Pazartesi, Ağustos 4, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Krallar, Kral Çıplak Diyemeyenler: Kral Değil, Kuklacı Olanlar ve Kuklalar

Çocuk bağırdı: “Kral çıplak!”

Herkesin sustuğu bir anda biri gerçeği söyledi.

Ama, sahi kral kimdi?

Kendine “Kral Çıplak” Diyemeyenler

Kendi çıplaklığına bakamayan biri, başkasının zırhını sökmeye çalışır. Öfkesine, kıskançlığına, utancına isim veremeyen kişi, çoğu zaman bu duygularla yüzleşmek yerine onları başkalarına yansıtır. Bastırılmış öfke, değersizlik, reddedilmişlik hissi bunlarla yüzleşemeyen biri için dış dünya bir sahnedir. Kuklacılar, duygularını inkâr ettikçe kontrol arzusuna tutunur ve böylece onlarla yüzleşmek zorunda kalmazlar; kuklacı sahnedeki rolleri yaratır, kuklalar ise o rolde görünür olmayı kabul eder.

Kuklacılar, makyavelist ya da psikopat değillerdir; ama duygularını redd terse etmiş, hatta bu reddi bir “kişilik biçimi” hâline getirmişlerdir; sadece başkalarını değil, kendilerini de kandırırlar. Kukla ise çoğu zaman her şeyin farkındadır. Ama yine de orada kalır çünkü sahnede ona da bir rol verilmiştir. Kuklacının sunduğu “görünürlük” ve “anlam” hissi, sahte de olsa bir aidiyet duygusu yaratır. Bu psikolojik durumu açıklayan kavramlardan biri ikincil kazançtır: Gerçek sorun değişmez, ama kişi sempati, korunma ya da tanınma elde eder. Zamanla kukla da kendi kendisine yazabileceği tek rolü keşfeder: mağdur. Bu rolü oynamak onun özgürleşmesini sağlamaz, yalnızca zincirlerini süsler; en vazgeçilmez kukla olmak için.

Her iki taraf da aynı şeyden korkar: Çıplak kalmak ham hâliyle görülmek. Ama aralarındaki fark şudur: Kuklalar, pasif agresyonu hayatta kalmak ve içsel öfkesini saklamak için kullanır: sınır koyamayan, öfkesini ifade edemeyen bireylerdir. Bu nedenle pasif agresyonu duygularını koruyucu bir savunma olarak kullanırlar. Kuklacılar ise, pasif agresyonu başkalarını yönlendirmek ve kendi üstünlüğünü sürdürebilmek için kullanır: güç ve kontrolü doğrudan kullanmadıkları zamanlarda, pasif agresyonu duygusal manipülasyon aracı olarak kullanırlar. Küserek, ima ederek, “kırıldım ama sen bilirsin” diyerek ipleri ellerinde tutarlar.

Kuklacıların Dünyası

Kuklacı, kendi kimliğini içsel bir özden değil, başkaları üzerindeki etkisinden türetir. Ne istediğini tam bilmez, ne sevdiğini, ne sevildiğini içselleştirebilir; çünkü gerçek benliği ile var değildir. Duygularına çocuklukta alan açılmamıştır; bu nedenle duygusal okur-yazarlığı gelişmemiştir. Kendini ve sınırlarını bilmez; bir başkasının sınır çizmesi de onun için çok tetikleyicidir, çünkü sınır, onun bilinçdışındaki kaosu görünür kılar. Ve en büyük korkusu, kendi savunmasız benliğiyle yüzleşmektir. Hatta siz sahneden ayrılsanız bile, kuklacı sizin imgenizle oynamaya devam edebilir; sizin “onun gözündeki hâlinizi” kontrol etmeye çalışır. Bu, onun en sağlıksız ama en tipik özelliğidir: gerçekte olmayan bir bağ üzerinden sizi yönetmek. Bu, psikanalitik olarak bir tür sabitlenmiş kin, sahte bağ ve kontrol aracıdır.

Kuklaların Dünyası

Zamanla kendi duygularına yabancılaşırlar. Sınır çizmek, özgürleşmek istese de suçluluk hisseder, korkar çünkü, kuklacının ona verdiği sahte kimliği gerçek zanneder; kuklacının yanında kalarak “güvende” hissetmek ister; bu, gerçek bir güvenlik değil, sadece tanıdık bir zincirdir. Kendini “kandırıldığını bilen ama kandırılmaktan başka seçeneği olmayan” biri gibi hisseder çünkü zincir tanıdık olduğunda, özgürlük bile tehdit gibi gelir.

Kuklacı Kral Olabilir mi?

Psikolojik olgunlaşma kuramları (örneğin Erikson’un gelişim evreleri ya da Kernberg’in kişilik bütünlüğü modeli), gerçek gücün dışsal kontrol değil, içsel tutarlılık olduğunu söyler. Kuklacı bir birey, ancak savunma düzeneklerini fark ettiğinde ve bunları çözümlemeye gönüllü olduğunda değişim başlayabilir:

  • Bastırdığı utancı kabul ettiğinde,
  • Projeksiyon yerine içgörü geliştirdiğinde,
  • Kontrol etme ihtiyacı yerine ilişki kurma arzusunu beslediğinde,
  • “Güçlü görünme” savunusu yerine “savunmasız olabilme cesareti” gösterdiğinde,
    Yani kendi duygularının sorumluluğunu alabilen, başkasının sahnesine hükmetmeden kendi zemininde var olabilen bir birey olduğunda kral olabilir.

Peki Ya Kukla?

Kukla, kendi duygularını inkâr etmekten vazgeçtiğinde “kral” olabilir. Bunun için:

  • Maruz kaldığı duygusal manipülasyonu fark etmesi,
  • Dünyaya karşı içselleştirdiği “kurban kimliği”ni sorgulaması,
  • Sevgi ve onayın edilgenlikle değil, sınırlarla kazanılabileceğini öğrenmesi gerekir.
    Psikanalitik olarak bu, gerçek benlik ile sahte benlik arasındaki farkı görebilmek ve tercihini birinciden yana yapabilmek anlamına gelir. Aynı zamanda kukla, ilişkideki bağımlılığı çözümleyip bireysel kimliğini yeniden inşa etmelidir buna “kendilik ayrışması” denir. Kukla kral olabilir, çünkü “görünür olmak” için değil, “gerçek olmak” için yaşamaya başlar. Ve kendi hayatını başkasının sahnesinden değil, kendi iç pusulasından yönetir.

Peki Kral Nasıl Zaten Kraldır?

Kral, duygularının dilini çözen ve onlarla bilinçli bir ilişki kurabilen kişidir; bu içsel kapasite, modern psikolojide hem duygu düzenleme becerisi hem de mentalizasyon yetisi ile tanımlanır. Bu kuklacı ve kukla için, “duygusal regülasyon” kapasitesi ve “mentalizasyon” becerisinin gelişmesiyle hem kendi iç dünyasını hem başkasının içsel deneyimini yargılamadan okuyabilmekle mümkündür. Mentalizasyon, bireyin hem kendi hem de başkasının zihin durumlarını (duygu, niyet, arzu, düşünce) yorumlayabilme kapasitesidir. Asıl kral, yalnızca duygularının adını koymaz; onların hangi psikolojik bağlamda, ne tür bir içsel dinamiğin sonucu olarak ortaya çıktığını da anlamlandırır. Öfkeye sadece “öfke” demekle kalmaz; onun hangi özsaygı kırılmasına, hangi ilişki ihtiyacına bağlandığını da görür. Öfkesinin aslında bastırılmış bir hayal kırıklığının sinyali olduğunu, bu hayal kırıklığının geçmişte karşılanmamış bir ihtiyaca dayandığını ve o ihtiyacın da çoğu zaman sevgisiz kalmış, görülmemiş çocuk yanına uzandığını fark eder.

Mentalize edebilen bir zihin:

  • Duyguları nesnelleştirir ama reddetmez.
  • Onlarla özdeşleşmeden ilişki kurar.
  • Tepki vermek yerine anlama ve dönüştürmeye yönelir.

Kral, ne duygularını örter, ne de onların esiri olur; duyguya kapılıp gitmek yerine, onun rehberliğinde bilinçli bir yol seçer; duygular tehdit değil; bilgi taşıyan, yön gösteren içsel pusulalardır. Bu, bilişsel yeniden yapılandırma ve reflektif işlevsellik kapasitesinin birleştiği noktadır yani kişi bir duyguyu yaşarken sadece “Ben böyle hissediyorum” demekle kalmaz, aynı zamanda “Bu duygu nereden geliyor?”, “Geçmişte benzer ne olmuştu?”, “Bu bana ne anlatmaya çalışıyor?” diye de sorar.

Örnek:

Aylarca emek verdiğiniz bir projeyi sundunuz. Bir teşekkür veya tebrik yerine sadece “görevini yapmışsın” denildi. İçinizde hayal kırıklığı, kırgınlık ve görünmezlik hissi belirdi. Bunu ilk anda “Sorun yok” diye geçiştirdiniz ama içinizden bir şey burkuldu.

Reflektif işlevsellik: “Şu an takdir edilmediğim için kırgınım. Ama bu sadece bugünkü durumla ilgili değil. Bu duygu, çocukken başardıklarımın görülmemesiyle oluşan ‘yetmeme’ hissine dokundu. Sanki ne yaparsam yapayım hep eksik kalacakmışım gibi…”

Bilişsel yeniden yapılandırma stratejisi: “Demek ki, değer görme ihtiyacım hâlâ canlı. Ama bu ihtiyacı yalnızca dış onaya bırakırsam her an kırılabilirim; bu emeğimle gurur duymayı kendim öğrenmeliyim. İçsel onay, dış onayın yerini bir ölçüde alabilir.”

Bu, “asıl kral”ın yoludur, onun sahip olduğu en derin yetidir: görülmese bile kendini gören, takdir edilmese bile değerini bilen insanın yolu. Gerçek olgunluk, duyguları yok saymak değil; onları anlamak, taşıyabilmek ve içsel olarak bütünleştirebilmektir.

Peki Kral Neden Hiç Çıplak Olmaz da Hep Kazanır?

Çünkü kral çıplak diyebilir; duygularını, sağlıklı bir şekilde taşımayı bilir. Çünkü kuklacı oyunu kuruyordur, kukla oynuyordur: Ama kral, gerçek bir insandır ve kendi hayatını yaşıyordur.

Feyza Taş
Feyza Taş
Feyza Taş, bilişsel sinirbilim ve psikoloji alanında uzmanlaşmış bir psikolog ve araştırmacıdır. Çalışmaları, bağımlılık, cinsel işlev bozuklukları, epistemik süreçler ve sağlıklı yaşam davranış örüntüleri gibi konuların psikolojik ve nörobilimsel temellerini kapsamaktadır. Ayrıca, duygusal manipülasyon, medya-psikoloji etkileşimi ve toplumsal dinamiklerin bireysel bilişsel süreçlere etkisi üzerine araştırmalar yürütmektedir. Sanal gerçeklik deneyleriyle algısal süreçleri incelerken, klinik çalışmalarında Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), Mindfulness ve Motivasyonel Görüşme tekniklerini uygulamaktadır. Akademik araştırmalarının yanı sıra, yazılarıyla psikolojiyi daha açık, anlaşılır ve işlevsel bir perspektiften ele almayı psikolojik metakognisyonu güçlendirmeyi ve bireysel ve kolektif iyi oluşu desteklemeyi amaçlamaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar