Bazı duygular vardır, nereden geldiğini bilemezsiniz. Bazen bir suçluluk duygusu, size ait olmayan bir utanç, sırtınızda size yük olan duyguların verdiği yorgunluk… Sebebini bulamadığınız bu yorgunlukların sebebi size değil de sizden önce gelmiş olanlara ait olabilir. Ve siz, yalnızca taşıyıcısınızdır.
Bir nesilden diğer nesile aktarılan travmanın bireyin ruhsal, fiziksel ve duygusal sağlığı üzerindeki etkileri bağlamında diğer travma türlerine benzemektedir. Ancak nesilden nesile aktarılan travma ve diğer travma türleri arasında bazı temek farklılıklar vardır. Bu önemli farklardan biri, nesiller arası travmanın genellikle bir nesilden diğerine aktarılmasıdır. Bunun nedeni, travmanın bir kişinin DNA’sını etkileyebilmesi ve potansiyel olarak gelecek nesillerin sağlığını etkileyebilmesidir. Ek olarak, nesiller arası travma genellikle aile hikayeleri, gelenekler ve inançlar gibi kültürel faktörlerle ilişkilendirilir. Bir diğer önemli fark ise, nesiller arası travmanın genellikle karmaşık ve tanımlanması zor olmasıdır. Bunun nedeni, bir kişinin travmasının ne kadarının kendi deneyimlerinden, ne kadarının da atalarından miras aldığı travmadan kaynaklandığını bilmenin zor olabilmesidir.
Nesiller Boyu Taşınan Sessiz Hikâyeler
Hepimiz bir eve ve bir hikâyenin içine doğarız. Aldığımız yolu, aslında hepimiz biliyoruz. Buraya anne babamız aracılığıyla geldik. Ebeveynlerimizin çocukları olarak, uzun bir geçmişe dayanan büyük bir şeye, kelimesi kelimesine insanlığın kendisinin başlangıcına bağlıyız. Anne babamız aracılığıyla hayatın akımına nüfuz ederiz, buna rağmen bizler bu akımın kaynağı değiliz. Çoğu zaman ismimiz, üzüntülerimiz, yüklerimiz belirlenmiştir. Aile sistemlerinde bastırılmış acılar, konuşulmayan kayıplar, sır olarak saklanan travmatik olaylar tüm bunlar nesiller boyunca aktarılır. Kimi zaman bir sessizlikle, kimi zaman bir davranış kalıbıyla ya da anlam verilemeyen bir korkuyla kendini gösterir. Psikolojide bu olguya “kuşaklararası travma” denir.
18 yaşındaki genç danışanım, lise son sınıf öğrencisi ve aynı zamanda aktif bir sporcu olarak tanınıyordu. Takım içinde başarıları ve sosyal ilişkileri güçlüydü; ancak son birkaç ayda, giderek artan bir şekilde evden çıkmak istememe, sosyal çekilme yaşama ve kendini sürekli yorgun hissetme yaşadığını bildirdi. Uyku düzensizlikleri, özellikle uykusuzluk ve sabah erken uyanma şikâyetleri gelişti. En kaygı verici durum ise, sık sık ölüm korkusunu dile getirmesi oldu; ölmekten, özellikle ölmekten derin bir şekilde korkuyordu.
Terapi sürecinde gençle derinlemesine çalışmaya başladık. İlk seanstan itibaren, kendini değersiz hissetme, yetersizlik ve yoğun bir çaresizlik duygusu taşıdığı fark edildi. Ancak bu ilişkide bir sessizlik ve açıklanamayan bir yas havası vardı. Daha sonraki seanslarda, amcasının 18 yaşında, genç danışanla aynı yaşta iken, trafik kazasında hayatını kaybettiği bilgisi ortaya çıktı. Aile, bu kaybı uzun süre konuşmamış, yas sürecini tamamlayamamıştı. Ailedeki yasın bastırılması ve konuşulmaması, kaybın psikolojik etkilerini nesiller boyu taşıyan bir yapıya dönüştürmüştü. Danışanın yaşadığı ölüm korkusu, aslında doğrudan kendine ait olmayan bu travmatik anının bir yansımasıydı. Spor kariyerindeki gerileme ve sosyal çekilme, onun bedeninde ve zihninde bu sessiz yüke karşı verdiği bir tepki olarak değerlendirildi.
Bu vaka, kuşaklararası aktarılan travmanın psikolojik belirtiler üzerindeki etkisini somut bir şekilde göstermektedir. Travmanın, sadece doğrudan deneyimlenen olaylardan değil, aynı zamanda aile sisteminin içinde çözümlenmemiş kayıp ve yas süreçlerinden kaynaklanabileceği vurgulanmaktadır.
Travmatik olayların üzerimizde kuvvetli etkiler ortaya çıkardığını ve tüm aile sistemimiz üzerinde nesiller boyunca iz bıraktığı gözlemlenmiştir. Genç danışanın durumunda, aile içinde ifade edilmeyen yas ve travmanın sessiz bir şekilde aktarılması, depresyon ve anksiyete semptomlarının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Terapötik süreçte, aktarılan travmanın farkına varılması ve bu yükün hastayla birlikte açığa çıkarılması, iyileşme sürecinin temel taşlarından biridir.
Bu Yük Kime Ait?
Kuşaklararası travmayla çalışırken en temel soru budur: “Taşıdığım bu duygular kime ait?” Belki tutulmamış bir yasa, bastırılmış bir öfkeye, belki de anlatılamamış bir korkuya tutunarak büyümüşüzdür. Ve belki de bu farkındalık, kendi yaşamımızın iplerini ilk kez elimize alışımızdır.
Travmalar aktarılır, evet. Ama aynı şekilde merhamet de, farkındalık da, iyileşme de aktarılabilir. Sessizliğin yerini konuşma aldığında, yük paylaşılabilir hale gelir. Birey geçmişten gelenleri taşımak zorunda olmadığını anladığında, kendi öyküsünü yazmaya başlar.
Dönüştüren Kuşak Olmak
Birçoğumuz ebeveynlerimizin acısını bilinçsizce üstleniriz. Küçük bir çocukken benlik algımızı aşama aşama geliştiririz. O zamanlar, anne babamızla nasıl ayrı olacağımızı ve aynı zamanda da nasıl bağlı olacağımızı öğrenmemiştik. Her ailede görülenler ve konuşulanlar olduğu gibi konuşulmayanlar da vardır. Ama konuşulmamış olanı fark eden ve adlandıran biri çıktığında, o sadece kendini değil, tüm sistemi iyileştirmeye başlar. Bu yüzden terapi yalnızca bireyi değil, geçmiş kuşakları da onarır. Travmanın zincirini fark eden, onu taşıyan değil, dönüştüren olmaya adaydır. Ve belki de bizim neslimize düşen tam da budur.