Kayıpla birlikte değişen benlik deneyimi üzerine psikodinamik bir yaklaşım
Yas süreci, çoğu zaman sadece bir sevdiğini kaybetmekle sınırlı düşünülür. Oysa bu deneyim, kişinin kendiyle kurduğu ilişkiyi, kendilik algısını ve hayattaki yerini de sarsar. Sevilen kişinin yokluğuyla birlikte, o kişiyle kurulan ilişkiden doğan bir kimlik hâli de eksilir. Bu nedenle yas, yalnızca bir dış nesnenin kaybı değil; aynı zamanda içsel dengeyi tehdit eden, benliğin parçalarına dokunan bir iç çözülme süreci olarak da ele alınabilir. “Artık ben kimim?” sorusu, bu kırılmayı en yalın biçimiyle dile getirir.
Bu soru, sadece zihinsel bir sorgulama değil; aynı zamanda içsel bir kimlik arayışıdır. Psikodinamik açıdan bu arayış, içselleştirilmiş nesnelerin kaybıyla birlikte benliğin yapısal unsurlarında ortaya çıkan boşlukları fark etme sürecini ifade eder. Birey, kaybın ardından yalnızca eksilen bir ilişkisel bağı değil; bu bağın taşıdığı anlamları ve kimliğine kattığı boyutları da yitirir.
Psikanalitik kuramlar, bireyin kimliğini erken ilişkisel deneyimlerle inşa ettiğini ve bu ilişkilerin içselleştirilerek benliğin yapısını oluşturduğunu vurgular. Nesne ilişkileri kuramı, bireyin iç dünyasında, dış dünyadaki önemli kişilere dair temsiller taşıdığını ve bu içsel nesnelerin benliğin sürekliliğini sağladığını ifade eder (Klein, 1946; Fairbairn, 1952). Dolayısıyla bir kayıp, sadece fiziksel bir yokluk değil; içselleştirilmiş bir nesnenin yitimidir. Bu durumda kişi, yalnızca sevdiğini değil, aynı zamanda o ilişkiyle bağlantılı olan bir kendilik parçasını da kaybeder. Bu içsel boşluk, bireyin yaşamda kendini yeniden konumlandırma ihtiyacını doğurur.
Winnicott’un (1953) geçiş alanı kavramı, bu içsel belirsizliği anlamlandırmak açısından açıklayıcıdır. Geçiş alanı, bireyin iç dünyası ile dış gerçeklik arasında kurduğu psikolojik bir köprüdür. Kayıp sonrası bu alan, bireyin geçmişte sahip olduğu benlik hâlinden sıyrılarak yeni bir kimlik yapısını inşa etmeye çalıştığı bir aralık olarak düşünülebilir. Bu belirsizlikte kişi, ne tamamen eski benliğiyle kalabilir ne de hemen yeni bir benlik geliştirebilir. Bu da yas sürecinin çoğu zaman neden “donuk” ya da “karmaşık” hissettirdiğini açıklar.
Bu geçiş evresinde birey, çeşitli savunmalar geliştirerek bu kırılganlıkla baş etmeye çalışır. Aşırı işlevsellik, yasla yüzleşmeyi ertelemek için kullanılan yaygın bir stratejidir; kişi “meşgul kalarak” duygularla teması azaltır. Bazıları içinse duygusal kopukluk, yasın şiddetinden korunmanın bir yoludur. Ruminatif düşünme biçimi, ilk bakışta anlam arayışı gibi görünse de, zamanla bireyi duygusal olarak tıkanmış ve yinelenen bir içsel döngüde tutabilir. Bu savunmalar, başlangıçta geçici bir denge sağlayabilir; ancak bireyin yasla temasını ertelediği sürece, içsel bütünlük tam anlamıyla sağlanamaz.
Bu noktada öz-şefkat devreye girer. Kristin Neff (2003), öz-şefkati; kendine nazik davranmak, acının insan olmanın ortak bir parçası olduğunu kabul etmek ve bu duygulara bilinçli farkındalıkla yaklaşmak olarak tanımlar. Öz-şefkat, bireyin yalnız olmadığını fark etmesini sağlar; acının yalnızca kendisine özgü değil, insan olmanın doğal bir parçası olduğunu hatırlatır. Bu farkındalık, yas sürecinde bireyin kendine karşı geliştirdiği yargılayıcı iç sesi yumuşatmasına, duygularına anlayışla yaklaşmasına ve içsel desteği dışarıdan beklemeden içeriden sunabilmesine olanak tanır. Öz-şefkat, bireyin kendi iç dünyasında sürdürülen ilişkisel temsillere yönelme biçimidir; kişi bu içsel ilişkilerde şefkatli bir özne rolü üstlenerek, ruhsal dengeyi yeniden inşa etme kapasitesini artırır. Neff ve Germer’in (2013) çalışmaları, öz-şefkatin travmatik deneyimlerden sonra psikolojik esnekliği artırdığını göstermiştir. Bu bağlamda, öz-şefkat yalnızca bir duygusal yatıştırma değil; aynı zamanda benliğin yeniden yapılanmasında etkin bir içsel kaynak haline gelir.
Yas, her ne kadar bireysel yaşansa da evrensel bir deneyimdir. Hayatın kaçınılmaz gerçeklerinden biri olan kayıplar, çoğu zaman kişiyi yaşamla ilişkisini sorgulamaya ve kendini yeniden tanımlamaya zorlar. Bu yeniden tanımlama, sadece geçmişle vedalaşmak değil; aynı zamanda geleceğe dair yeni bir benlik inşası anlamına gelir.
Yas süreci, çoğu zaman geçip giden bir acı değil, yaşamla yeniden kurulan ilişkinin bir biçimidir. Bu bir unutma ya da yok sayma süreci değil; acıyı dönüştürerek onunla birlikte var olmanın yollarını öğrenme sürecidir. Birey, kaybın izlerini silmek yerine, onlarla yaşamayı öğrenir. Öz-şefkat, bu öğrenme sürecinde bireyin duygularına eşlik etmesini, kendini yargılamadan tanımasını ve en önemlisi, yeni bir benliğe dönüşmesine alan tanımasını sağlar. Çünkü kayıptan sonra kim olduğumuz, yalnızca yaşadığımız acıya değil; bu acıyla kendimize nasıl yaklaştığımıza da bağlıdır.
Kaynakça
Fairbairn, W. R. D. (1952). Psychoanalytic studies of the personality. Routledge.
Klein, M. (1946). Notes on some schizoid mechanisms. The International Journal of Psychoanalysis, 27, 99–110.
Neff, K. D. (2003). Self-compassion: An alternative conceptualization of a healthy attitude toward oneself. Self and Identity, 2(2), 85–101. doi:10.1080/15298860309032
Neff, K. D., & Germer, C. K. (2013). A pilot study and randomized controlled trial of the mindful self-compassion program. Journal of Clinical Psychology, 69(1), 28–44. doi:10.1002/jclp.21923
Winnicott, D. W. (1953). Transitional objects and transitional phenomena. The International Journal of Psychoanalysis, 34, 89–97.