İnsanlar Neden Kaotik İlişkileri Tercih Eder ve Trajik Dizilere İlgi Duyar?
İnsanlar olarak neden kaotik ilişkileri daha sakin ve stressiz ilişkilere tercih ederiz? Neden trajik dizilere bu kadar ilgi duyarız? Bu sorular, yalnızca bireysel tercihlerimizin ötesinde, insan beyninin nasıl çalıştığına dair derin psikolojik ve nörobiyolojik temellere dayanır. Drama, bizi hem biyolojik hem de toplumsal olarak etkileyen bir fenomendir ve hayatımızın her alanında varlığını hissettirir. Bu yazıda, insan zihninin drama bağımlılığını bilimsel araştırmalar ışığında ele alacağız.
İnsan Zihni Neden Dramayla Beslenir?
Drama bağımlılığı, salt bir keyif alma mekanizmasının ötesinde zihnimizin nasıl çalıştığıyla doğrudan ilişkilidir. İnsan zihni, özellikle belirsizlik içeren ve duygusal olarak yoğun hissettiren durumlara karşı duyarlılığı yüksek bir yapıdadır.
- Artan Dopamin Salgısı: Araştırmalar, insan beyninin yoğun duygu deneyimleri sırasında yüksek oranda dopamin salgıladığını göstermektedir. Dopamin, beynin ödül sistemiyle doğrudan ilişkili olan bir nörotransmitterdir ve insanları tekrarlayan biçimde aynı tür deneyimlere yönlendirebildiği bilinmektedir. Duygusal tepkiler, stresin bir sonucu olarak nörotransmitterlerin, özellikle de dopaminin salınımını artırır. Duygusal yoğunluğu yüksek olan dramalar, bu senaryoları tüketen kişilerde bir çeşit dışsal gerilim oluşturur. Bu durum, zihnimizin seveceği türden, çözülmesi gereken bir olay kurgusu oluşturur. Beyin, bu kurgunun çözüldüğü ve sona ermiş bir dramayı rahatlama olarak algılar ve bu rahatlamayı dopamin salınımı ile ödüllendirir. Dolayısıyla beynimiz bu uyaranlardan haz alır.
- Stres ve Kortizolün Rolü: Kaotik durumlar, hipotalamik-hipofiz-adrenal (HPA) aksının aktivasyonu yoluyla vücutta stres hormonlarından biri olarak bilinen kortizol salınımını tetikler. Ancak ilginç bir şekilde, bazı insanlar bu stresli durumlara daha fazla çekilir. Araştırmalar, erken çocukluk döneminde sürekli strese maruz kalan bireylerde, kortizol düzeylerinin işlevsiz bir şekilde düzenlendiğini göstermektedir. Dolayısıyla erken çocukluk döneminde sürekli strese maruz kalan bu bireyler, yetişkinlikte yüksek stres içeren durumlara karşı daha toleranslı hale gelebilmekte ve bilinçsiz olarak bu tür ortamlara çekilebilmektedir. Bu durum, erken çocukluk döneminde düzensiz ve stresli ilişkiler deneyimleyen bireylerin, yetişkinliklerinde benzer toksik ilişki dinamiklerine duyduğu ilgiyi artırabilmektedir.
Kaotik İlişkilerin Toksik Döngüsü Nasıl Oluşur?
Bowlby’nin (1969) bağlanma teorisine göre, insanların erken çocukluk döneminde bakım verenleri ile kurdukları ilişkilerin ışığı, yetişkinlikte kurdukları romantik ilişkilerinin yolunu aydınlatmaktadır. Dolayısıyla kaotik ilişkilerin temelinde bazı psikolojik faktörlerin yer aldığı söylenebilir.
- Bağlanma Stilleri ve Toksik İlişki Dinamikleri: Özellikle kaygılı ve kaçıngan bağlanma stiline sahip olan bireylerin duygusal yoğunluğu daha yüksek ilişkilerde bulunma eğilimi olduğu bilinmektedir. Bu bireyler, kendilerine ilişki içinde bazen sevgi dolu ve şefkatli, bazen de uzak davranan partnerleri daha çekici bulabilmektedir.
- Duygusal Bağımlılık: Kaotik ve toksik ilişkiler, Psikiyatrist Stephen Karpman (1968) tarafından geliştirilen ve Drama Üçgeni (Drama Triangle) olarak bilinen psikolojik modelle açıklanabilir. Bu modele göre, bireyler sıklıkla “kurban”, “kurtarıcı” ve “zorba” rollerini oynarlar. Bu döngü, tarafların sürekli olarak birbirlerine bağımlı hale gelmesine neden olur.
- Travmaların Tekrarı: Van der Kolk (2014), kaotik ilişkilere çekilen birçok insanın çocukluk döneminde istikrarsız bir aile ortamında büyüdüğünün altını çizmektedir. Bu bireyler, farkında olmadan geçmiş travmalarını tekrar eden ilişkilere girme eğiliminde olabilmektedir.
Neden Acıyı İzlemekten Keyif Alıyoruz?
Dramatik hikayelerde, karakterlerin yaşadığı zorluklar ve olumsuzluklar, izleyicilerin kendisini bu olaylarla özdeşleştirmesine neden olur. İnsan beyni, başkalarının yaşadığı duygusal ve psikolojik deneyimleri dolaylı bir şekilde yaşama eğilimindedir. Bu durum, özellikle zorlu yaşam koşullarını ve zorlukları izlerken hissedilen empatik tepkilerle ortaya çıkar. Beyin, bu deneyimleri güvenli bir şekilde dolaylı olarak yaşamayı tercih eder. Gerçek hayatta bu kadar dramatik olayların içine girmemekle birlikte, dramalar ve trajik hikayeler, beynimize bu tür yaşantıları uzaktan izleme fırsatı sunar. Özellikle trajik diziler izlemek, insanların duygusal zekalarını geliştirmesine yardımcı olabilir ancak aynı zamanda bağımlılık yapıcı bir hale de gelebilir.
- Ayna Nöronlar ve Empati: İnsan beyni, başkalarının acılarını gözlemlediğinde, onları bizzat yaşamış gibi tepki verebilir. Ayna nöronlar sayesinde, izlenilen sahnelerdeki olaylar, sanki izleyen kişinin başına geliyormuş gibi oyuncuların duyguları ile eşdeğer şekilde hissedilir. Bu nedenle, trajik kurgusal metinler, diziler ve filmler insanları hem üzer hem de tatmin eder.
- Negatif Duyguların Katarsis Etkisi: Aristoteles’in “katarsis” kavramına göre trajediler insanlarda acıma ve korku duyguları uyandırarak bu duygulardan arınmayı (katarsis) sağlar. Araştırmalar da bu savı destekler nitelikte, dramatik filmler izleyen kişilerin, filmin ardından duygusal olarak hafiflediklerini ve stres seviyelerinin azaldığını göstermektedir.
- Sosyal Bağların Güçlenmesi: Popüler diziler, insanlar arasında ortak bir konuşma noktası oluşturarak sosyal bağları güçlendirebilir. İnsanlar, benzer trajik hikayeleri izleyerek duygusal bağ kurabilir ve kendilerini bir topluluğun parçası gibi hissedebilirler.
Sonuç: Dramanın Pençesinden Kurtulmak Mümkün mü?
Kaotik ilişkilerin ve dramatik hikayelerin, sadece bireysel tercihlerimizden değil, çocuklukta şekillenen bağlanma stillerimizden, nörotransmitterlerimizin salgılanma biçiminden ve sosyal aidiyet ihtiyaçlarımızdan beslendiği söylenebilir. Öyle ki, bazı insanlar için drama bir heyecan kaynağı iken, bazıları için içsel çatışmaların yeniden başlaması ve çözülmesi çabasıdır. Sonuç olarak, drama ve kaos bazı bireyler için güvenli bir mesafede duygusal deneyimler yaşama fırsatı sunarken, bazı bireyler için hayatın kaçınılmaz bir parçasına -ve hatta bağımlılığa– dönüşebilir. Ancak gerçek iyileşme, dramatik sahnelerin ötesinde, kendi psikolojik dinamiklerimizi anlamaktan ve duygusal ihtiyaçlarımızı sağlıklı ilişkilerle karşılamaktan geçer. Kaosun bireysel ifadesini anlamak, ona bağımlı olmaktan özgürleşmenin ilk adımıdır.
Kaynaklar
- Bowlby, J. (1969). Attachment and Loss (No. 79). Random House.
- Karpman, S. (1968). Fairy tales and script drama analysis. Transactional Analysis Bulletin, 7(26), 39-43.
- Van der Kolk, B. (2014). The Body Keeps the Score: Brain, Mind, and Body in the Healing of Trauma. New York.