Bazı insanlar çok yoğundur, fark etmişsinizdir. Sürekli çevrelerinde dönen bir şeyler olur; ilgilenmeleri gereken insanlar, yetişmeleri gereken işler, hiç susmayan telefonlar… Evde yalnız olduklarında bile tam anlamıyla yalnız kalamazlar. Mesajlar ardı ardına gelir, bildirimler peş peşe çalar; kalabalıklar şekil değiştirerek varlığını sürdürür. Hayatın içinde olmak elbette güzel, ama bu kadar kesintisiz bir meşguliyet bazen insanı içten içe tüketir.
Belki de bu yüzden, zaman zaman o insanların ağzından şu cümle dökülür: “Bir türlü yalnız kalamıyorum.” Kimi zaman buna bir iç çekiş eşlik eder: “Kafamı dinleyemiyorum, sürekli bir şeylerle uğraşıyorum.” Ama tam orada, cümle kırılır, yön değiştirir, alttan alta bir savunmaya dönüşür: “Ama ben olmasam bu işler böyle güzel hallolmaz.” Bu yazıda, hallolmayan şeylerin aslında neyle ilgili olduğuna biraz daha yakından bakalım istiyorum. Gerçekten hallolması gereken işler mi, yoksa adı konmamış bambaşka şeyler mi?
Yalnızlık ve Sessizlikle Yüzleşmek
Evet, insan biraz durmak, susmak ve kendi kendine kalmak isteyebiliyor. Konuşmadan, bir şey yetiştirmeye çalışmadan, kimseye yanıt vermeden… Ama ne tuhaf, o sessizlik bazen insanın içini hafifçe ürpertiyor. Sanki aslında yalnız kalmayı arzularken, bir yandan da o yalnızlıktan kaçınıyor ve istemiyoruz onu. Yalnız kalmak istiyoruz çünkü yorgunuz artık, ama yalnızlıkla karşılaştığımızda da hemen bir gürültü arıyoruz.
Oysa tam da o anlarda aslında hiçbir şey yapmamız gerekmiyor. Kimseyi idare etmemize, bir işe yetişmemize ya da bir duyguyu bastırmamıza gerek yok. İşte tam bu noktada, belki de tam bu yüzden, daha yorucu bir şeyle baş başa kalıyoruz. Dış dünyanın karmaşasından arındığımızda, geriye yalnızca kendi düşüncelerimiz kalıyor.
Üstelik, o düşüncelerimiz ne kadar uzun süredir bastırılmışlarsa, o kadar gürültülü çıkıyorlar ortaya. Kimi zaman yarıda kesilmiş bir konuşmanın ardından kalan burukluk, kimi zaman yıllardır yüzleşilmeyen bir hayal kırıklığı… Hepsi sırayla kapıda beliriyor. İnsan, yalnız kalmayı isterken bile aslında neyle baş başa kalacağını tam olarak bilemediği için geri adım atıyor.
Kendini Bulma Cesareti ve Kişisel Gelişim
Bu durumu en açık şekilde dile getirenlerden biri de varoluşçu psikoterapist Rollo May. May (1953), bunu “Many people suffer from the fear of finding oneself alone, and so they don’t find themselves at all” şeklinde ifade eder (s. 17). Yani şöyle söyler: “Pek çok insan, kendini yalnız bulma korkusundan mustariptir ve bu yüzden kendini hiçbir zaman gerçekten bulamaz.”
Belki de mesele yalnız kalmak ya da kalamamak değil; hatta kendiyle baş başa kalmakta değil, kendini bulmaya hazır olmamak. Çünkü kendini bulmak, romantik ve anlamlı bir keşif olamayabiliyor her zaman; bazen görmezden geldiklerimizi önümüze koyabiliyor. Bu noktada farkındalık, kişinin içsel yolculuğunda en kritik eşiklerden biri hâline geliyor.
İçsel Yolculukta Dönüşümü Yakalamak
Kalabalıktan sıyrılıp kendi kendimize dönmekten korktuğumuzda, dönemediğimizde, her şey hızlı yaşanıyor ve hızlı bitiyor, hızlı unutuluyor. Ne yaptığımızı, neden yaptığımızı düşünmeden, bir şeyleri sürdürmenin içinde kaybolup gidiyoruz.
Oysa bu korkuların, kendimizle baş başa kalmaktan, yüzleşmekten kaçtığımız anların arkasında belki de unuttuğumuz bir şey var. Fark etmediğimiz, ama değişen bir yanımız… Tıpkı özümüz gibi, biz geliştikçe değişen devingen bir yapı. Zaman zaman farklılaşan, dönüşen, bazen tanıdık gelen ama bazen de yabancılaşan bir şey.
Kendimiz büyürken ve ilerlerken adeta kendi büyüyüşümüze şahit olmayı, kendimizle gurur duymayı ve kendimizi desteklemeyi kaçırıyoruz. Kişisel gelişim sadece büyük hedefler değil, bu küçük fark edişlerle de mümkün oluyor.
Sonuç: Sessizlikten Kaçmak mı, Onu Kucaklamak mı?
Kendimize bakmak, her şeyi çözmek ya da tamamlamak değil; yalnızca olup biteni kaçırmadan görebilmekle başlar. Belki de mesele, kendimizi baştan sona anlamak değil; sadece, olduğumuz yerde kim olduğumuzu duymaya cesaret edebilmektir. Sessizlik, bir korku değil; bazen en derin aynadır.