içedir (Frankl, 2019). Sartre’ın da vurguladığı gibi, “insan özgür olmaya mahkûmdur” çünkü özgürlük, beraberinde özgür olmak adına yapılan eylemlerin sonuçlarını taşıma sorumluluğu getirir (Sartre, 2000).

Ancak burada önemli bir ayrım vardır: Her kişi, taşıdığı sorumluluğu açıkça tanımlayamayabilir. Diğer taraftan, sorumluluklar toplumsal kurallar ile de şekillenir. Bir annenin bebeğe bakma sorumluluğu tüm toplumlarda kabul edilse de, annenin bebeğe nasıl bakım vermesi gerektiği sorumluluğu toplumsal kurallar ile şekillenebilir. Toplumsal kurallar, sorumlulukların önemini, uygulanmama durumundaki toplumsal yaptırımlarını değiştirebilir. Bu sebeple “sorumluluk” olarak andığımız birçok kavramın çok değişken olabileceği, somut şekilde tanımlanmasının zor olabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.

Fark edilmeyen, anlamlandırması zor olan sorumluluklara birkaç örnek verelim. Mesela, ebeveynlerinin mutsuz olmasından kendini sorumlu gören bir çocuk düşünün. Sürekli ebeveyninin mutlu olması için fiziksel ve/veya psikolojik çaba içinde olsun. Veya, en yakın arkadaşının sorunlarını çözemediği için suçluluk duyan bir kişi düşünelim. Arkadaşının yaşadığı sıkıntıları hafifletemediği için kendisine kızan ve kendisini suçlu gören bir kişi… Ne oluyor da her çocuk aynı durumda kendini suçlu hissetmiyor, veya bu kişinin her arkadaşı kendisini bu sıkıntı konusunda sorumlu hissetmiyor?

Hepimizin çevresinde görebileceği bu kişiler, kendilerine ait olmayan rollerin sorumluluğunu içselleştirir. Bu tür sorumluluklar, dışsal değil içseldir; kimse kişilere bu sorumlulukları vermemiştir ancak kişiler sorumlulukları üstlenmiştir. Bu içselleştirme fark edilmez ve kişilik yapısı ile şekillenir.

Suçluluk: Sessiz Bir İç Ses

Suçluluk duygusunun gelişimine baktığımızda, kişinin içselleştirdiği ahlaki ve toplumsal kuralların ihlal edilmesine karşı geliştirdiği bir uyarı mekanizması olduğunu söyleyebiliriz. Ancak her suçluluk duygusu, somut bir kural ihlali sonucu ortaya çıkmaz. Hatta çoğu zaman suçluluk, olmadık yerlerde, olmadık zamanlarda baş gösterir.

Mesela, yaşlı ebeveynine bakım veren bir yetişkin-çocuk, arkadaşları ile akşam yemeği yerken ebeveynine yeterince vakit ayıramadığı için suçluluk hissedebilir. Oysa bu suçluluk, gerçek bir ihmalin değil, içselleştirilmiş “ideal çocuk” algısının ve bu algı ile gelen sorumlulukların karşılanamamasının sonucudur. Somut olarak ebeveynin ihmal edildiği bir durum yoktur, ancak kişi gerçekleştirdiği eylem sonucunda suçlu hissetmektedir.

Sorumluluk ve Suçluluk Arasındaki Belirsiz Sınır

Burada ele almak gereken konu ise, sorumluluk ve suçluluk kavramlarının hem birbirleri ile iç içe oluşu, hem de subjektif verilere dayanıyor olması. Bir kişiye göre sorumluluk olarak görülen bir tema, başka bir kişiye göre sorumluluk olarak algılanmayabilir ve dolayısıyla kişi bu sorumluluğunu yerine getir(e)meme durumunda suçlu hissetmeyebilir. Bir örnekle netleştirecek olursak, evde her gün yemek yapması gerektiğine dair sorumluluk bilinci olan bir anne, bir gün yorgun hissedip yemek yapmadığı için kendini suçlu hissedebilirken, bu inancı olmayan bir anne için olumsuz duygu oluşacak zemin olmayabilir.

Zamanla geliştirdiğimiz çeşitli inançlarımız, kurallarımız, öğretilerimiz bize neyi “sorumluluk” olarak görüp görmeyeceğimizi, çevremizde olan bitenlerden kendimizi sorumlu tutup tutmayacağımızı gösterir. Dışsal kaynakların etkilerini küçümseme veya görmezden gelme eğilimi olan kişilerde sorumluluk ve suçluluk kavramlarının içselleşmesinin daha kolay olduğu söylenebilir.

Bir çocuğun okul başarısızlığını yalnızca kendi ebeveynliğine bağlayan bir anne, eşinin öfkesinden kendini suçlayan bir kişi ya da bir grup projesindeki başarısızlığı tek başına üstlenen bir öğrenci… Bu kişiler, sonuca etki edebilecek dışsal faktörlerin nasıl kolayca göz ardı edilebileceği, sorumluluk ve suçluluk temalarının içselleştirilmesinin zamanla nasıl görünmez bir yük hâline gelebileceğinin örnekleri olabilirler.

Bu Yükü Neden Hissedemiyoruz?

Bunun cevabı, büyük ölçüde öğrenilmiş roller, toplumsal normlar ve kişilik özellikleri ile ilişkilidir. Özellikle “aşırı sorumluluk sahibi” bireyler sıklıkla mükemmeliyetçi ya da bakım verici özellikleri ağır basan kişiler taşıdıkları yükü “görev” olarak tanımlar ve onun psikolojik bedelini fark etmezler. “O” şekilde davranmaları gereklidir, “o” şekilde davranıyor olmaktan şikâyet etmemeleri gereklidir, bu davranışlarının yerine kendi ihtiyaçlarını önceliklendirmek bir seçenek olmamalıdır. Böylece psikolojik ihtiyaçların bastırılması veya görülmemesi gerekebilir, aksi halde suçluluk duyguları pekişebilir.

Ayrıca bazı kültürel faktörler de bu dinamiği besler. Örneğin, kolektivist toplumlarda aileye karşı duyulan sorumluluk, kişilerin kendi ihtiyaçlarını ve sınırlarını bir kenara koymasını gerektirebilir. Bir kişi, “Benim yerime kardeşim okusun” düşüncesiyle eğitim hakkından feragat ettiğinde, bu davranışı bir görev gibi içselleştirir ama taşıdığı yükün psikolojik getirileri fark edilmeyebilir.

Sonuç Yerine: Yükü Görmek, Hafifletmektir

Her yük fiziksel olarak hissedilmez. Bazı yükler düşüncelerimizdedir, kendimizi nasıl tanımladığımızdadır, yargılayan iç sesimizdedir. Sorumluluklar ve suçluluklar da böyledir. Onları yük olarak adlandırmadığımız sürece, taşıdığımızın farkına varmayız. Ancak bu farkındalık, psikolojik iyilik hâlinin ilk adımıdır.

Kimi zaman terapide, kimi zaman içsel sorgulamalarda, kimi zaman sadece bir durup nefes aldığımızda bu yükleri fark edebiliriz. Ve belki de o zaman, “yük olarak algıla(ya)madıklarımız”ı nihayet görünür kılar ve özgürleşmenin kapısını aralayabiliriz.

Bu yazı sayesinde farkında olmadan taşıdığı yükleri düşünen, zorlanan, suçluluk duyguları ile boğuşan herkese, en içten sevgilerimle…

Kaynakça

Frankl, V. E. (2019). İnsanın Anlam Arayışı (6. baskı, Çev. Selçuk Budak). Okuyanus Yayınları.

Sartre, J.-P. (2000). Varoluşçuluk (Çev. A. Bezirci). Say Yayınları.

Selin Damla Çakır
Selin Damla Çakır
Selin Damla Çakır, klinik psikolog olarak çalışmaktadır ve çocuk, ergen, genç yetişkin, aile ve çift terapisi alanında uzmanlaşmıştır. Psikoloji alanında lisans eğitimi, devamında çocuk ve ergen alanında bir yüksek lisansı, yetişkin alanında da bir klinik yüksek lisansı bulunmaktadır. Kapsayıcı bir bakış açısına sahip olmaya çalışan yazar, çocuk ve ergenlerin ebeveynlerine süreç yönetimi konusunda destek olmak için çeşitli seminerler düzenlemiş, psikolojiyi günlük yaşantıda kullanılabilir hale getirmek için çalışmalar yapmıştır. Temel hedefi “ulaşılabilir, uygulanabilir ve doğru psikolojik bilgi” sunmak olan yazar, bu alanda üretmeye devam etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar