Aydınlanma ve Ergin Olmama Hali
Immanuel Kant’ın meşhur çağrısı Sapere aude!—“Bilmeye cesaret et! Kendi aklını kullanma cesaretini göster”—Aydınlanma’nın parolası haline gelmiştir. Bu söz Aydınlanma’nın ahlaki ve entelektüel hedefini açıkça özetler. Kant’a göre aydınlanma, insanlığın “kendi suçu ile düşmüş olduğu ergin olmama halinden” kurtulmasıdır (Kant, 1784/1996). Ergin olmama, bireylerin bağımsız yargılama kapasitelerini kullanmak yerine başkalarının onlar adına düşünmesine izin verdikleri bir koşulu ifade eder. Kant bu sorunu felsefi bir çerçevede ele almış olsa da, sosyal psikolojideki daha sonraki gelişmeler onun teşhisini güçlü biçimde desteklemiştir. Geniş bir araştırma literatürü, insanların çoğu zaman kendi akıllarını kullanmakta tereddüt ettiklerini ve bunun yerine sosyal baskılara, otoriteye ve grup uzlaşısına uyma eğilimi gösterdiklerini ortaya koymaktadır. Bu anlamda Kant’ın felsefi argümanı, sosyal psikolojinin deneysel olarak belgelediği bir gerçeği önceden sezmiştir: sosyal ortamlarda aklın özerkliği kırılgandır.
Cesaret Eksikliği ve Sosyal Uyum
Kant, ergin olmama halinin akıl eksikliğinden değil, cesaret eksikliğinden kaynaklandığını savunur. Bireyler, kendi başlarına düşünmenin yarattığı kaygı yerine; din adamlarının, yöneticilerin, uzmanların ya da geleneklerin rehberliğini tercih ederler. Sosyal psikoloji, bu tercihin yalnızca kültürel ya da ideolojik olmadığını, derin sosyal dinamiklere dayandığını defalarca göstermiştir. Bunun en erken ve en etkili örneklerinden biri, 1950’lerde Solomon Asch tarafından yürütülen uyma deneyleridir. Katılımcılardan basit bir algısal görevde çizgilerin uzunluğunu değerlendirmeleri istenmiştir. Tek başlarına olduklarında neredeyse her zaman doğru yanıt vermişlerdir. Ancak deney grubundakiler oybirliğiyle yanlış cevaplar verdiğinde, katılımcılar denemelerin yaklaşık üçte birinde yanlış yargıya uymuştur (Asch, 1951). Daha da önemlisi, birçok katılımcı sonrasında grubun yanlış olduğunu bildiklerini, ancak öne çıkmak istemediklerini ifade etmiştir. Bu bulgu, Kant’ın kaygısıyla doğrudan örtüşür. Bireyler çoğu zaman kendi rasyonel yargılarından şüphe ettikleri için değil, sosyal baskının bedelinden kaçınmak için akıllarını askıya alırlar.
Otoriteye İtaat ve Sorumluluk Devri
Stanley Milgram’ın itaat deneyleri, Kant’ın betimlediği mekanizmaları daha da netleştirir. Katılımcılara, bir otorite figürünün talimatıyla başka bir kişiye acı verici elektrik şokları uyguladıkları söylenmiştir. Açık ahlaki rahatsızlığa rağmen, çoğunluk deneycinin talimatlarına uymuş ve tehlikeli seviyelere kadar ilerlemiştir (Milgram, 1963). Kantçı bir bakış açısından bu itaat, aklın ve ahlaki özerkliğin terk edilmesini temsil eder. Katılımcılar sorumluluğu otoriteye devrederek, kendi yargılarının yerine dışsal buyruğun geçmesine izin vermiştir (Milgram, 1974). Böylece sosyal psikoloji, Kant’ın insanların düşünme sorumluluğunu başkalarına bırakmaya ne kadar istekli oldukları yönündeki iddiasını deneysel olarak desteklemiştir.
Bilgilendirici ve Normatif Etki
Araştırmalar, sosyal etkinin farklı türlerini ayırt ederek bu önermeleri derinleştirmiştir. Bilgilendirici etki, bireylerin başkalarının daha iyi bildiğini düşündükleri için uymalarını; normatif etki ise sosyal onaylanmama korkusuyla uyum göstermelerini ifade eder (Deutsch & Gerard, 1955). Kant’ın eleştirisi her iki duruma da uygulanabilir. Kant’a göre aydınlanma yalnızca doğru düşünmek değil, kendi başına düşünmektir. Grup doğru olsa bile, kişisel akıl yürütme yerine uzlaşıya dayanmak, ergin olmama halinin bir göstergesidir (Kant, 1784/1996). Sosyal psikoloji, bireylerin çoğu zaman kendi akıl yürütmeleri yeterli olduğu halde grup yargısına yöneldiklerini göstermiştir. Bu veriler Kant’ın aydınlanmayı rasyonel özerklik meselesi olarak görmesinin haklılığını pekiştirir.
Grup Düşüncesi ve Kurumsal Baskı
Grup dinamikleri araştırmaları da bu yorumu destekler. Irving Janis’in groupthink (grup düşüncesi) kavramı, yüksek derecede bütünleşmiş gruplarda muhalefetin ve eleştirel düşünmenin nasıl bastırıldığını açıklar (Janis, 1972). Bu tür ortamlarda bireyler şüphelerini bastırır, kötü kararları rasyonelleştirir ve muhalifleri uyuma zorlar. Kant, toplumsal kurumların ve otoritelerin itaatkarlığı ödüllendirerek bağımsız düşünceyi caydırdığını savunmuştu. Grup düşüncesi olgusu, bu sürecin yalnızca otoriter rejimlerde değil, demokratik ve eğitimli bağlamlarda da işlediğini göstermektedir.
Sinirbilimsel Açıdan Bağımsız Düşünmenin Bedeli
Daha yakın dönem sosyal sinirbilim ve ahlak psikolojisi çalışmaları bu tabloyu daha da güçlendirmiştir. Sosyal uyma üzerine yapılan araştırmalar, grupla aynı fikirde olmamanın duygusal sıkıntıyla ilişkili beyin bölgelerini aktive ettiğini, uyumun ise psikolojik olarak ödüllendirici deneyimlendiğini ortaya koymaktadır. Bu durum, bağımsız düşüncenin yalnızca sosyal olarak riskli değil, aynı zamanda duygusal olarak da zorlayıcı olduğunu göstermektedir. Kantçı açıdan bu bulgu, aydınlanmanın neden cesaret gerektirdiğini açıklar: kendi aklını kullanmak çoğu zaman rahatsızlık, kaygı ve dışlanma tehdidi içerir.
Aydınlanma İçin Toplumsal Koşullar
Bununla birlikte sosyal psikoloji yalnızca Kant’ın kötümserliğini doğrulamakla kalmaz, aydınlanmanın hangi koşullarda mümkün olduğunu da aydınlatır. Asch, tek bir muhalifin varlığının bile uyma davranışını dramatik biçimde azalttığını göstermiştir (Asch, 1951). Bu sonuç, Kant’ın aydınlanmanın yalnızca bireysel dehalar yoluyla değil, özgür düşünceyi mümkün ve güvenli kılan toplumsal ortamlar sayesinde ilerlediği yönündeki görüşüyle uyumludur. Böylece psikolojik araştırmalar, Kant’ın vizyonunu tamamlayarak rasyonel özerkliği destekleyen çoğulculuk, muhalefete hoşgörü ve otorite baskısının azaltılması gibi toplumsal yapıların önemini ortaya koymaktadır.
Sonuç
Sonuç olarak, Kant’ın Aydınlanma çağrısı insan psikolojisinden kopuk soyut bir ideal değildir. Aksine, sosyal psikoloji Kant’ın aşmayı hedeflediği eğilimleri—uyma, itaat, otoriteye teslimiyet ve bağımsız yargıdan kaçınma—deneysel olarak belgeleyerek doğrulamıştır. Bu bulgular Kant’ın projesini zayıflatmaz, aksine onu haklı çıkarır. Kendi aklını kullanmamanın toplumsal ve psikolojik bir sorun olduğunu gösterir. Kant’ın açıkladığı anlamda aydınlanma, insanın düşünmekten bu denli kaçınmaya meyilli olması nedeniyle hala ahlaki bir görev olarak varlığını sürdürmektedir.
Kaynakça
Asch, S. E. (1951). Effects of group pressure upon the modification and distortion of judgments. In H. Guetzkow (Ed.), Groups, leadership and men (pp. 177–190). Carnegie Press.
Cialdini, R. B. (2001). Influence: Science and practice (4th ed.). Allyn & Bacon.
Deutsch, M., & Gerard, H. B. (1955). A study of normative and informational social influences upon individual judgment. Journal of Abnormal and Social Psychology, 51(3), 629–636. https://doi.org/10.1037/h0046408
Haidt, J. (2001). The emotional dog and its rational tail: A social intuitionist approach to moral judgment. Psychological Review, 108(4), 814–834. https://doi.org/10.1037/0033-295X.108.4.814
Janis, I. L. (1972). Victims of groupthink: A psychological study of foreign-policy decisions and fiascoes. Houghton Mifflin.
Kant, I. (1784/1996). An answer to the question: What is enlightenment? In M. J. Gregor (Ed. & Trans.), Practical philosophy (pp. 11–22). Cambridge University Press.
Milgram, S. (1963). Behavioral study of obedience. Journal of Abnormal and Social Psychology, 67(4), 371–378. https://doi.org/10.1037/h0040525
Milgram, S. (1974). Obedience to authority: An experimental view. Harper & Row.
Zimbardo, P. G. (2007). The Lucifer effect: Understanding how good people turn evil. Random House.


