Çarşamba, Ekim 1, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Sınır Çizemeyen Kendilik: Hayır Demek Neden Zor?

Günlük yaşamda çoğu insan, istemediği hâlde bir şeye “evet” dediğini fark eder. Bir arkadaşın rica ettiği işi üstlenmek, ailenin beklentilerine boyun eğmek ya da duygusal olarak yıpratıcı bir ilişkide kalmaya devam etmek… Bu davranış örüntüsü, yalnızca kibarlık ya da sosyal nezaketle açıklanamayacak kadar derin ve tekrar edicidir. Psikoterapi pratiğinde sıkça rastladığımız hayır diyememe durumu, bireyin ilişkisel örüntülerine, çocukluk deneyimlerine ve benlik algısına dair ipuçları barındırır. Bu yazı, hayır diyememenin altında yatan içsel çatışmaları ve terapötik çalışmalarda bu temanın nasıl ele alındığını ele almayı amaçlamaktadır.

Hayır diyememe davranışı, çoğunlukla yüzeyde bir iletişim problemi gibi görünse de, çoğu zaman kökeni erken dönem ilişkisel deneyimlere dayanan bir içsel organizasyon biçimidir. Özellikle bakımverenle kurulan ilişkinin koşullu olduğu aile ortamlarında çocuklar, duygularını ifade ettiklerinde değil, bastırdıklarında kabul görmeyi öğrenirler. Bu öğrenme biçimi, zamanla bireyin kendi ihtiyaçlarını değersizleştirmesine, karşısındakinin beklentilerine odaklanmasına neden olur. Hayır demek, böyle bir psikolojik zeminde yalnızca bir ret değil, ilişkiyi kaybetme korkusunun tetikleyicisine dönüşür.

Bireyin “iyi” ya da “değerli” hissetmesi, başkalarının memnuniyetiyle özdeşleştiğinde, öz-değer algısı da dış onaya bağlı hâle gelir. Terapötik süreçte sıkça karşılaşılan bu dinamik, özellikle kaygılı bağlanma örüntüsüne sahip bireylerde belirgindir. Bu kişiler, hayır demenin ilişkilerde bir çatışmaya yol açacağına, hatta terk edilme ile sonuçlanacağına inanırlar. Dolayısıyla bir talebe “evet” demek, sadece bir yanıt değil; ilişkisel güvende kalma çabasıdır.

Psikodinamik kuram bu durumu, bireyin içselleştirdiği nesne ilişkileri bağlamında açıklar. “İyi çocuk” olmanın sevgiyle özdeşleştiği bir aile yapısında büyüyen birey, kendi arzularını ikinci plana atmayı bir norm olarak içselleştirir. Bu tür yapıların birçoğunda birey, hayır demeyi bencillikle, kendi ihtiyaçlarını önceliklendirmeyi suçlulukla ilişkilendirir. Terapide bu çatışmalar, sıklıkla süperegonun katı ve cezalandırıcı yönleriyle çalışılarak çözülmeye çalışılır. Bireyin “bir şey istemek” ya da “reddetmek” gibi temel haklarının duygusal olarak yeniden inşa edilmesi gerekir.

Hayır diyememe davranışı, uzun vadede sadece ilişkisel tükenmişliğe değil, aynı zamanda ruhsal ve bedensel semptomlara da yol açabilir. Kronik yorgunluk, sinir sistemi regülasyonunda bozulmalar, somatizasyon ve içe yöneltilmiş öfke gibi belirtiler, bastırılmış sınır ihlallerinin bedensel dile dönüşümüdür. Özellikle kendi ihtiyaçlarını fark etmekte zorlanan bireylerde, “ne istediğini bilmeme” ya da “herkesi memnun etme” gayreti sıkça görülür. Bu noktada hayır diyememe, benliğin bütünlüğünü tehdit eden bir yaşantıya dönüşebilir.

Toplumsal cinsiyet rolleri de bu sorunu derinleştirir. Özellikle kadınlara erken yaşta verilen “fedakâr olma”, “uyum sağlama” ve “nazik davranma” mesajları, bireyin sınır koymasını değil, kendi sınırlarını ihmal etmesini pekiştirir. Bu nedenle kadın danışanlarda hayır diyememe teması, toplumsal rollerle daha yoğun çatışma hâlindedir. Psikoterapide bu içselleştirilmiş toplumsal normların fark edilmesi, bireyin hem duygusal özgürleşmesi hem de sınır koyma kapasitesinin gelişimi açısından önemlidir.

Hayır diyebilmek, aslında ilişkisel bağları kesmek değil; daha sahici, sürdürülebilir ve eşitlikçi ilişkiler kurabilmek için gerekli bir beceridir. Bireyin sınır koyması, hem kendi ihtiyaçlarını koruyabilmesi hem de karşısındakilerle sağlıklı bir mesafe kurabilmesi açısından temel bir işlev görür. Terapötik süreçte hayır diyememeyen bireylerle çalışırken hedef, yalnızca “hayır deme” pratiği geliştirmek değil, aynı zamanda bu davranışı mümkün kılan içsel temelleri güçlendirmektir. Bu da bireyin kendi ihtiyaçlarını tanıması, duygularını düzenleyebilmesi ve değersizlik algısıyla yüzleşebilmesiyle mümkündür.

Hayır diyememe, psikolojik bir semptom olarak ele alındığında, yalnızca bir iletişim becerisi eksikliği değil; bireyin duygusal, ilişkisel ve toplumsal düzlemde karşılaştığı çok katmanlı bir zorluktur. Bu zorluk, erken dönem bakım deneyimleriyle başlayıp yetişkinlikte ilişkisel stratejilere dönüşür. Terapötik alanda bu davranışın çalışılması, bireyin benliğine ait haklarını yeniden kazanması, sınırlarını tanıması ve sürdürülebilir ilişkiler kurabilmesi açısından büyük önem taşır. Hayır demek, yalnızca bir sınır değil, aynı zamanda bir öz-değer ifadesidir. Ve çoğu zaman, iyileşme süreci tam da bu kelimeyle başlar.

Dila Gürer
Dila Gürer
Dila Gürer, psikoloji alanında akademik ve mesleki çalışmalar yürüten bir psikolog ve araştırmacıdır. Koç Üniversitesi Psikoloji ve Sosyoloji bölümlerinden onur dereceleri ile mezun olmuştur. Lisans hayatı boyunca çeşitli hastane ve özel kurumlarda yaptığı stajlarla klinik psikoloji alanına olan ilgisini ve deneyimini pekiştirmiştir. İçinde bulunduğu gönüllü projelerde farklı yaş gruplarıyla çalışma imkanı bulmuş, pozitif gelişim üzerine eğitimler vermiştir. Akademik yolculuğunda çeşitli projelerde araştırmacı olarak rol almış; çevresel faktörler, farklı psikoterapi yaklaşımları ve psikolojik süreçler arasındaki ilişkiyi incelemiştir. Çocuk, ergen ve yetişkinlerle çalışan Dila; Çocuk Merkezli Oyun Terapisi ve Kısa Süreli Çözüm Odaklı Terapi eğitimlerini tamamlamıştır. Aktif olarak Bilişsel Davranışçı Terapi eğitimi devam etmektedir. Şu anda çocuklarla dikkat eksikliği odaklı seanslar gerçekleştirmekte ve Koç Üniversitesi bünyesinde bağımsız araştırmacı olarak rol almaktadır. Hedefi, bireylerin ruh sağlığına dair farkındalıklarını artırmak, teori ve pratiği birleştirerek psikolojiyi günlük yaşamla ilişkilendirebilir hale getirmektir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar