Pazartesi, Ağustos 4, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Şehrin ve Mekanın Atmosferinden İnsanın Psikolojisine Uzanan Yol

“Mekânın güzelliği, ruhumuzun en derin arzularını açığa çıkarabilir,” der Alain de Botton. Şehirler, sadece yaşanılan yerler değil; duyguların, anıların ve kimliğin dokunduğu derin mekânlardır. Yaşadığımız çevrenin, bilinçli ya da bilinçsiz şekilde ruh hâlimizi şekillendirdiği bir gerçektir.

Şehirler, kimi zaman bir sığınak, kimi zaman bir yük… Gün içinde yürüdüğümüz sokaklar, baktığımız pencereler, karşılaştığımız manzaralar sadece bir arka plan değildir. Yaşadığımız her mekân, zihnimize bir iz bırakır. Bazen dar bir ara sokak, iç sıkıntısını tetiklerken; bazen bir parkta oturmak tüm yükleri kısa süreliğine de olsa hafifletebilir. Psikolojide giderek daha fazla önem kazanan çevresel faktörler, şehirlerin ve yaşam alanlarımızın duygu durumumuzu nasıl şekillendirdiğini anlamamızda önemli bir yer tutuyor. 

Giderek betonlaşan şehir yapıları, bireyde fiziksel sınırlılıktan çok daha fazlasını ifade eder. Gün ışığı almayan evler, sesin eksik olmadığı apartmanlar, birbirine benzer yüzlerce bina… Bu görüntülerin ortasında ruhsal yorgunluk kaçınılmaz hâle gelir. Araştırmalar, büyük şehirlerde yaşayan bireylerde anksiyete, tükenmişlik ve depresyon oranlarının kırsal alanlara göre daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor. Kalabalıklar arasında yalnız hissetmenin, hareketin hiç durmadığı sokaklarda durağan bir iç dünyaya sahip olmanın yarattığı çelişki ise bireyin ruhsal bütünlüğünü zorluyor.

Her insanın belleğinde bir sokak, bir ev ya da bir şehir gizlidir. Çünkü mekânlar sadece fiziksel değildir; duygularla, anılarla, hatta travmalarla doludur. Bazı yerlerden uzak durmamızın nedeni sadece fiziksel özellikleri değil, bizde bıraktığı duygusal izlerdir. Örneğin bir kaybın yaşandığı odada tekrar var olmak, kişide kaygı ve üzüntü yaratabilir. Tersi de mümkündür: Güvende hissettiğimiz bir köşe, yıllar sonra bile sığındığımız bir iç mekân olarak belleğimizde yaşamaya devam eder.

Giderek betonlaşan yaşam alanlarımızda, doğaya duyulan özlem sadece estetik bir istek değil; psikolojik bir ihtiyaçtır. Yapılan çalışmalarda, doğa ile temasın kortizol düzeyini düşürdüğü, stres üzerinde azaltıcı etkisi olduğu, dikkat süresini uzattığı görülüyor. Japonya’da “Shinrin-yoku” adı verilen “orman banyosu” terapisi, bireyin doğa ile sessiz bir temas kurarak zihinsel dengeye ulaşmasını hedefliyor. Bu uygulama, doğanın sadece fiziki değil; ruhsal bir şifa alanı olduğunu da gösteriyor.

Evlerimiz; en çok vakit geçirdiğimiz, en savunmasız hâlimizle bulunduğumuz yerlerdir. Bu yüzden ev düzeni, renk seçimleri, ışık kullanımı gibi unsurlar sadece estetik değil, psikolojik anlamlar da taşır. Dağınık ve sıkışık yaşam alanları zihinsel karmaşayı, sade ve açık mekânlar ise düzeni ve huzuru destekler. Bazı bireylerde ev içinde küçük düzenlemeler yapmak bile ruhsal dengeyi yeniden kurmaya yardımcı olabilir. Çünkü kişi, yaşadığı alanı dönüştürürken iç dünyasında da bir değişim başlatır.

Psikolojik iyi oluşun sadece içsel bir çaba değil; çevresel düzenlemelerle de desteklenebileceği artık net bir biçimde kabul ediliyor. Kendimize şu soruyu sormak iyileşmenin ilk adımı olabilir:

“Ben nasıl bir yerde yaşıyorum ve bu yer bana nasıl hissettiriyor?”
Bu farkındalıkla birlikte yaşadığımız alanları dönüştürmek, sadece evimizi değil, iç dünyamızı da onarmaya başlayacaktır. Belki de yeni bir şehir, yeni bir pencere ya da sadece bir saksı bitkisi bile ruhumuza iyi gelebilir.

Mekânın Gölgesinde: Psikolojik Rahatsızlıkların Derinleştiği Alanlar

Mekânlar, sadece yaşantının değil, psikolojik sıkıntıların da zeminidir. Yaşadığımız çevre, psikolojik rahatsızlıkların doğrudan nedeni olmasa da; onları tetikleyen, besleyen ya da hafifleten bir unsur olabilir. Özellikle anksiyete bozuklukları, depresyon ve tükenmişlik sendromu, bireyin içinde bulunduğu fiziksel ortamla sıkı bir etkileşim içindedir.

Anksiyete ve Kaotik Şehir Yapıları

Anksiyete, zihnin sürekli bir tehdit algısı içinde olmasıyla ilgilidir. Bu durum, çevresel uyaranların fazlalığıyla yoğunlaşabilir. Gürültü, kalabalık, düzensiz şehir planlaması, yeşil alan eksikliği ve hava kirliliği gibi faktörler sinir sistemini sürekli alarm hâlinde tutar. Kişi farkında olmadan bedeninin ve zihninin bu stres yükünü taşımasıyla birlikte sürekli tetikte, gergin ve huzursuz hissedebilir.

Örneğin; trafik seslerinin eksik olmadığı bir caddede uyumak, anksiyete bozukluğu olan bireyler için gece boyunca tetiklenmeye neden olabilir.

Depresyon ve Işık Yoksunluğu

Depresyonun önemli tetikleyicilerinden biri, doğal ışıktan yoksunluk ve kapalı alanlarda uzun süre vakit geçirmektir. Güneş ışığı, serotonin ve melatonin gibi ruh hâlini etkileyen hormonların üretiminde doğrudan rol oynar. Dar, penceresiz, gri ve monoton alanlar bireyde ruhsal çöküntü hissini artırabilir. Özellikle büyük şehirlerde yaşayan bireylerin gün ışığına erişiminin sınırlı olması, mevsimsel depresyon gibi sorunların görülme sıklığını artırmaktadır.

Sabah perdeleri açmayan bir evde geçirilen günler, depresif ruh hâlinin uzamasına katkı sağlayabilir.

Tükenmişlik Sendromu ve Sürekli Uyarana Maruz Kalmak

Modern şehir yaşamı, bireyleri durmaksızın uyarılmaya zorlar: reklam panoları, bildirim sesleri, trafik karmaşası, hız… Bu sürekli tetiklenme hâli, özellikle tükenmişlik sendromuna yatkın bireylerde zihinsel ve duygusal kaynakların daha hızlı tükenmesine yol açar. Kendi alanına çekilme ihtiyacı duyan bireyler için mahremiyet sunmayan yaşam alanları (örneğin açık ofisler, kalabalık evler) bu sendromu daha da derinleştirebilir.

Kendine ait bir odası ya da sessiz bir köşesi olmayan birey, ruhsal olarak da ‘yer bulamama’ duygusuyla karşılaşabilir.

 

Psikolojik İyilik Haline Giden Yol: Mekânı Yeniden Kurmak

Bu ruhsal durumlarla baş etmenin yollarından biri de yaşanılan çevrenin yeniden düzenlenmesidir. Mekânla kurulan ilişki gözden geçirildiğinde, küçük değişimlerin büyük ruhsal dönüşümlere kapı aralayabildiği görülür:

  • Doğal ışığın içeri daha çok girmesini sağlamak
  • Gürültüyü azaltmak için yalıtım ya da doğa sesleri içeren çözümler kullanmak
  • Minimalist düzenlemelerle görsel karmaşayı azaltmak
  • Evin ya da odanın bir köşesini “kendine ait” hissetmek

Terapötik sürecin bir parçası olarak bazen danışanlara şu soruyu sorarım:

“Kendini daha huzurlu hissettiğin bir mekânı hayal et. Şu an yaşadığın yer, o hayale ne kadar yakın?”

 

Son Söz:

Şehirler de insanlar gibidir; bazıları bize iyi gelir, bazıları yorucudur. Ve her insan, yaşadığı yerin ruhunu biraz içine çeker. Bu yüzden, şehirleri konuşurken aslında insanları konuşuyoruz. Ruhsal sağlığımızı korumak için yaşadığımız yerleri fark etmek, onların üzerimizdeki etkilerini görmek ve gerekirse dönüştürmek önemlidir. Çünkü bazen, iyi hissetmenin yolu terapi odasından değil, yaşadığımız mekânın kapısından geçer.

Hicran Aktekin
Hicran Aktekin
Marmara Üniversitesi Psikoloji Bölümü mezunu olan Hicran Aktekin, eğitim ve araştırma hastanelerinde, toplum ruh sağlığı merkezlerinde ve psikiyatri servislerinde edindiği deneyimlerle psikoloji alanında deneyimler kazanmıştır. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), Aile Danışmanlığı, Cinsel Terapi, Kısa Süreli Çözüm Odaklı Aile Terapisi ve Terapötik Kartlar alanlarında eğitimler almış olup, stresle başa çıkma ve mindfulness üzerine de uzmanlık kazanmıştır. Şu anda psikolojik danışmanlık hizmeti vermekte olup, bireylerin ruh sağlığını güçlendirmek ve yaşam kalitelerini artırmak adına çalışmalarına devam etmektedir.

3 YORUMLAR

  1. “Mekânın güzelliği, ruhumuzun en derin arzularını açığa çıkarabilir” sözü beni çok etkiledi. Gerçekten de bir parkta geçirilen birkaç dakikanın bile zihnimizi nasıl dinginleştirdiğini fark ediyorum. Bu metin, şehirdeki her adımın ruhumuzda iz bıraktığını harika anlatıyor .

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar