Günümüz dünyasında “Hayatımın anlamı ne?” sorusu bazen bir sınav haftasında, bazen boş bir Word belgesine bakarken, bazen de durup dururken telefonumuz çöktüğünde aklımıza düşüyor. Hepimiz zaman zaman yönümüzü kaybediyoruz. İşte tam bu noktada Victor Frankl’ın İnsanın Anlam Arayışı adlı kitabı devreye giriyor. Frankl bize, hayatın anlamını bulmanın aslında öyle mistik bir hazine avı olmadığını; bazen çok küçük şeylerde saklı olduğunu anlatıyor. Ve bunu öyle sade ve içten bir dille söylüyor ki, kitabı okurken bir profesörden çok, dertleştiğiniz bilge bir arkadaşla konuşuyormuşsunuz hissi veriyor.
Frankl, bir psikiyatr olmasına rağmen kitabın ilk yarısında neredeyse hiçbir akademik terime yaslanmıyor. Çünkü anlatacağı şeyin, herhangi bir teoriden daha güçlü olduğunu düşünüyor: insanın hayatta kalmasını sağlayan asıl şey, anlam. Nazi toplama kamplarında yaşadıklarını anlatırken, bu fikrin nasıl adım adım şekillendiğini görüyoruz. Kamptaki insanların aynı fiziksel koşullarda bambaşka tepkiler vermesi onu şu soruya götürüyor: “Bazıları nasıl oluyor da dayanabiliyor?” Cevap, Frankl’a göre net: Bir nedeni olan dayanıyor.
Kitapta beni en çok etkileyen şey, anlamın büyük başarılarla ya da dünyayı değiştirmekle sınırlı olmaması. Frankl, anlamın üç farklı yolla bulunabileceğini söylüyor:
-
Bir şey yaratmak ya da üretmek,
-
Bir insanı sevmek,
-
Kaçınılmaz acılara bir duruş sergilemek.
Bunların hiçbirinde “süper yetenekli ol”, “her gün müthiş üretken ol” gibi iddialı talepler yok. Hatta Frankl’ın örneklerinde, bir insanın bir başkasına küçük bir jest yapması bile anlamlı bir eylem sayılıyor. Bu da bizi rahatlatıyor açıkçası, çünkü bazen günü kurtarmak bile başlı başına bir başarı olabiliyor.
Logoterapinin Yaşama Bakışı: En Karanlık Anda Bile Seçim Yapabilmek
Frankl’ın logoterapi yaklaşımı da burada devreye giriyor. Logoterapi, insanı “anlam arayan bir varlık” olarak ele alan bir terapi yöntemi. Ama bu terapi kulağa çok ciddi gelse de aslında oldukça pratik: Hayatın zor yanlarına rağmen, insanın yine de kendi tavrını seçebileceğini savunuyor. Yani kontrol edemediğimiz şeylerin arasında sıkışmış olsak bile, durum karşısında nasıl bir duruş sergileyeceğimiz tamamen bizim seçimimiz. Mesela kötü bir gün geçiriyoruz diye her şeyi kötü görmek zorunda değiliz; en azından kendimize küçük bir mola verip iyileşmek için bir adım atabiliriz.
Frankl’ın bu düşüncesi bugün özellikle genç yetişkinlere çok tanıdık geliyor. Çünkü çağımız, belirsizliğin neredeyse norm olduğu bir dönem. İş bulma kaygısı, yoğun rekabet, sosyal medyada sürekli “başarı” görselleri… Tüm bunlar, birçoğumuzun kendi hayatını yetersiz hissetmesine sebep olabiliyor. Frankl’ın anlattıkları ise tam bu noktada bize “Dur bir sakin ol, anlam bulmak yarışa girmek değildir” diyor. Hatta zaman zaman kitabı okurken, Frankl’ın bugünkü sosyal medya krizlerini görse muhtemelen “Bunlar çözülür, sen sadece kendine neyin iyi geldiğini bulmaya bak” diyeceğini düşünüyorum.
Kitabın ikinci kısmında logoterapi biraz daha somutlaşıyor. Ama yine akademik bir ağırlık yok; Frankl kendi yöntemlerini anlatırken bile, okuyucunun sıkılmaması için sade örnekler veriyor. Mesela insanın kendi hayatına dışarıdan bakabilmesini, yani “akşam kendi davranışlarımı bir film sahnesi gibi izlesem nasıl değerlendirirdim?” diye düşünmesini öneriyor. Bu şekilde hem sorumluluk alma kolaylaşıyor hem de insan kendi hayatını daha yaratıcı bir şekilde anlamlandırmaya başlıyor.
Umut: Hayatta Kalmanın Sade ama Güçlü Motoru
Frankl’ın yaklaşımının en güçlü yanlarından biri, umutu romantik bir kavram gibi değil, çok somut bir ihtiyaç olarak ele alması. Umut, onun gözünde hayatta kalma motivasyonudur. Ama bu umut “her şey harika olacak” umudu değil; daha çok “şu an kötü olabilir ama ben bu duruma karşı bir tavır seçebilirim” umudu. Yani kontrol edemediğimiz şeyler var diye pes etmek gerekmiyor.
Tüm bu anlatılanlar, Frankl’ın kitabını sadece akademik bir metinden çıkarıp, günlük hayatta uygulanabilir bir rehbere dönüştürüyor. Öyle ki kitabı okuduktan sonra bile, bazen en sıradan anlarda bile Frankl’ın sözleri kulağınıza geliyor. Bir arkadaşınız karamsarlığa düştüğünde “belki de şu an zor olan, ileride anlatacağımız bir güç hikâyesine dönüşüyordur” diye düşünüyorsunuz. Ya da okul, iş, hayat üçlüsünde boğulurken “Bu durumdan ne öğrenebilirim?” gibi sorular bir anda aklınıza düşüyor.
Sonuç olarak İnsanın Anlam Arayışı, sadece psikoloji öğrencilerine değil, hayatın içinde bir şekilde kaybolmuş herkese dokunabilecek bir kitap. Frankl, acının hayatın kaçınılmaz bir parçası olduğunu ama bunun bizi tanımlamak zorunda olmadığını hatırlatıyor. En önemlisi, anlamın bazen büyük hedeflerde değil, gün içinde fark ettiğimiz küçücük detaylarda gizli olduğunu söylüyor. Belki de Frankl’ın en güzel mesajı şu: Anlam arayışı aslında bir varış değil, bir yolculuk. Ve bu yolculuk boyunca attığımız her adım—ister dev bir adım olsun, ister minicik bir hamle—bizi kendimize biraz daha yaklaştırıyor.


