Hiçbir şey yapmadan ne kadar süre kendinizle kalabilirsiniz? Denediyseniz bilirsiniz; düşündüğünüz kadar kolay değildir.
Birkaç dakika sonra zihniniz kıpırdanır, elleriniz telefona gider, aklınıza “boşa mı zaman harcıyorum?” düşüncesi gelir.
Belki de bu yüzden, gerçekten hiçbir şey yapmadan durabilen çok az insan kaldı.
Peki, biz hep böyle miydik, yoksa sabit kalmayı giderek unutan bir çağa mı dönüştük?
Modern dünya, üretkenliği ve hareketi yüceltiyor. Hareketsizlik, hatta sadece “durmak” bile verimsizlikle eş tutuluyor.
Her şeyin hızla aktığı bu dünyada, yavaşlamak neredeyse suç gibi görülüyor.
Üstelik elimizden düşmeyen ekranlar da cabası…
Günün neredeyse her anında bir ekran aracılığıyla uyarılıyoruz: bir bildirim, bir video, bir e-posta, bir mesaj…
Artık hiçbir anımız gerçekten sessiz ya da boş değil.
Evde, sokakta, toplu taşımada, hatta doğanın tam ortasında bile, manzaraya değil ekrana bakıyoruz.
Güneş batarken gökyüzünün o büyüleyici tonlarını izlemek yerine, çoğu zaman telefon kameramıza odaklanıyoruz.
Fotoğraf çekip sonra o anı ekrandan izliyoruz.
Hatta farkında olmadan elimiz telefona giderken, parmaklarımız otomatik olarak uygulamalar arasında dolaşıyor.
Hiçbir şey yapmadığımız anlar artık huzur değil, sıkıntı ve kaygı kaynağı haline geldi.
Zamanla insanın kendine yabancılaşması ise derinleşir.
Sabit Kalamayan Zihin
Sürekli uyarılmak, beynimizi “hep aktif” bir moda sokuyor.
Bu durum dikkat becerilerimizi zayıflatıyor; odaklanmakta, sabırlı kalmakta zorlanıyoruz.
Özellikle sosyal medya ve ekran kullanımının artışı yetişkinleri olduğu kadar çocukları da etkiliyor.
Bugünün çocukları, tıpkı biz yetişkinler gibi “sıkılmayı” bilmiyor olabilir.
Hiçbir şey yapmadan durmak, modern dünyada neredeyse bir “zaman kaybı” olarak görülüyor.
Bu anlayış çocuklara da yansıyor: sürekli gidilen kurslar, etkinlikler, oyun alanları ve en sonunda da ekran…
Oysa çocukların da boş kalmaya, hatta sıkılmaya ihtiyacı var.
Çünkü sıkılmak, beynin yaratıcılığı ve problem çözme becerilerini tetikleyen doğal bir süreçtir.
Ekranın Sessiz Etkisi
Bilim insanlarına göre beyin gelişiminin %80-90’ı üç yaşına kadar tamamlanıyor.
Bu dönemde sevgi, güven, oyun, beslenme ve iletişim; zihinsel ve duygusal gelişimin temel taşlarını oluşturuyor.
Ancak 0–3 yaş arasında aşırı ekran maruziyeti bu süreci olumsuz etkileyebiliyor.
Çocuk gelişimi açısından bakıldığında, çocuklar dış dünyayı keşfetmek, nesnelere dokunmak, sesleri duymak, yüz ifadelerini görmek yerine ekran karşısında edilgen bir konuma geçiyor.
Ebeveynler genellikle bu durumu fark etseler de çözüm bulmakta zorlanıyorlar.
“Ne yapalım peki?” diye soruyorlar.
“Çocuğum her şeyden çabuk sıkılıyor. Oyuncaklarıyla oynuyor, etkinlik yapıyoruz, yine sıkılıyor.
Yeni aldığımız oyuncaklar bile birkaç gün sonra ilgisini çekmiyor.”
Bu noktada çoğu ebeveynin fark etmediği bir şey var:
Çocuklarını kendi rutinlerine dahil etmiyorlar.
Oysa gündelik hayatın içindeki küçük sorumluluklar, bir çocuğun gelişimi için çok değerlidir.
Mutfakta yardım etmek, çiçekleri sulamak, çöpü atmak, dolabını düzenlemek, hatta arabayı yıkarken yanında olmak…
Tüm bunlar birer oyun, birer öğrenme fırsatıdır.
