Hayatın en erken döneminde, henüz sözcüklerle tanışmamışken bile duygularla kurduğumuz ilişkiler, gelecekte seveceğimiz insanları belirlemede oldukça etkilidir. Partner yani eş seçimlerimiz çoğu zaman sadece sevgiyle, ilgiyle ya da beğeniyle değil, çocukluktan bildiğimiz, aşina olduğumuz duygusal örüntülerle de paraleldir. Çünkü kimi sevdiğimiz, aslında hayatımızda eksik hangi parçayı tamamlamak istediğimizle ilişkilidir. Kök ailemiz yalnızca biyolojik değil; aynı zamanda duygusal, zihinsel ve ilişkisel kodlarımızın yazıldığı ilk sahnedir. O sahnede öğrendiğimiz her duygu sevgi, kaygı, terk edilme, kabul görme ileride romantik ilişkilerde karşımıza yeni yüzlerle ama tanıdık hislerle çıkar.
Bağlanma Kuramı ve Partner Seçimi
John Bowlby’nin (1988) bağlanma kuramında, çocuklukta kurulan ilişkilerin, yetişkinlikteki yakın bağlar üzerinde belirleyici olduğu ortaya koyulur. Sevginin koşullu verildiği bir evde büyüyen birey, koşulsuz sevilmenin nasıl bir his olduğunu yetişkinliğinde çözümlemekte zorlanabilir. Ya da duygusal mesafeyle büyümüş biri, sevgi göstermeyen partnerleri “ev” gibi hissetmeye başlayabilir. Çünkü bilinçdışı, benzeyeni hemen tanır. Tanıdık olan sağlıksız ya da kaotik olsa bile onu güvenli sayar; çünkü tüm olumsuz olasılıklar onun aşina bir limandır.
Psikoterapist James Framo’nun (1992) yaklaşımı da bu fikri destekler: Bireyler yetişkinlikteki ilişkilerinde, içsel çocuklarının doyurulamayan duygusal ihtiyaçlarını telafi etmeye çalışır. Partner arayışı, çoğu zaman bir sevgiliden öte; eksik kalmış bir ebeveyn figürünü yeniden “kazanma” çabasıdır. Bu da seçimlerimizi özgürce yaptığımızı düşünürken, aslında tekrar ettiğimiz döngülere sıkışabileceğimiz anlamına gelir.
Ayrışma ve Duygusal Örüntüler
Peki, öyleyse herkes kendi ailesiyle benzer kişilere ya da ilişkilere mi çekiliyor? Hayır. Bunun temel nedeni “ayrışma”dır. Bowen’ın (1978) aile sistemleri kuramı, duygusal ayrışmanın önemine dikkat çeker. Kök ailesinden duygusal olarak ayrılamamış bireyler, ilişkilerine bu bağları taşırlar. Partnerlerini ya ailesine benzetir ya da ailelerinden öğrendikleri iletişim ve çatışma kalıplarını partnerlerine ve ilişkilerine yansıtır. Bu durumda, bireysel sınırların silikleşmesine, ilişkide benliğin kaybolmasına neden olabilir.
Benlik ayrışması, hem aileye bağlı kalabilmeyi hem de kendi iç sesini duyabilmeyi gerektirir. Ancak bireyin kendine dair farkındalığı yoksa, hayattan ve bir ilişkiden istek ve beklentileri nedir sorgulamazsa, çocuklukta öğrendiği ilişki kalıplarını ve içsel çocuğun izlerini her ilişkisine taşır. Bir ömür, “kendi ilişkisinde bile kendisi olamama” riskiyle karşılaşır. Örneğin; sorunların konuşulmadığı bir evde büyüyen biri, ilişkilerinde de susmanın tek çözüm olduğunu düşünebilir. Ya da çocukken sıkça eleştirilen biri, partnerine karşı ya aşırı alınganlık ya da eleştirellikle yaklaşabilir.
Kültürel Bağlam ve Partner Seçimi
Kültürel bağlama baktığımızda, Türk toplumunda partner seçiminin, çoğu zaman yalnızca bireysel bir mesele değil; kolektif bir karar olduğunu görüyoruz. Partner seçim sürecinde aile onayı, toplumsal rollerle uyum ve kültürel değerlerle örtüşme, belirleyici kriterler olur. Yapılan araştırmalar, bireylerin eş seçiminde aile onayını, benzer yaşam tarzı ve değerlerin uyuşmasını öncelikli gördüğünü göstermektedir (Kalkan & Kaya, 2020). Bu da bireyin yalnızca kendi arzularına göre değil; kuşaklar boyunca aktarılan beklentilere göre de seçim yaptığını ortaya koyar.
Geçmişin İzlerini Dönüştürmek
Ancak bu bir kader değildir. Kök ailemizle kurduğumuz bağlar, geçmişte kalmış olsa da, etkileri bugünü şekillendirir. Ve bizler, geçmişi anlamaya başladığımız anda o etkiyi dönüştürebiliriz. “Neden hep benzer ilişkiler yaşıyorum?” sorusu, yalnızca bir yakınma değil; bir uyanıştır. Fark etmek, özgürleşmenin ilk adımıdır. Fakat farkındalık yalnızca geçmişi görmek değil; bugünü bilinçle şekillendirebilmektir. Seçimlerimizi değiştirmek için önce kendimizi tanımak ve içgörümüzü artırmamız gerekir.
Kendi Yolumuzu Farkındalıkla Açmak
Sağlıklı bir ilişki yalnızca “doğru kişiyi” bulmakla değil, o kişiyle nasıl bir ilişki kurduğumuzla ilgilidir. Aşağıdaki sorular, duygusal örüntülerimizi tanımak ve seçimlerimizi yeniden değerlendirmek için bize rehberlik edebilir:
- Bu kişiye neden çekiliyorum? Onunla olmam bana hangi ilişkiyi ya da duyguyu hatırlatıyor?
- İlişki içinde hissettiğim güven, sevgi ya da korku; tanıdık mı?
- Partnerime yönelik beklentilerim, gerçekten onunla mı ilgili; yoksa geçmişte alamadıklarımı telafi etme çabam mı?
- Bu ilişkide kendi sınırlarımı çizebiliyor muyum, yoksa başkasının beklentileriyle şekilleniyor muyum?
- Kendi duygularımı ifade etmekte özgür müyüm, yoksa reddedilme korkusuyla susmayı mı tercih ediyorum?
- Bu ilişki beni büyütüyor, geliştiriyor, içsel alanımı genişletiyor mu? Yoksa eski bir döngüyü yeniden canlandırıyor mu?
- Bu seçimi yaparken yalnız mıyım, yoksa içimde geçmişten kalma birçok ses mi konuşuyor?
Kendi iç sesimizi gerçekten duymaya başladığımızda, seçimlerimiz de dönüşmeye başlar. O zaman sevgi, yalnızca bir başkasına duyulan bir his olmaktan çıkar; aynı zamanda kendimize gösterdiğimiz sadakatin bir parçası haline gelir.
Sonuç
Unutmayalım: Partnerimizi seçerken aslında sadece bir ilişki kurmuyoruz; aynı zamanda kim olmak istediğimize, nasıl bir hayat inşa etmek istediğimize ve hangi duyguları yeniden yazmak istediğimize de karar veriyoruz. Gerçek seçim, geçmişin gölgesinde değil; bugünün bilincinde yapılan seçimdir.
Kaynakça
- Bowlby, J. (1988). A Secure Base: Parent-Child Attachment and Healthy Human Development. Basic Books.
- Bowen, M. (1978). Family Therapy in Clinical Practice. Jason Aronson.
- Framo, J. L. (1992). Family-of-Origin Therapy: An Intergenerational Approach. Brunner/Mazel.
- Kalkan, M., & Kaya, F. (2020). Partner seçiminde aile onayının rolü: Kültürel ve psikolojik etkenler. Türk Psikolojik Danışma ve Rehberlik Dergisi, 10(4), 45–60.