Gaslighting, manipülatif kişilerce uygulanan, mağdurun algı, hafıza ve yargılarını sistematik biçimde sorgulatan bir psikolojik baskı tekniğidir. Bu teknik, yalnızca kişilerarası ilişkilerde değil, bireyin kendi zihinsel işleyişinde de içselleştirilebilir. Kendi kendine gaslighting, kişinin kendi iç sesini bastırması ve kendini sürekli sorgulamasıyla ortaya çıkan bir durumdur. Bu noktada kişi, duygularını sürekli sorgular, yaşadığı olayları küçümser ve sıklıkla kendi iç dünyasında “Aşırı tepki veriyorum”, “Her şeyi abartıyorum”, “Kesin ben yanlış anladım” gibi ifadelerle gerçekliğini bastırır. Bu durum, bireyin duygusal doğrulamasını inkâr etmesine ve içsel gücünü kaybetmesine neden olur.
Kendi Kendine Gaslighting Nedir?
Kendi kendine gaslighting, bireyin içselleştirdiği eleştirel ses aracılığıyla kendi algılarını, duygularını ve düşüncelerini geçersiz kılmasıdır. Bu durum sıklıkla aşağıdaki düşünce kalıplarıyla kendini gösterir:
- “Hissettiğim şey abartılı, gerçekten bu kadar üzülmemeliyim.”
- “Olayları yanlış hatırlıyorumdur.”
- “Ben zaten hassas biriyim, duygularım güvenilmez.”
- “Kızmakta haklı değilim, empati yapmalıydım.”
Bu söylemler, bireyin içsel dünyasında dönüp durur ve zamanla bir inanç sistemine dönüşür. Gerçeklik algısı, dışsal baskılar olmadan da içsel olarak çarpıtılır.
Oluşum Süreçleri: Travma, Şemalar ve Aile Dinamikleri
Çocukluk Travmaları ve Duygusal İhmal
Çocuklukta sürekli eleştirilen, duyguları bastırılan veya değersizleştirilen bireyler, zamanla bu dışsal yargıyı içselleştirirler. “Abartıyorsun”, “Bu kadar hassas olma”, “Saçma şeylere üzülüyorsun” gibi tepkiler, çocuğun duygusal doğrulamasını ortadan kaldırır. Bu tür duygusal ihmal, yetişkinlikte bireyin kendi duygularına karşı şüpheyle yaklaşmasına neden olur.
Erken Dönem Şemalar
Jeffrey Young tarafından geliştirilen Şema Terapi kuramında, bireyin çocuklukta geliştirdiği bilişsel yapılar olan “şemalar” yaşantılara yön verir. Kendi kendine gaslighting sürecinde özellikle şu şemalar aktiftir: Kusurluluk, cezalandırılma ve duygusal yoksunluk gibi şemalar, kişinin kendine güvenini sarsar; birey zamanla kendi duygularına yabancılaşır ve benliğini tehdit eden bir iç sistem geliştirir.
İçsel Eleştirmen Ebeveyn ve Süperego
Psikanalitik kuramda süperego, bireyin vicdanını ve içselleştirilmiş kurallarını temsil eder. Bu süreçte süperego öyle katılaşır ki, birey yalnızca duygularını bastırmakla kalmaz, aynı zamanda bu duyguların varlığını da baskılar. Bu içsel eleştirmen ebeveyn sesi, sürekli olarak “Hatalısın”, “Saçmalıyorsun” gibi söylemlerle benliği bastırır.
Bilişsel Çarpıtmaların Etkisi
Aaron T. Beck’in bilişsel terapi kuramına göre, bireyin düşünce yapısındaki sistematik hatalar (bilişsel çarpıtmalar), duygudurum bozukluklarının temelini oluşturur. Kendi kendine gaslighting’de özellikle şu çarpıtmalar görülür:
- Zihin okuma: “Kesin benden nefret etmiştir.”
- Genelleme: “Zaten hep böyleyim.”
- Etiketleme: “Ben aşırı duygusalım.”
- Duygusal akıl yürütme: “Böyle hissediyorsam demek ki gerçekten hatalıyım.”
Bu çarpıtmalar, bireyin içsel konuşmalarını şekillendirir ve kişinin duygusal doğrulamasını çarpıtarak ruhsal dengesini bozar.
Psikolojik Etkiler ve Klinik Bulgular
Kendi kendine gaslighting, uzun vadede önemli psikolojik sorunlara yol açabilir:
- Özsaygı kaybı
- Suçluluk duygusu
- Anksiyete
- Depresyon
- Obsesif kompulsif düşünce artışı
- İlişkilerde sınır koyamama
- Gerçeklik algısında belirsizlik ve kararsızlık
- Kendilik yabancılaşması
- İçsel sessizlik
Bireysel Müdahale ve Kendini Destekleme
Bireylerin kendi kendine gaslighting süreçlerini aşabilmeleri için mindfulness ve meditasyon gibi farkındalık artırıcı uygulamalar önerilir. Bu teknikler, kişinin anlık duygusal deneyimlerini yargılamadan kabul etmesini kolaylaştırarak içsel eleştirmen’in etkisini azaltabilir. Ayrıca, destek gruplarına katılım ile sosyal destek mekanizmalarının güçlendirilmesi, içsel yalnızlık hissinin azalmasına ve iyileşme sürecinin hızlanmasına katkıda bulunabilir. Kendi kendine yazma ve günlük tutma pratikleri, bireylerin kendi gerçekliklerini tanıma ve duygusal doğrulama süreçlerine destek verebilir.
Sonuç ve Tartışma
Kendi kendine gaslighting, bireyin içsel gerçekliğini sistematik biçimde inkâr etmesine neden olan, çoğu zaman bilinçdışı düzeyde işleyen ve son derece yıpratıcı bir içsel manipülasyon biçimidir. Bu olgu, yalnızca geçmişte maruz kalınan dışsal gaslighting deneyimlerinin bir yansıması değil; aynı zamanda kültürel normların, içsel eleştirmen seslerinin ve toplumsal beklentilerin bir birleşimidir. Özellikle modern bireyin “rasyonellik” ve “uyum” adı altında kendi duygularını bastırması, bu içsel çatışmayı daha da derinleştirmektedir.
Psikanalitik kuramın sunduğu perspektif ile değerlendirildiğinde, bu süreçte süperegonun patolojik biçimde katılaştığı görülmektedir. Süperego, bireyin içsel yargıcı olarak işlev görürken, kendi kendine gaslighting durumlarında cezalandırıcı bir forma bürünerek duygusal tepkilerin geçersiz kılınmasına neden olur. Bu, bireyin yalnızca hislerini bastırmasına değil, aynı zamanda duygularını “haksız”, “abartılı” ya da “uygunsuz” olarak algılamasına da yol açar. Nitekim klinik gözlemler, bu bireylerin sıklıkla kendilerine güven duymakta zorlandıklarını, karar verirken yoğun içsel çatışmalar yaşadıklarını ve duygusal doğrulamalarını kaybettiklerini ortaya koymaktadır.
Bu bağlamda, kendi kendine gaslighting olgusunun psikoterapi sürecinde görünür kılınması hayati önem taşır. Terapötik ittifak içerisinde, bireyin içselleştirilmiş içsel eleştirmen seslerini fark etmesi ve bu seslerle sağlıklı bir mesafe kurması sağlanmalıdır. Bununla birlikte, duygusal doğrulama ve içsel deneyimlere saygı, iyileşme sürecinin temel yapı taşlarıdır. Danışanın duygularına yeniden güven duymaya başlaması, kendi kendini inkâr eden içsel yapının çözülmesini mümkün kılar.
Sonuç olarak, kendi kendine gaslighting, hem bireysel ruh sağlığı açısından hem de toplumun duygularla kurduğu ilişki bakımından derinlemesine incelenmesi gereken bir fenomendir. İçselleştirilmiş baskının en görünmez ama en etkili biçimlerinden biri olan bu durumla yüzleşmek, yalnızca bireysel iyilik hali için değil, aynı zamanda kolektif psikolojik sağlığın sürdürülebilirliği için de gereklidir. Psikoloji literatürünün bu alana daha fazla alan açması, hem klinik uygulamaların zenginleşmesini hem de bireylerin duygusal doğrulamalarını yeniden kazanmalarını mümkün kılacaktır.