Bir kadın olarak dünyaya geldiğimizde bize görünmez bir bavul verilir. İçinde iyi kız evlat, fedakâr anne, şefkatli eş, sessiz çalışan, güzel kadın, sabırlı kardeş, anlayışlı arkadaş gibi etiketlerin olduğu bir bavul. Bu bavulu taşımamız için zorlayan birileri olur bazen, bazen de kimse zorlamasa bile bu bavulu taşımamak ya da taşımak istememek hatalı, eksik, bencil ve suçlu hissettirebilir.
Toplumun Dayattığı Roller ve İçselleştirme
Yıllar geçtikçe bu roller öylesine içselleştirilir ki aslında kadın, elindeki bavulu bıraksa ya da bavulun içindeki fazlalıkları çıkarsa kurtulabileceği yükler; sanki kendi parçasıymış gibi hareket etmeye başlar. Zamanla hangi rol kendisine aitti, hangisini sonradan öğrendi ayırt edemez hale gelir kadın. Acaba konuşan kendi sesi mi yoksa başkalarının beklentileri mi? Kimi zaman bir başkasının onayı için kendi sesini susturur ve bastırır. Bir süre sonra kendi sesine öyle yabancılaşır ki o sesi duysa bile kendisine ait olduğunu fark edemez hale gelir. Gün geçtikçe o ses pek de güçlü çıkmamaya, giderek cılızlaşmaya başlar zaten.
Bavul Taşımanın Zorlukları
Tüm bu kabullenme sürecine rağmen ömür boyu elde bir bavul taşımak kolay değildir elbet. Gün gelir, kadının içinde bir ses uyanır. “Bu hayat gerçekten benim mi?”, “Beni mutlu eden şeyler nelerdi?”, “Ben gerçekten kimim?” soruları yerleşir zihnine ve yüreğine. Kendisini ararken var olan görevlerinden yorulmasıyla birlikte içsel çatışmalar yaşamaya başlar. Bu çatışmalar çözümlenmezse önce kişinin benlik saygısına sonra da psikolojik iyi oluşuna zarar verebilir. Kadın olmanın, kişiliğinin özünü keşfetmek kendisini bulmak ile toplumun kadına yapıştırdığı etiketler zaman zaman benzer gözükse de aslında oldukça farklıdır.
Roller Nerede Başlıyor, Kadın Nerede Bitiyor?
Toplum kadınlar için bir çerçeve çizmiştir ve kadınların bu çerçeveden dışarıya çıkmasını istemez. Hanım hanım otur, kadın gibi davran, bir kız öyle yürümez gibi baskılar kadının içinde büyüdüğü aile ile başlar, mahalle, sosyal medya, televizyon gibi toplumsal mecralar ile devam eder. Ortak nokta ise kadına sahip olması gereken rollerin dört bir yandan dayatılmasıdır. Kadın, sanki bir kalenin içinde rollerle kuşatılmış hisseder. Bir kadının nasıl davranması, nasıl giyinmesi, nasıl hissetmesi gerektiği bile toplumun gözünde bellidir aslında. Bunlar kadının üzerinde bir baskı oluşturur. Başlangıçta masumane gözüken bu baskılar zamanla kadının üzerinde birer kimliğe dönüşür.
Rollerin Kimlik Üzerindeki Etkisi
İlk zamanlar kişi bunların normal olduğunu düşünür. Ben bir kadınım ve böyle davranmam gerek diyerek kabul eder. Fakat zamanla kimliği ve özü örtüşmüyorsa boğazını sıkan boyunlu bir kazak haline gelmeye başlar bu roller. Örneğin, herkesin çok iyi bir anne olarak gördüğü bir kadın kendi duygusal ihtiyaçlarını karşılayacak zamana, enerjiye ve en çok da sosyal desteğe sahip değilse zamanla mutsuz olabilir. İşte tam bu noktada biçilen rollerin kendisine ait olmadığını, toplum tarafından oluşturulduğunu fark etmek değişimin ilk adımıdır.
Kendi Sesini Bulmak: Korkularınla Yüzleşmek
Bir kadının özüne dönebilmesi ancak kendi sesini bulması ile mümkündür. Toplumun beklentilerinden sıyrılmak; anne, eş, kadın gibi sıfatlar dışında kim olduğunu sorgulamak kolay değildir, cesaret ister. Önce kaybolmuş hissedebilir kadın. Kendi kimliğini sorgulamaktansa alışılmış kalıplarla yola devam etmek daha kolaymış gibi gelebilir, bu sorgudan korkup kaçabilir. “Ben kimim?” sorusu yıllarca başkalarının dayattığı kimlikler ile yaşamaya çalışmış ve buna alışmış bir insan için ciddi bir boşluk oluşturabilir.
Tüm bunları aşabilmenin tek yolu vardır: cesaret etmek. Cesaret, korkmamak değildir; korktuğun halde adım atmayı göze almaktır esas cesaret. Özgürleşmek için korkularla yüzleşmek gerekir. Gerçekten ne hissettiğini, nelerden keyif aldığını ve ne istediğini kendine sormaya cesaret et. Ancak bu şekilde toplumun sana dayattığı kalıplardan kurtulabilirsin. Bu kendini bulma yolculuğunda aslında kendi özünün, özgürlüğünün ve gerçekliğinin peşinden gitme cesareti göstermiş olacaksın.
Kendi Bavulunu Oluşturmak
Özetle, her kadın bir bavul taşımak zorunda değildir. Taşımak istiyorsa bile bu bavulu kendisi oluşturabilmelidir. İçine ne kadar yük koyacağına ve hangi yükleri taşıyacağına kendisi karar verebilmelidir. Tatile gitmek için özenle seçtiğiniz kıyafetlerden oluşan bir valizi mi taşımak daha kolaydır? Yoksa artık giymek istemediğiniz ve bir başkasının seçtiği kıyafetlerden oluşan bir valizi mi? Kim olduğunuzu, hangi renkleri sevdiğinizi, hangilerini sevmediğinizi, yüklerinizi, sorumluluklarınızı, yük olarak görmediklerinizi fark etmekle başlar her şey. Önce kendinize sorun “Bu hayatta ben ne istiyorum?”, “Benim amacım ne?”. Sonra dönüp bakın. Gerçekten amacıma uyan, beni mutlu eden şeylere vakit ayırabiliyor muyum? Ayıramıyorsam bunun için her gün on dakikam dahi yok mu?
Başkalarına Destek Olmak
Eğer bu kadın sen değilsen, etrafında muhakkak sorumluluklar altında yorulmuş bir kadın vardır. Ona el uzatmak, destek olmak, yükünü birkaç saatliğine de olsa hafifletmek, “Senin için buradayım, neye ihtiyacın var; senin için ne yapabilirim?” diye sormak belki senin hayatında çok şey değiştirmez ama o kadının hayatında çok şey değiştirir emin ol. Böyle bir kadının eşi, yakını, dostu, annesi, evladı ya da babası isen lütfen dönüp aynaya bakmayı ihmal etme. O bir kadın evet ama o bavulu taşımak zorunda değil, zaman zaman elinden bavulunu alıp taşıyarak ona destek olabilirsin. Böylece en azından bavuluna neleri koymayı istediğine karar verecek vakti ve enerjiyi kendinde bulabilir.
Birinin yükünü hafiflettiğiniz bir gün olması dileğimle…