Kuşaklararası travma, bir bireyin doğrudan deneyimlemediği ancak aile üyeleri ya da atalar tarafından yaşanan travmaların, psikolojik, duygusal veya davranışsal düzeyde sonraki kuşaklara aktarılması durumunu ifade eder. Bu psikolojik aktarım, genellikle sözsüz yollarla; tutum, inanç, duygusal düzenleme biçimleri ve ilişki dinamikleri aracılığıyla gerçekleşir (Danieli, 1998). Holokost, soykırımlar, savaşlar, zorunlu göç, kıtlık, politik baskılar gibi kitlesel travmaların ardından yapılan araştırmalar, travmanın sadece yaşayan bireyleri değil, onların çocuklarını ve torunlarını da etkileyebildiğini göstermiştir. Travmanın biyolojik, psikolojik ve sosyokültürel düzeyde aktarıldığına dair artan bulgular, bu konunun hem klinik psikoloji hem de toplumsal iyileşme açısından ele alınmasını zorunlu kılmaktadır.
Kuşaklararası Travmanın Psikolojik Aktarım Dinamikleri
Kuşaklararası travmanın psikolojik aktarımı genellikle bilinçdışı düzeyde işler. Travma yaşayan bireyler, yaşadıkları yoğun duygusal yükü tam olarak işleyemediklerinde, bu duygular bastırılır veya travmatik anılar bölünerek disosiyatif biçimlerde aktarılır. Özellikle anne-baba figürleri, çocuklarına kendi işleyemedikleri korku, kayıp, suçluluk, öfke gibi duyguları doğrudan ya da dolaylı olarak yansıtabilirler (Schore, 2003). Çocuk, kendi yaşam deneyimiyle uyumlu olmayan bir kaygı ya da utanç hissedebilir ve bu durumun kaynağını bilinçli olarak tanımlayamaz.
Aile içindeki iletişim biçimi, psikolojik aktarım sürecinin önemli bir taşıyıcısıdır. Travmadan sonra oluşan duygusal donukluk, sessizlik, kaçınma veya aşırı kontrolcü ebeveyn tutumları, çocukların bu sessizlik içinde büyümesine neden olur. Çocuklar, ailede konuşulmayanı hissederek kendi iç dünyalarında açıklayamadıkları bir “eksiklik”, “gerilim” veya “yük” taşırlar (Danieli, 1998).
Epigenetik ve Biyolojik Aktarım
Son yıllarda yapılan çalışmalar, kuşaklararası travmanın yalnızca psikolojik değil, biyolojik yollarla da kuşaktan kuşağa aktarılabildiğini ortaya koymuştur. Epigenetik araştırmalar, travmaya maruz kalan bireylerde stresle ilişkili genlerde kimyasal değişikliklerin özellikle kortizol regülasyonunu etkileyen genlerde metilasyon ortaya çıktığını ve bu değişikliklerin sonraki nesillere geçebildiğini göstermektedir (Yehuda et al., 2016). Özellikle Holokost’tan sağ kalan bireylerin çocuklarında, travmaya özgü stres tepkilerinin ve biyolojik duyarlılığın daha yüksek olduğu gözlemlenmiştir.
Bu bulgular, yalnızca çevresel değil, biyolojik duyarlılığın da aktarıldığına işaret eder. Böylece bir birey, kendi yaşamında travmatik bir deneyim yaşamamış olsa da, travmaya yatkın bir fizyolojik yapı ve duygu düzenleme zorluklarıyla dünyaya gelebilir (Yehuda et al., 2016).
Klinik Görünümler ve Psikolojik Etkiler
Kuşaklararası travma, bireyin yaşamında çeşitli klinik belirtilerle ortaya çıkabilir:
- Nedensiz yoğun suçluluk veya utanç duyguları
- Kronik kaygı ve güvenlik ihtiyacı
- Kimlik karmaşası ve köksüzlük hissi
- Aile üyelerinin deneyimlerini taşıma arzusu (örneğin, ebeveynin acısını telafi etme davranışları)
- Yüksek düzeyde stres tepkisi veya travmaya karşı aşırı duyarlılık
Bazı bireyler, ebeveynlerinin yaşadığı travmaları telafi etme çabasıyla kendi yaşamlarını bastırabilir, başarıya ya da sorumluluğa fazlaca odaklanabilir. Diğerleri ise ailedeki bastırılmış travmanın etkisiyle, yoğun bir anlamsızlık, boşluk ya da kimlik belirsizliği yaşayabilir (Schore, 2003).
Toplumsal ve Kültürel Bağlamda Psikolojik Aktarım
Travmanın sadece bireyler arasında değil, toplumlar içinde de aktarıldığı bir gerçektir. Özellikle savaş, sürgün, soykırım, mübadele gibi tarihsel olaylar sonucunda travmaya maruz kalan topluluklar, bu acıyı nesiller boyu taşırlar. Sessizlik kültürü, yas tutamama, tarihsel inkâr ya da bastırma mekanizmaları, kolektif iyileşmeyi zorlaştırır (Danieli, 1998).
Türkiye gibi çok katmanlı travmaların yaşandığı toplumlarda, bu tür sessiz aktarımlar bireylerin kimlik inşası ve duygusal bütünlüğü üzerinde derin etkiler bırakabilir. Aile büyüklerinin yaşadığı ama konuşulmayan kayıplar, göç travmaları, bastırılmış acılar; sonraki nesillerin davranışlarına, ilişki biçimlerine ve hatta siyasi tutumlarına dahi yön verebilir.
İyileşme Süreci: Tanıma, Anlatma ve Dönüştürme
Kuşaklararası travmanın etkilerini azaltmak ve bu yükü dönüştürmek için öncelikle farkındalık kazanmak gerekir. Travmanın adı kondukça, anlatıldıkça ve kolektif hafızada işlendikçe, bireylerin duygusal yükü hafifleyebilir (Yehuda et al., 2016).
Psikoterapi, bu süreci destekleyen en etkili araçlardan biridir. Özellikle şema terapi, aile dizimi, EMDR ve travma odaklı psikoterapiler, bireyin yalnızca kendi yaşantısını değil, aile sistemini ve aktarılan travmaları da çalışmasına olanak tanır (Schore, 2003). Duygulara isim verilmesi, sessizliğin bozulması ve aile geçmişine şefkatle bakılması, psikolojik aktarım zincirinin kırılmasında kritik rol oynar.
Sonuç
Kuşaklararası travma, görünmez ama etkili bir duygusal mirastır. İster savaşla ister aile içi ihmal yoluyla olsun, işlenmemiş travmalar sonraki nesillerin duygusal yaşamını biçimlendirmeye devam eder. Bu nedenle bireysel ve toplumsal iyileşme için travmanın tanınması, konuşulması ve anlamlandırılması elzemdir. Travmanın suskunluktan anlatıya dönüşmesi, yalnızca bireyi değil, kuşakları da özgürleştirebilir.
Kaynakça
- Danieli, Y. (1998). International handbook of multigenerational legacies of trauma. Springer.
- Schore, A. N. (2003). Affect dysregulation and disorders of the self. W. W. Norton & Company.
- Yehuda, R., Daskalakis, N. P., Lehrner, A., Desarnaud, F., Bader, H. N., Makotkine, I., … & Bierer, L. M. (2016). Influences of maternal and paternal PTSD on epigenetic regulation of the glucocorticoid receptor gene in Holocaust survivor offspring. American Journal of Psychiatry, 173(8), 856–864. https://doi.org/10.1176/appi.ajp.2016.15121571