1900 yılında Freud’un en önemli eserlerinden biri olan Düşlerin Yorumu’nun yayımlanmasına dek, rüyalar psikoloji disiplininde ikincil bir ilgi alanı olarak görülmekteydi. Freud, rüyaların, zihinsel işleyişin uykudaki bir yansıması olduğunu ve özellikle bilinçdışı süreçlerin anlaşılmasında önemli bir araç işlevi gördüğünü ortaya koymuştur (Tuzgöl, 2019). Freud’a (1899/1996) göre rüyalar, bilinçdışındaki bastırılmış dürtü ve arzuların, sansür mekanizmalarıyla değiştirilerek kabul edilebilir sembolik içeriklere dönüştürülmesiyle meydana gelir (Geçtan, 2005).
Yapılan araştırmalar, bastırılmış düşünceleri olan bireylerin bu içeriklerin rüyalarında daha fazla yer aldığına işaret etmektedir. Bu fenomen “Rüya Geri Tepme Etkisi” (Dream Rebound Effect) olarak tanımlanmıştır (Wegner ve ark., 2004).
Freud’un görüşlerinin aksine Jung, rüyaların yalnızca telafi edici değil, aynı zamanda bireyin bilinçli yaşantılarındaki eksikleri tamamlayıcı bir işlevi olduğunu savunur (Caperton, 2012; Craig & Walsh, 1993; Geçtan, 2005). Jung’a göre rüyalar, bilinç ve bilinçdışı süreçler arasında denge kurmaya yardımcı olur (Demir, 2018).
Freud (1899/1996), psikopatolojik belirtilerin ilk izlerinin rüyalarda görülebildiğini ve özellikle hezeyanlı tabloların başlangıcında dehşet uyandıran rüyaların rol oynayabildiğini ileri sürer. Psikanalitik kuramda rüyalar ile psikopatolojiler ortak bir temele, yani bastırılmış arzuların tatminine dayanır. Her iki durumda da sıra dışı düşünce süreçleri, tutarsız çağrışımlar ve zayıf muhakeme becerileri gözlenebilir; ayrıca zaman algısında bozulmalar yaşanması muhtemeldir (Freud, 1899/1996; Groststein, 2009).
Yalom’a (2002) göre, etkili psikoterapi süreçlerinde rüyalar değerli materyaller sunar; çünkü bireyin derinlerde yatan psikolojik çatışmalarını ortaya çıkarırken sembolik ve görsel yollarla çalışırlar (Demir, 2018). Bu bağlamda bazı güncel araştırmalar da rüyaların psikopatolojilerin tanı ve tedavisinde işlevsel olabileceğini öne sürmektedir (Genç, 2013; Hebbrecht, 2007).
Her ne kadar rüyalar bireyin günlük yaşantısından izler taşıyor olsa da, aynı zamanda içsel sıkıntılar, bastırılan duygular veya çözülmemiş çatışmalara dair ipuçları da barındırır. Özellikle tekrar eden kabuslar gibi olumsuz rüya örüntülerinin düşük psikolojik iyi oluş, nevrotik belirtiler, kaygı, depresyon ve stres düzeyleriyle ilişkili olduğu gösterilmiştir (Dudek-Soffer ve ark., 2011).
Bireyin bağlanma biçimi de rüya temalarını etkileyebilir. Kaçınmacı bağlanan bireylerin rüyalarında uzak durma eğilimleri ve olumsuz kişilerarası temsiller ön plana çıkarken, kaygılı bağlanan bireylerde kişilerarası yakınlık arayışı, kendine dönük olumsuzluklar ve karmaşık ilişkisel imgeler daha sık gözlenmektedir (Hill ve ark., 2013; Güven, 2015). Şizofreni tanılı bireylerin rüyalarının ise genellikle daha basit, duygusal derinlikten yoksun, kendilik odaklı, saldırgan ya da tehditkâr içerikler taşıdığı belirtilmektedir (Hadjez ve ark., 2003; Schredl, 2011; Güven, 2015).
Güncel çalışmalar, rüyaların temel psikolojik işlevleri üzerinde yoğunlaşmaktadır (Güven, 2015). Rüyaların, özellikle duygusal düzenleme süreçlerinde önemli bir rol üstlendiği, bu bağlamda REM uykusunda amigdaladaki aktivasyonun devam etmesiyle açıklanmaktadır (Wilkinson, 2006). Ayrıca rüyaların, bilinç ile bilinçdışı arasında ve uyanıklık ile uyku arasında bir sınır görevi üstlenerek psikotik belirtilere ve bazı ruhsal bozukluklara karşı koruyucu bir işlev görebileceği de ileri sürülmektedir (Groststein, 2009; Güven, 2015).
Psikoterapi sürecinin başlangıcında rüyalar daha dağınık ve karmaşık yapıda iken, zamanla daha anlamlı ve simgesel hale gelebilir. Bu süreçte danışan rüyalarını analiz etme yetisi geliştirir; imgesel içerikler sembolik bir derinlik kazanır. Dolayısıyla rüyalar, bireyin içsel dönüşüm sürecine dair ipuçları sunabilir (Genç, 2011; Demir, 2018).
Depresif bireylerle yapılan bazı araştırmalarda, antidepresan tedavilerin yalnızca semptomlar üzerinde değil, rüya içeriği üzerinde de etkili olduğu belirtilmiştir (Armitage ve ark., 1995). Boşanma sonrası depresyon yaşayan bireylerle yapılan bir çalışmada, depresif dönemde stresör içeren rüyaların daha sık görülmesinin, iyileşme sürecinde daha hızlı bir ilerleme ile ilişkili olduğu bulunmuştur (Cartwright, 1991). Bu bulgu, rüyaların psikolojik iyileşme sürecine katkı sağlayabileceğini düşündürmektedir (Güven, 2015).