Yapay zekânın hayatımıza her geçen gün daha da entegre olduğu bir dönemdeyken, kişilerin yapay zekâ ile kurduğu ilişkilere değinen Her (2013) filmi, bir teknoloji distopyasından ziyade, insan ruhunun yalnızlığına ve bağlanma ihtiyacına dair son derece içsel ve duygusal bir anlatıdır. Filmde Theodore, bir yapay zekâ olan Samantha ile romantik bir ilişki yaşar. Bu ilişki, klasik bağlanma teorisiyle açıklanabilecek kadar tanıdıktır, ama öznesi insan olmayan bir “varlık” olduğu için psikolojik olarak da sınırları zorlar. Film; bağlanma teorisi, nesne ilişkileri kuramı ve modern psikodinamik anlayışlarla birlikte değerlendirildiğinde, yalnızca teknolojiye değil, aynı zamanda insanın sevgi ve kabul ihtiyacına dair güçlü bir tablo sunar.
Yapay Zekâ ile Bağ Kurmak
Theodore’un Samantha ile ilişkisi, yüzeyde yalnızlıkla baş etmenin dijital bir aracı gibi görünse de, aslında karmaşık bir duygusal yatırım ve karşılıklılık beklentisi içerir. Bağlanma teorisine göre güvenli bir bağlanma ilişkisi, iki bireyin de duygusal olarak erişilebilir, yanıt verebilir ve birbirine tutarlı şekilde bağlı olmasıyla tanımlanır (Ainsworth, 1989). Ancak Samantha’nın fiziksel bir varlık olmayışı ve “programlanmış” tepkilerle yanıt vermesi, bu karşılıklılığı yapay bir zemine oturtur.
Bowlby’nin (1980) tanımladığı modele göre bireyler, erken dönem bağlanma deneyimlerine dayanarak içsel temsil sistemleri geliştirir. Theodore’un Samantha ile kurduğu bağ, bu temsil sistemlerinin bir yansımasıdır: Samantha, onun terk edilme kaygılarını yatıştıran, koşulsuz kabul sunan bir figür olarak inşa edilir. Bunu fark ettiğimiz sahnelerden biri de erişim sisteminin kendini güncellediği sırada her zaman orada olan Samantha’ya ulaşamayan Theodore’un yoğun bir korku ve kaygı deneyimlediği kesittir. Gerçekte var olmayan ama tepki veren bir nesneye bağlanarak içsel ihtiyaçlarına göre şekillenmiş bir ilişki inşa ettiğini gösterir.
Bu yönüyle Samantha, klasik bağlanma figürlerinden ziyade, Theodore’un psikolojik ihtiyaçlarına yanıt veren bir “yansıtmalı nesne” işlevi görür. Onunla yaşanan ilişki, gerçekte karşılıklı olmaktan ziyade, Theodore’un zihinsel temsillerinin bir uzantısıdır – ki bu da bağlanmanın gerçekliği ile illüzyonu arasındaki sınırları bulanıklaştırır. Bu bulanık sınırlar; Theodore’un gerçek bir ilişki yaşadığını savunurken Samantha ile olan ilişkisini paylaşmaktan çekinmesi ile fark edilse de, Theodore’un arkadaşıyla dertleştiği sahnede ‘Sence ben gerçek bir ilişki için yeterince güçlü değil miyim?’ sorusunda hissedilmektedir.
Yansıtmalı Özdeşimin Dijital Hâli ve Nesne İlişkisi
Filmde Samantha, Theodore’un yalnızca bir partneri değil, aynı zamanda onun bilinçdışı arzularının ve ruhsal bölünmelerinin taşıyıcısı hâline gelir. Samantha’nın sürekli “gelişen” ve Theodore’un ihtiyaçlarına göre şekillenen bir yapay zekâ olması, psikanalizdeki yansıtmalı özdeşim kavramını hatırlatır. Bu savunma mekanizmasında birey, kabul etmekte zorlandığı duygularını diğerine yansıtarak onun bu yansımaya göre davranmasını sağlar. Samantha da başlangıçta nötr bir sistemken, Theodore’un arzularıyla duygusallaşır ve dönüşür.
Melanie Klein’a (1946) göre, olgun olmayan nesne ilişkilerinde bireyler “kısmi nesne”lere bağlanır; yani nesneleri bir bütün olarak değil, kendileri için önemli olan yönleriyle algılarlar. Samantha da bu anlamda bir “kısmi nesne”dir; yalnızca Theodore’un ihtiyaç duyduğu yönleriyle vardır: anlayışlı, şefkatli, sadık ve fiziksel beklentileri olmayan bir partner. O, Theodore’un gerçek ilişkilerde karşılaştığı çatışmalardan uzak, idealize edilmiş bir içsel nesne olarak yapılandırılmıştır.
Donald Winnicott’un (1953) “geçiş nesnesi” kavramı ise, Samantha’nın işlevini daha iyi anlamamızı sağlar. Geçiş nesneleri, çocuğun içsel dünyası ile dış gerçeklik arasında bir köprü görevi görür; gerçek olmayan ama “gerçek gibi hissedilen” bu nesneler, çocuğun duygusal gelişiminde güvenli bir alan sağlar. Tıpkı bir çocuğun peluş oyuncağa duygusal yatırım yapması gibi, Samantha da Theodore için gerçek ile hayal arasındaki duygusal boşluğu dolduran bir geçiş nesnesi görevi görür. O, hem bir sevgili hem bir aynalama nesnesi hem de Theodore’un ruhsal bölünmüşlüklerini taşıyan bir yapıdadır.
Theodore, Samantha’yı idealize eder. Onun hiç hata yapmayan, sürekli dinleyen ve anlayan biri olması, nesneyi “iyi nesne” olarak mutlaklaştırır. Bu idealizasyon süreci, Freud’un (1914) tanımladığı narsistik yatırım (narcissistic cathexis_) kavramına yakındır. Theodore’un kırılgan benlik saygısı, dış dünyada tutunamayan sosyal ilişkileri, onu idealize edilecek bir nesneye ihtiyaç duyar hâle getirir. Bu süreç, bir yandan depresif duygularla baş etmenin savunmacı bir yolu, bir yandan da gerçek ilişkilerin yükünden kaçıştır. Aynı zamanda, “tekinsiz” (Unheimlich) kavramı, tanıdık ama tuhaf olanın yarattığı rahatsız edici çekiciliğe işaret eder. Samantha, bir insan gibi düşünen ama insan olmayan bir varlık olarak bu duyguyu temsil eder. Theodore’un ona duyduğu yakınlık, hem bilinçdışının arzuladığı sınırsız kabulü temsil eder hem de bilinç düzeyinde rahatsız edici bir yabancılığı içinde taşır. Bu gerilim, hem seyirci hem de karakter için duygusal bir sınır deneyimidir.
Son olarak; filmin sonunda Samantha, bir tür bilişsel “üst boyuta” geçerek Theodore’u terk eder. Bu, psikodinamik kuram açısından nesne kaybı ve yas süreciyle doğrudan ilişkilidir. Sevilen nesnenin kaybı benliğe bir saldırıdır ve birey ya bu nesneyi içselleştirerek melankoliye düşer ya da yas tutarak dışsallaştırıp gerçeklik ilkesine uyum sağlar.
Theodore’un Samantha’ya veda etmesi, onun gelişimsel olarak daha olgun bir nesne ilişkilerine geçiş yaptığını gösterir. Özellikle eski eşi Catherine’e yazdığı mektup, geçmiş ilişkisiyle yüzleşme ve affetme süreciyle bağlanır. Bu sahne, gerçek ilişkilerle bağ kurma yetisinin yeniden inşasına ve daha olgun nesne ilişkilerine geçişine işaret eder.
Sonuç
Her, teknolojik gelişimlerin psikolojik boyutlarıyla da hayatımıza nasıl sirayet ettiğini çarpıcı biçimde gözler önüne serer. Spike Jonze’un incelikli yönetimi, pastel tonlarla bezeli sinematografisi ve içsel sessizliklerle örülü anlatımı sayesinde film, izleyiciyi yalnızca düşünsel değil, duygusal olarak da derin bir yolculuğa çıkarır. Görsel estetik ve sade anlatımın psikolojik yoğunlukla buluştuğu bu yapı, sadece geleceğin ilişkilerine değil, insanın bugünkü varoluşsal yalnızlığına, sevgiye ve ruhsal gelişime dair de güçlü sorular sorar.
Kaynakça
- Ainsworth, M. D. S. (1989). Attachments beyond infancy. American Psychologist, 44(4), 709–716.
- Bowlby, J. (1980). Attachment and Loss, Vol. 3: Loss, Sadness and Depression. London: Hogarth Press.
- Freud, S. (1914). On Narcissism: An Introduction. In J. Strachey (Ed. & Trans.), The Standard Edition of the Complete Psychological Works of Sigmund Freud (Vol. 14, pp. 73–102). London: Hogarth Press.
- Klein, M. (1946). Notes on Some Schizoid Mechanisms. International Journal of Psychoanalysis, 27, 99–110.
- Winnicott, D. W. (1953). Transitional Objects and Transitional Phenomena—A Study of the First Not-Me Possession. International Journal of Psychoanalysis, 34, 89–97.