Perşembe, Kasım 6, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Neden İntihar Etmiyoruz?

Lise yıllarımdan beri Behramoğlu’nun bir alıntısını hep yanlış hatırlarım. O “yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var benim” demiştir. Ben ise yıllardır hep “yaşadıklarımdan anladığım bir şey var benim” derim. Aslında bu cümle bana biraz davetiye gibi gelir hep. Yaşadıklarımızdan ne anlıyoruz? Yaşamdan ne anlıyoruz? Kendi yaşamımızın anlamını düşünmeye, yüzleşmeye ve hatta yaşamımızı tekrar tekrar fark etmeye yönelik bir davet.

Yaşam anlamsız ya da tahammülsüz olmaya başladığında, acı ve umutsuzluk artık yaşamın doğal bir parçası olmamaya başladığında yaşamı sonlandırmıyorsak bu bir amaca hizmet ediyor olmalı: Yaşama içgüdüsü. Sigmund Freud bu düşünceleri Eros ve Thanatos kavramlarıyla ele alır. Freud’a göre Eros yaşam içgüdüsü ile ilişkilendirilirken, Thanatos kavramı da ölüm içgüdüsüyle açıklanır. Hepimizin doğuştan getirdiği bu iki güç tarafından yönetiliriz.

O halde yaşam içgüdülerimiz bizim hayatta kalmamızı, sevgi, şefkat ya da diğerinin varlığıyla iş birliği gibi olumlu duygulanımların aktif olmasını sağlar. Başka bir ifadeyle, Eros, yaşamı sürdürmeye, üretmeye, bağ kurmaya ve hayatta kalmaya yönelten bir içgüdüdür. Ama bizler yalnızca biyolojik varlıklar değiliz. Düşünürüz, sorgularız, anlam aramaya ve çıkarımlar yapmaya çalışırız. Bu nedenle eğer hayatın kaçınılmaz acı verici yanlarına karşın dik durabiliyorsak bunun nedeni sadece yaşama içgüdüsüyle açıklanmamalı.

Freud’un kuramına göre Eros yalnızca fiziki bir varlık olarak kalmamızı değil, aynı zamanda bize güvenlik ve bütünlük sağlanan alana dönüş arzumuzu da kapsar. Başka bir ifadeyle, kurama göre her insan bir gün anne rahmine geri dönme arzusu taşır. İçgüdüsel olarak bilinçdışı bir şekilde anne rahminin bize sağladığı korunaklı alana dönme ihtiyacı hissederiz. Elbette bu istek açık bir şekilde farkında olduğumuz bir istek değildir. Ancak psikodinamik perspektif, güvenlik ve bütünlük ihtiyacının yaşamı sürdürülmesinde önemli bir yerinin olduğunu söyler.

İnsan yalnızca ölümün önüne geçmeye çalışan bir makine değildir; güvenlik, aidiyet ve anlam arayan ve bunlardan beslenen bir varlıktır.

Bizi Hayata Bağlayan Şey Ne?

Peki hayatta kalmamız yalnızca yaşama içgüdüsüyle açıklanamazsa o halde bizi hayata bağlayan şey ne?
Elbette her insan biriciktir ve herkesin kendi dünyasında büyük idealleri, kahramanlık hikâyeleri ya da kendi masallarında büyük devrimlerin anlamları olabilir. Ama pek çoğumuz için hayatta kalmayı sağlayan şey, küçük ama güçlü adımlarımızdır.

Bazen bu küçük adımı birinin gülüşünde, bir arkadaşımızın sesinde, sabah içilen kahvede ya da öylesine çıkılan bir yürüyüşte yakalarız. Bunlar, yaşamın mikro anlamlarıdır; aslında görünmezlerdir ama varlığımızı sürdürmemizi sağlarlar.

Ancak işler her zaman bu kadar kolay gitmeyebilir. Viktor Frankl, yaşadığı korkunç deneyimlerden sonra insanların en zor koşullarda bile hayatta kalabildiklerini gözlemlemişti. Eğer insanların yaşamak için bir nedeni varsa, hemen hemen her nasıla yani koşula katlanabilir.

Logoterapi yaklaşımı da bu düşüncenin temelini oluşturur. Bizler en basit haliyle yalnızca haz veya güç arayışında olan varlıklar değiliz, anlam arayışında olan varlıklarız.

Aslında “neden intihar etmiyorsunuz?” sorusu, “yaşamımızın ardında hangi anlam yatıyor?” sorusunun bir başka biçimidir.

Yaşamı Sürdürmenin Küçük Nedenleri

Her birimizin vereceği pek çok farklı ve derin cevaplar var. İntihar etmiyoruz çünkü yaşamaktan anladığımız bir şeyler var bizim.
İntihar etmiyoruz çünkü yaşamın bizi bağlayan bir yanı hâlâ var.

Bazen bu bağ, büyük bir amaç; bazen bir insan, yaşanılabilecek daha güzel zamanlara dair umutlar; bazen de sadece bir nefes kadar küçük bir şeydir. Sorunun kendisi bile, yani “Neden intihar etmiyorsunuz?”, yaşamın kendisine dönük bir davettir.

Verilen her cevap da —ister büyük ister küçük— bir parça iyileşme ve anlam saklıdır.

Anlam ve Farkındalık: Yaşamın İnce Dengesi

Hepimizin yaşamının amacı ve anlamı farklıdır; kendi doğalında olan nesneye hizmet eder.
Bugün bu yazının amacı, kendimize bu soruyu yöneltmek:

Bugün bizi hayatta tutan en küçük şey ne?
Hangi an, hangi kişi, hangi fikir bize yaşamı sürdürme cesareti sunuyor?

Belki cevabı hemen bulamayız; belki cevap çok basit, görünmez, karmaşık ya da içsel yolculuğumuza yeni bir davet olabilir. Ama en önemli an, fark etmektir.

Çünkü farkındalık, yaşamın anlamını yeniden hatırlamak demektir. Unutulmaması gereken başka bir şey ise şudur: Biz sadece içgüdülerimizle yaşamayız.
Bizi gerçekten hayatta tutan şey, o içgüdüyü besleyen anlam, aidiyet ve amaç duygusunun varlığıdır.

İnsanı hayata bağlayan şey tam olarak bunlardır.

Egemen İlmek
Egemen İlmek
Egemen İlmek, lise öğreniminin bir bölümünü Londra’da Goldsmiths University of London’da, psikoloji lisansını ise İstanbul Okan Üniversitesi’nde yüksek onur derecesiyle tamamlamıştır. Romantik yakınlıkları incelediği Klinik Psikoloji yüksek lisans tezi, uluslararası bir kongrede kabul alarak Uzman Klinik Psikolog unvanını almaya hak kazanmıştır. Akademik hayatı süresince pek çok klinik odaklı teorik eğitime katılmış; anaokulu, hastane ve kliniklerde aktif saha deneyimi edinmiştir. Mesleki yolculuğunda özellikle kaygı bozuklukları, fobiler, depresyon, panik bozukluk ve yakın ilişkiler alanlarında seanslar yürütmektedir. Aynı zamanda lisans programında kişilerarası ilişkiler ve davranış bilimleri alanlarında öğretim görevlisi olarak ders vermektedir. Çocukluğundan beri yazmaya duyduğu derin tutku sayesinde çeşitli platformlarda yazıları yayımlanmış; bu doğrultuda kariyerinde psikolojiyi klinik odalardan çıkararak sayfalarla buluşturmayı ve ulaşılabilir içerikler üretmeyi hedeflemektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar