Savaş, sadece bombardımanların altında, silahların namlularında ya da fiziksel yaralanmalarla yaşanmaz. Savaş aynı zamanda zihinlerde, duygularda ve kimliklerde de derin izler bırakır. Gazze’de yıllardır süregelen çatışmalar ve şiddet döngüsü, yalnızca fiziksel bir yıkımı değil, aynı zamanda derin ve uzun vadeli psikolojik sonuçları da beraberinde getirmektedir. Travmanın hüküm sürdüğü bir coğrafyada, insanların ve toplumun ruh sağlığı hayatta kalma mücadelesi ile iç içe geçmiş durumdadır. Psikoloji bilimi, bu travmatik deneyimlerin bireysel ve toplumsal boyutlarını anlamada önemli bir ışık sunar.
Bu yazı; bir savaşın tarihini anlatmak ya da taraf tutmak amacıyla değil, savaşın insan ruhuna bıraktığı izleri konuşmak ve bu travmatik süreçte bile ortaya çıkabilen psikolojik dayanıklılık mekanizmalarını ele alacaktır. Gazze özelinde yapılacak bu değerlendirme, savaşın yalnızca politik bir kriz değil, aynı zamanda psikolojik bir çatışma olduğunu da ortaya koymayı hedeflemektedir.
Savaşın Bireysel ve Toplumsal Psikolojik Etkileri
Gazze’de yaşayan bireyler için her gün hayatta kalmak bir başarıdır. Ancak bu hayatta kalma mücadelesi, sürekli tetikte olma hali, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), anksiyete bozuklukları, depresyon ve psikosomatik belirtilerle kendini gösterir. Özellikle çocuklar için savaş, oyun alanlarını mezarlıklara çeviren bir gerçeklik haline gelirken; güvenli bağlanma, duygusal regülasyon ve kimlik gelişimi gibi kritik gelişim alanları da sekteye uğramaktadır.
Bireyler, çoğunlukla kendi duygularını bastırarak hayatta kalabilmek için otomatikleşmiş tepkiler geliştirir. Bu duygusal donukluk hali, onları yaşamdan koparırken, aynı zamanda normalleşen bir acı eşiği yaratır. Bu, savaş bölgelerinde çalışan pek çok ruh sağlığı uzmanının gözlemlediği bir durumdur. Sürekli bir tehdit algısı altında yaşam sürdürmeye çalışan bireylerin sinir sistemi, kronik stres modunda çalışır. Bu da zihinsel tükenmeye, uyku bozukluklarına, öfke patlamalarına ve hatta intihar düşüncelerine kadar uzanan bir tabloyu beraberinde getirebilir.
Savaşın ruhsal etkileri bireyle sınırlı kalmaz. Toplumun tüm yapısı sarsılır. Komşuluk ilişkileri, sosyal destek ağları, toplumsal roller ve güven duygusu büyük darbeler alır. Gazze’de yaşananlar, kolektif bir travmanın tam karşılığıdır. İnsanlar sadece kendi acılarıyla değil, çevrelerindeki herkesin acısıyla da baş etmek zorunda kalır. Bu durumda toplumsal bir yas halini doğurur.
Eğitim, sanat, gündelik yaşam gibi alanlar da bu travmanın etkisi altına girer. Okula giden bir çocuğun zihninde artık matematik problemi değil, patlayan bombaların sesi yer etmektedir. Sosyal yaşam, yavaş yavaş içe kapanır, dayanışma alanları daralır. Bu durum sosyal izolasyon, toplu çaresizlik ve kolektif bir umutsuzluk yaratabilir.
Ancak şu noktayı da göz ardı etmemek gerekir: Toplumlar sadece yara almaz, aynı zamanda kendi içinde dayanışma, birliktelik ve kolektif iyileşme mekanizmaları da geliştirir. Gazze’de pek çok aile, komşuluk ilişkileri ve dini inançlar aracılığıyla birbirine tutunmaktadır. Her ne kadar yaşananlar ağır ve onarılması zor olsa da, toplumsal hafıza sadece acıyı değil, direnişi ve sabrı da içinde taşır.
Psikolojik Dayanıklılık Mekanizmaları
Psikolojik dayanıklılık, bireyin stresli veya travmatik yaşam olaylarına karşı uyum sağlayabilme, ruhsal bütünlüğünü koruyabilme ve hatta kimi zaman bu zorluklardan güçlenerek çıkabilme kapasitesidir. Gazze’de yaşanan travmaların içinde yetişen bireylerin çoğu, bu zorluklarla başa çıkabilmek için psikolojik mekanizmalarının yanı sıra, ailevi ve toplumsal destek kaynaklarına da başvurmaktadır. Anne babalar çocuklarına umut vermeye çalışırken, gençler topluluklara yardım ederek kendi varlıklarını yeniden tanımlamaktadır. Bu bağlamda dayanıklılık, sadece bireysel bir güç değil, aynı zamanda kültürel ve toplumsal bir dinamiğin ürünüdür.
Travma Sonrası Gelişim (Post-Traumatic Growth)
Savaş sonrası her bireyin öyküsü, ruhsal bir dönüşümün izlerini taşır. Bazı insanlar yaşadıkları travmayı yalnızca bir yara değil, içsel bir güçlenme fırsatı olarak görür. Psikolojide bu durum “travma sonrası gelişim” olarak adlandırılır.
Filistinli bireyler için bu gelişim, anlam arayışıyla şekillenir. Acılarını, kaybettikleri yakınları için bir sorumluluğa dönüştürerek yardım ağları kuran gençler, destek gruplarına liderlik eden kadınlar ve umut aşılamaya devam eden öğretmenler bu dayanıklılığın örnekleridir.
Viktor Frankl’ın sözleriyle: “Hayatın anlamı, yaşadığımız acılara yüklediğimiz anlamla belirlenir.” Gazze’de hayatta kalmak, yalnızca fiziksel değil, ruhsal bir dirençle mümkündür.
Ayrıca Filistin toplumu, güçlü bir kolektif aidiyet, dini inanç ve aile yapısıyla öne çıkar. Bu yapı, travmalar karşısında bireyin yalnızlaşmasını ve umutsuzluğunu engeller.
İslam’daki “sabır”, “tevekkül”, “şehitlik” ve “imtihan” kavramları, yaşanan acıların anlamlandırılmasında ruhsal bir dayanak sunar. Gazze’de güçlü aile bağları, topluluk desteği, dini liderlerin sözleri ve geleneksel ritüeller; bireysel dayanıklılığı besleyen temel kaynaklardandır.
İzleyici Konumunda Olanların Psikolojisi: İkincil Travma
Savaş sadece onu yaşayanların değil, izleyenlerin de ruhunda iz bırakır. Sosyal medya, haberler ve görsel içerikler aracılığıyla Gazze’de yaşananlara tanık olan milyonlarca insan, doğrudan savaşın içinde olmasa da psikolojik olarak etkilenmektedir. Bu duruma psikolojide ikincil travma denir.
Özellikle empatik bireylerde bu tür travmalar; uyku bozukluğu, sürekli suçluluk hissi, yoğun kaygı ve çaresizlik gibi belirtilerle kendini gösterebilir. Gün içinde defalarca karşılaşılan şiddet görüntüleri, bireyin zihinsel sınırlarını aşarak bir tür ruhsal yorgunluk yaratır. Kimi zaman “elimden bir şey gelmiyor” düşüncesi bireyi pasifleşmeye ve içe kapanmaya iter. Bu psikolojik tepki, günümüz dijital çağında çok daha yaygındır çünkü tanıklık artık sadece bir televizyon ekranıyla sınırlı değil; cebimizde taşıdığımız bir ekranda sürekli yeniden yaşanıyor.
Bu noktada, psikolojik sınırlar koymak, dijital maruziyeti sınırlamak ve dayanışma yolları üretmek; bireysel ruh sağlığımızı korumak için önemlidir.
Sonuç
Gazze’de süregelen savaş, yalnızca binaları değil, zihinleri ve ruhları da yıkıma uğratmaktadır. Bu yazıda, savaşın bireyler ve toplumlar üzerindeki görünmeyen etkilerini; travmayı, psikolojik dayanıklılık unsurlarını ve tanıklığın ruhsal yükünü ele almaya çalıştım. Gördük ki, savaş yalnızca silahlarla değil, duygularla da yaşanır. Ancak bu acının içinde bile direnç, anlam arayışı ve dayanışma filizlenebiliyor.
Filistin halkı, psikolojik olarak yıkılmamak için yalnızca iç kaynaklarına değil; inançlarına, aile bağlarına ve kültürel direncine de tutunuyor. Bizler, uzaktan izleyenler olarak sadece tanık değiliz; aynı zamanda ruhsal olarak bu yükün bir parçasıyız. Bu nedenle hem yaşananlara kayıtsız kalmamak hem de kendi ruhsal sınırlarımızı korumak hayati önemdedir.
Kaynakça
Qouta, S., Punamäki, R. L., & El Sarraj, E. (2008). Child mental health in Gaza under siege. Clinical Child Psychology and Psychiatry, 13(3), 383–394. https://doi.org/10.1177/1359104508090603
Thabet, A. A., & Vostanis, P. (2005). Post-traumatic stress reactions in children of war. Journal of Child and Adolescent Mental Health, 17(1), 3–13. https://doi.org/10.2989/17280580509486591
Frankl, V. E. (2006). İnsanın Anlam Arayışı (Çev. C. Büyükdüvenci). Okuyanus Yayınları. (Orijinal eser 1946)
Tedeschi, R. G., & Calhoun, L. G. (2004). Posttraumatic growth: Conceptual foundations and empirical evidence. Psychological Inquiry, 15(1), 1–18.
Zehra Betül Yüksel Hanım’ın yazılarını çok beğeniyorum ve severek okuyorum çok duyarlı bir yaklaşımla harika bir makale olmuş böyle yazılar dünyaya barışın gelmesi için öncülük yapabilir teşekkürlerimi sunuyorum