Yas, yaşamın kaçınılmaz gerçeklerinden biridir. Ancak herkesin bu gerçekle kurduğu ilişki, verdiği tepkiler ve iyileşme süreci birbirinden farklıdır. Kaybın türü ne olursa olsun; bir insan, bir ilişki, bir hayal ya da bir dönem… Yas süreci kişiye özel, derin ve zaman zaman karmaşık bir yolculuktur.
Yas genellikle ölüm kayıplarıyla ilişkilendirilir, ancak sadece bununla sınırlı değildir. Boşanma, uzun yıllar emek verilen bir işin kaybı, taşınılan şehirde bırakılan bir ev, hatta sağlık sorunları nedeniyle kaybedilen bir beden işlevi bile yas sürecini tetikleyebilir. Bu nedenle yas, yaşamda değişime dair en insani tepkilerden biridir. Her kayıp, kişinin hayatındaki anlamı ve bağları yeniden tanımlamasına neden olur.
Evreler: Tek Bir Doğru Yol Yok
Yas süreci sıklıkla beş evreyle tanımlanır: inkâr, öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme. Ancak bu evreler herkes tarafından aynı sırayla, aynı sürede ya da aynı yoğunlukta yaşanmaz. Kimisi yoğun bir ağlama süreciyle başlar, kimisi aylarca duygularını ifade edemez. Bazı insanlar kaybı inkâr ederken dışarıdan güçlü görünür; bazılarıysa ilk andan itibaren acısıyla temastadır.
İnkâr evresinde kişi, yaşananı kabullenmekte zorlanır. Bir tür koruyucu kalkan gibidir bu: “Böyle bir şey olmamış gibi davranırsam, belki acıyı hissetmem.” Öfke evresinde ise kaybın yarattığı boşluk kızgınlıkla dolar. “Neden ben?” sorusu en sık sorulanlardan biridir. Pazarlık aşamasında, kişi sanki kaybı geri alabilecekmiş gibi düşüncelere kapılabilir. Bu evrede umut ve çaresizlik bir arada bulunur. Depresyon aşamasında derin üzüntü, boşluk ve kaybın gerçekliğiyle yüzleşme yaşanır. Kabullenme ise kaybı onaylamak değil, onunla yaşamayı öğrenmektir. Bu evreler düz bir çizgide ilerlemez; kişi bir gün kabullenmiş gibi hissederken ertesi gün yeniden öfkeye dönebilir.
Toplumsal Beklentiler ve İçsel Çatışmalar
Toplumun “güçlü olmalısın”, “hayat devam ediyor” gibi iyi niyetli ama sınır koyan ifadeleri, yas sürecindeki kişinin duygularını bastırmasına neden olabilir. Özellikle bazı bireyler, ilk dönemde “dik durduğu” için çevresi tarafından takdir edilir. Bu duruş zamanla “övünülesi bir başarıya” dönüşür. Ancak kişi, bir noktadan sonra duygularını ifade etmek isterse artık kendini baskı altında hissedebilir.
Sanki ağlarsa bu başarısını bozacakmış, insanlar onu “yenik düşmüş” gibi görecekmiş kaygısı oluşabilir. Oysa yas duygusunu yaşamak, bastırmaktan çok daha sağlıklı bir iyileşme adımıdır.
Suçluluk ve İyileşmenin İkilemi
Kayıp yaşandığında kişi, hayatının en geçmek bilmeyen acısını yaşadığını hisseder. Zaman ilerleyip yavaş yavaş toparlandığında bu toparlanmanın verdiği rahatlık bile suçluluk yaratabilir. “Nasıl bu kadar çabuk hayatıma devam edebildim?” sorusu içten içe kişiyi sorgulatır. Başta “güçlü durmalıyım” diyen kişi, bir süre sonra “Mutlu olmak beni kötü biri mi yapar?” gibi bir iç çatışma yaşayabilir.
Bu suçluluk duygusu aslında kaybedilen kişiye duyulan sevgiyle bağlantılıdır. Sanki yeniden gülmek ya da yeniden umutlanmak, kaybedileni unutmak anlamına geliyormuş gibi algılanır. Oysa hatırlamak ve sevmek, acının yanı sıra yaşamı sürdürmeyi de içerir. Yas sürecinde kişi bu ikilemi fark edip kendine şefkat geliştirdikçe, suçluluk yerini daha dengeli duygulara bırakabilir.
Rutinlerin ve Ritüellerin Gücü
İşte tam bu noktada, rutinlerin ve ritüellerin gücü yas sürecindeki iyileştirici etkisini gösterir. Günlük hayata devam etmek ya da belirli bir nesneyle ritüel oluşturmak kişiyi zaman zaman suçlu hissettirse de aslında zihinsel ve bedensel sistemin yeniden denge bulma çabasıdır. Bu bir kaçış değil; varoluşsal bir savunma biçimidir. Spor yapmak, işe dönmek, film izlemek… Bunlar acıyı küçümsemek değil, hayatta kalmak için içsel sistemin kendini yeniden düzenleme biçimidir.
Farklı kültürlerde de ritüeller yasın bir parçasıdır. Kimileri anı defterine yazı yazar, kimileri kaybedilen kişiyle özdeşleşen bir nesneyi saklar, kimileri dua eder ya da fotoğraflara bakar. Tüm bu pratikler, kaybın ağırlığını hafifletmek için beynin ve ruhun geliştirdiği doğal araçlardır.
Dalgalı Duygulara Alan Açmak
Kimi günler iyiyken kimi günlerde beklenmedik bir şekilde hüzün kaplayabilir insanı. Bu dalgalı yapı, yasın en doğal hâlidir. Sabit bir çizgi değil, inişli çıkışlı bir seyirdir yas. Ve bu iniş çıkışlarda kişinin kendine alan tanıması, suçluluğun yerine şefkatli bir iç ses geliştirmesi süreci daha sağlıklı kılar.
Unutmak Değil, Birlikte Yaşamak
Yas tutmanın doğrusu yoktur. Herkesin süreci farklıdır ve bu farklılıkların hepsi geçerlidir. Duygular bastırıldığında değil, yaşandığında anlam kazanır. Rutinlere dönüş, bir ritüele tutunma ya da bir anda gelen gözyaşı… Bunların hepsi yasın parçasıdır. Önemli olan, bu süreci bir “görev” gibi değil, bir geçiş gibi görmektir.
Kimi zaman acı geri döner, kimi zaman neşeye suçluluk eşlik eder. Ama zamanla, duygular yerini anlamaya bırakır. Kaybettiğimizle yaşadığımız şeylerin kıymeti yalnızca gözyaşıyla değil; hayatımıza nasıl entegre ettiğimizle de ilgilidir. Yas, kişinin değerlerini yeniden şekillendirmesine, yaşamında anlamı farklı bir gözle görmesine de vesile olabilir.
Ve en nihayetinde, iyileşmek unutmaktan değil, birlikte yaşamayı öğrenmekten geçer.