Pazartesi, Ağustos 4, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

“Tükenmişlik Çağında Yaşamak” – Modern Yaşamın Ruh Sağlığı Üzerindeki Etkileri

Tükenmişlik Çağında Yaşamak

Bir sabah, alarm çaldığında yataktan kalkmak dünyanın en zor işi gibi gelir. Uykusuz değilsinizdir belki ama yorgunsunuzdur. Fiziksel değil, başka bir tür yorgunluk. Günlerdir değil, haftalardır belki aylardır bir şeyleri “idare ediyorsunuzdur.” Bu yorgunluk haline bir isim verilecekse, adı tükenmişlik olabilir. Üstelik bu kelime artık sadece yoğun çalışan ofis insanlarının değil, öğrencilerin, ebeveynlerin, hatta işsizlerin bile ortak dili olmuş durumda.

Tükenmişlik, ilk olarak 1970’lerde psikolog Herbert Freudenberger tarafından tanımlandı. O dönemde özellikle yardım mesleklerinde çalışanların yaşadığı bir durum olarak ele alınıyordu. Ancak bugün tükenmişlik artık sadece mesleki bir problem değil, bir yaşam biçiminin sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Neredeyse hepimiz bir tür “duygusal iflas” hâlinden geçiyoruz.

Neden Bu Kadar Yaygınlaştı?

Modern yaşam, hiç bitmeyen bir yapılacaklar listesiyle yarış halinde. Dinlenmek bile verimlilikle ölçülüyor. Meditasyon, doğa yürüyüşü, nefes egzersizleri… Hepsi “enerjini geri kazan, daha iyi çalış” mottosuyla sunuluyor. Sanki yavaşlamak için bile bir neden göstermemiz gerekiyor. Bu durum psikolojik olarak şöyle bir sonuç yaratıyor: İyileşmek bile performans haline geliyor.

Cep telefonlarımız, iş e-postaları, sürekli aktif olma beklentisiyle örülmüş bir dünyada yaşıyoruz. Gün içinde kimseye “ulaşılamıyor olmak” neredeyse bir suç gibi algılanıyor. Oysa zihnin de, ruhun da kapsızca dolaşmaya ihtiyacı var. 

Tükenmişlik Sadece İşle İlgili Değil

Sanılanın aksine tükenmişlik sadece uzun saatler çalışmakla ilgili değildir. Bazen hiç çalışmadığınız hâlde de tükenmiş hissedersiniz. Özellikle sürekli “gerekli olma” hissiyle yaşamak; birilerine yetmeye çalışmak, evde görünmeyen emekleri taşımak, duygusal olarak hep başkalarını idare etmek kişiyi içten içe tüketebilir.

Tükenmişlik çoğu zaman üç belirtiyle kendini gösterir: duygusal yorgunluk, değersizlik hissi ve işe ya da gündelik sorumluluklara karşı mesafeli bir tutum. Fakat bunlar her zaman dramatik şekillerde gelmez. Bazen sadece sürekli iç çeken bir hâl, hiçbir şeyden keyif alamamak, küçük şeylere tahammül edememek olarak kendini belli eder.

Ve çoğu kişi bu hali “zayıflık” sanıp kendini daha çok zorlamaya başlar. Halbuki bu bir sinyaldir. Vücut ve zihin, artık taşıdığı yükün fazlalığını haber verir. “Durmam gerekiyor” demenin sessiz bir yoludur.

Neden Bu Kadar Zorlanıyoruz?

Psikoloji alanında yapılan birçok araştırma, özellikle mükemmeliyetçi yapıların tükenmişliğe daha yatkın olduğunu gösteriyor. Her şeyi “doğru” yapma çabası, asla yeterli hissettirmeyen bir döngü yaratır. Özellikle çocukluğunda sürekli onay alma ihtiyacıyla büyüyen bireyler, yetişkinlikte kendi sınırlarını tanımakta zorlanabiliyor. Hep “daha iyi yapmalıyım” düşüncesi, bir süre sonra insani sınırlara gözlerini kapatıyor.