Hayatı Deneyimlemeye İzin Vermek
Burada önemli olan, çocuğun yaptığı görevlerde beceri ve özgüven kazanmasına fırsat vermektir.
Ebeveynin görevi; hataları düzeltmek değil, öğretici bir şekilde rehberlik etmektir.
Çünkü çocuk, hata yaptığında eleştirilmek yerine desteklenirse, tekrar denemekten korkmaz ve deneyen çocuk öğrenir.
Rutinler ve sınırlar, çocuğun günlük yaşam becerilerini geliştirdiği gibi öz disiplini ve akademik başarısını da destekler.
Aynı zamanda kendine ve çevresine güven duygusunu artırır.
Böylece çocuk, psikolojik olarak daha sağlıklı gelişir ve karşılaştığı sorunlarla baş etme becerisi kazanır.
Elbette ebeveynlerin çocukları için kusursuz, sorunsuz bir dünya kurma isteği çok anlaşılır bir durumdur.
Ancak hayat böyle değildir. Her zaman karşımıza kontrolümüz dışında olaylar çıkar.
Biz bu olayları ortadan kaldıramasak da çocuğun onlarla baş etme kapasitesini güçlendirebiliriz.
Bunun yolu da ona hayatı güvenli ama gerçek bir şekilde deneyimleme fırsatı sunmaktır.
Sıkılmak: Unuttuğumuz Bir Hazine
Tüm bunları yapan ebeveynler bile, bazen çocuklarından şu cümleyi duyar: “Sıkıldım.”
İşte tam o anda paniklememek gerekir. Çünkü sıkılmak, aslında iyileştirici bir süreçtir.
Dikkatimizi toparlayan, yaratıcılığımızı besleyen bir iç durulma hâlidir.
Çocukken sıkıldığınız zamanları hatırlayın. Ben evin içinde gezinir, annemin yemek yapışını izlerdim.
Bir süre sonra kendimi o telaşın içinde bulurdum; hamur açar, dolma sarardım.
O anlarda oyalanıyor gibi görünsem de aslında öğreniyordum.
Yıllar sonra, 17 yaşımda ilk yemeğimi yaptığımda elim hiç titrememişti.
Çünkü çocukken oynanan oyunlar yetişkinliğin provasını oluşturur.
Bazen de sıkıntıdan ansiklopedilere, haritalara sarılırdım.
Renkleri solmuş sayfalarda ülkelerin yerlerini öğrenmeye çalışır, öğrendiklerimi çevreme anlatırdım.
Bugün hâlâ kitap okumayı ve yeni kültürleri keşfetmeyi bu kadar sevmem, belki de o çocukluk sıkıntılarının bir hediyesidir.
Şimdi anlıyorum ki, sıkılmak bana kendi dünyamı kurmayı öğretmişti.
“Acaba igloların içinde ateş yakılırsa erir mi?” gibi meraklarımı besleyen şey tam da o durma hâliydi.
Hiçbir Şey Yapmadan Durabilmek
Bugün farkındalık çalışmaları, meditasyon ya da nefes egzersizleri popüler hâle geldi.
Aslında bunların özü, “şimdi ve burada kalmayı” öğrenmektir.
Beş dakika boyunca hiçbir şey yapmadan sadece durmak, beynimiz için güçlü bir egzersizdir.
Bu egzersiz, vücudu savaş–kaç modundan çıkarır ve rahatlamayı sağlayan parasempatik sinir sistemini devreye sokar.
Stres hormonları azalır, kaslar gevşer.
Zamanla beyinde dikkat, planlama ve özdenetimle ilgili bölgeler güçlenir.
Yaratıcılık artar, duygusal farkındalık gelişir.
En önemlisi, gün boyunca maruz kaldığımız uyarıcıların etkisinden çıkar, zihnimizi dinlendirme şansı buluruz.
Çocuğunuz bir gün “Sıkıldım!” dediğinde, ona hemen bir şey bulmaya çalışmak yerine “Biraz sıkılmakta sakınca yok,” demeyi deneyin.
Belki de o sıkıntının ardından kendi dünyasını kuracak, yeni fikirler keşfedecektir.
Kim bilir, belki de tıpkı bizim çocukluğumuzdaki gibi bir gün, o da kendi oyununun mucidi olur.