Toplumsal roller de bu durumu pekiştiriyor. Örneğin kadınlar, hem işte başarılı olmaları hem evde tüm duygusal yükü taşımaları hem de kendilerine iyi bakmaları gerektiği mesajıyla büyüyor. Sürekli “yetişme hâli”, görünmeyen bir yorulma biçimi yaratıyor.

Peki Ne Yapabiliriz?

Bu noktada sihirli çözümler sunmak kolay olurdu ama gerçek şu ki, tükenmişlik her bireyde farklı nedenlerle ortaya çıkar ve herkes için geçerli tek bir yol yoktur. Yine de işe, önce durarak başlamak gerekir. Günlük koşturmanın içinde ne zaman neye zorlandığımızı fark etmek, duygusal yükümüzü tanımak bile önemli bir adımdır. İnsan bazen sadece yorgun değil, yıpranmıştır; bu farkı görebilmek iyileşmenin kapısını aralar. Ardından, sınır koymayı öğrenmek gelir. Her “hayır” bencillik değil; bazen kendini korumanın, hayatta kalmanın bir yoludur. Yardım istemek de çoğu zaman güçlü bir adımdır, zayıflık değil. Bir terapistle konuşmak, bir destek grubuna katılmak ya da sadece güvendiğiniz biriyle duygularınızı paylaşmak bile zihnin yükünü hafifletebilir. Ve belki de en önemlisi, bu hâli kişisel bir eksiklik olarak değil, içinde bulunduğumuz çağın bir belirtisi olarak görmek; çünkü bazen bu kadar yorulmamızın sebebi biz değiliz, bizden ne beklendiği.

Son Söz

Tükenmişlik bir durak noktasıdır; son değil, bir işaret levhası gibidir. Daha yavaş, daha insanca bir hayatı hatırlatır. Modern dünyanın hızına ayak uyduramamak, bir eksiklik değil, bir direniş olabilir. Belki de bu çağda esas güçlü olan, kendi iç sesine kulak verebilen insandır.

 

Ayça Keleş
Ayça Keleş
İnsan zihninin derinliği, duyguların karmaşıklığı ve ilişkilerin görünmeyen dinamikleri, mesleki yolculuğumun her adımında beni hem düşündüren hem de dönüştüren unsurlar oldu. Psikolog olarak çalışırken, bireylerin iç dünyalarını anlamanın yalnızca bir meslek değil, aynı zamanda bir dil, bir duruş ve bir sorumluluk olduğuna inandım. Sadece dinlemekle kalmadım; gözlemledim, düşündüm, hissettim ve yazdım. Zamanla fark ettim ki psikoloji sadece danışan koltuğunda değil; bireylerin gündelik ilişkilerinde, davranış örüntülerinde ve ifade edilmeyen duygularında da kendini gösteren bir bilim. Psikolojiyi sadece terapi odasına sıkıştırmak mümkün değil. Psikoloji, insanların birbirini anlamaya çalıştığı her anda, kurduğu bağlarda ve bazen de ne söylemediğinde gizli. Köşe yazılarımda; duyguları bastırmak yerine anlamlandırmanın, ilişkilerde farkındalık geliştirmenin, yakın ilişkilerdeki bağlanma dinamiklerini keşfetmenin ve psikolojik kavramları yaşamın içinden bir dille ele almanın yollarını birlikte arayacağız. Eğer siz de insanı anlama, ilişkileri çözümleme ve kendi iç dünyanızı keşfetme yolculuğunuzda durup düşüneceğiniz bir alan arıyorsanız, bu satırlarda yollarımız kesişebilir. Beklenmedik bir anda bir metin, zihinde yeni bir kapı aralar; bazen de sade bir cümle, dönüşümün sessiz ama güçlü başlangıcına işaret eder.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar