Pazartesi, Ağustos 4, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Kalbimi Bildirim Sesine Bağladım: Dijital İlişkilerin Erozyonu

Günümüz ilişkilerinde çöküşe en çok zemin hazırlayan unsurlardan biri, çoğu zaman farkında bile olunmadan beslenen dijital beklentilerdir. “Story’mi görmedi”, “Paylaşımımı beğenmedi”, “O beni takipten çıkmış” gibi cümlelerin, dostlukları ve hatta aile ilişkilerini zedeleyecek kadar güçlü bir etkisi olduğu bir çağda yaşıyoruz. Beğeniler, takipler, emoji tepkileri; artık birçok kişi için adeta bir sevgi dili haline geldi. Oysa bu sanal göstergeler, ilişkilerin gerçek temellerini sarsan ve bizi içten içe tüketen görünmez bir tahakküm kuruyor.

Kişisel etkileşimlerin yerini ekranlar aldığında, duygusal bağlarımız da zayıflamaya başlıyor. Eskiden bir kahve içip sohbet ederek çözülen kırgınlıklar, şimdi algoritmaların arkasına saklanmış dijital beklentilerle büyüyor. Bir arkadaşımızın bizim gönderimizi beğenmemesi, otomatik olarak “artık beni sevmiyor” ya da “bana mesafe koydu” düşüncesini doğurabiliyor. Bu düşünce genellikle sorgulanmadan doğru kabul ediliyor ve sosyal medya bir anlamda duygu okuma aracı olarak kullanılmaya başlanıyor.

Psikolojik Yansımalar

Peki, neden dijital tepkilere bu kadar anlam yüklüyoruz? Cevap, insan doğasında gizli. İnsan; görülmek, duyulmak, fark edilmek ister. Aidiyet ve sevgi ihtiyacı, Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde bile temel bir basamak olarak yer alır; insanın varoluşsal gereksinimlerinden biridir. Eskiden bu ihtiyaçlar fiziksel temas, göz teması, samimi konuşmalar yoluyla karşılanırken; günümüzde bu yerini dijital etkileşimlere bırakmış durumda. Beğeni, yorum, emoji… Tüm bunlar, bir nevi “ben buradayım, seni fark ettim” mesajı haline geldi.

Ne var ki dijital sinyaller, duygusal derinlikten yoksun ve gelip geçici izler bırakır yalnızca. Gerçek bağları temsil etmekten çok uzaklar. Kişi, dış dünyadan gelen bu onay sinyallerine bağımlı hale geldikçe, öz değer duygusu da dışsal faktörlere endeksleniyor. Bu da duygusal olarak kırılgan, güvensiz ve kolay incinen bireyler yaratıyor.

Algı Yanılsamaları ve Bilişsel Çarpıtmalar

Bu süreçte en sık karşılaşılan psikolojik mekanizmalardan biri de bilişsel çarpıtmalardır. Özellikle zihin okuma ve felaketleştirme gibi bilişsel çarpıtmalar, sosyal medya etkileşimlerinde sıklıkla kendini gösterir. Bir kişinin gönderimizi beğenmemesi, doğrudan “artık beni sevmiyor” şeklinde kesin yargıyla yorumlanır. Oysa gerçek, çok daha farklı olabilir: kişi o gün sosyal medyada aktif olmayabilir, paylaşımı fark etmemiş olabilir ya da zihni meşgul olabilir. Ancak zihnimiz, hızlı bir biçimde olumsuz senaryoyu gerçek kabul ederek duygusal bir tepki üretir.

Bu da ilişkilerde kırgınlıklar, içe kapanmalar ve hatta mesafeleşmelerin önünü açar. Sosyal medya, iletişim için bir araçken; artık ilişki dinamiklerinin ta kendisi haline geliyor. Ve ne yazık ki bu yeni normlar, daha çok yabancılaşma ve yüzeysellik getiriyor.

Sosyal Kıyas ve Duygusal Yoksunluk

Bir diğer psikolojik etki de sosyal kıyas. Bazen bir arkadaşımızın başkalarının paylaşımlarına ilgi gösterip bizimkini görmezden gelmesi, değersizlik duygusunu tetikleyebilir. Bunun arkasında da “ben yetersizim” inancı, çocuklukta temellenmiş öz değer sorunları ya da terk edilme şemaları yatabilir. İnsan, sürekli dış dünyadan gelen dijital sinyallere bakarak kendi değerini ölçmeye başladığında, ruhsal bütünlüğü zarar görebilir.

Sosyal medyada yaşananları bu kadar içselleştirmemizin altında, geçmişte doyurulamamış duygusal ihtiyaçların sessiz izleri yatıyor olabilir. Gerçek hayatta görülmediğini hisseden birey, dijital dünyada görülmek için daha çok çabalar. Bu da dijital bağımlılığı körükler ve ilişkileri daha fazla yıpratır.

Çözüm: Farkındalık ve Gerçek Temas

Peki, bu görünmez tahakkümden kurtulmak mümkün mü? Elbette. Öncelikle farkındalıkla başlamak gerekiyor. Bir paylaşım beğenilmediğinde kendimize şu soruları sormalıyız: “Ben şu an ne hissettim?”, “Bu his tanıdık mı?”, “Acaba bu hissin sosyal medyayla ne kadar ilgisi var?” Bu sorular, iç dünyamıza doğru farkındalık dolu bir kapı aralarken, bizi otomatik düşünce kalıplarının tuzağından da korur.

İkincisi, gerçek bağları dijital olanın önüne koymak gerekiyor. Bir dostun paylaşımını beğenmektense, onu aramak, sesini duymak, bir kahve içmek çok daha iyileştiricidir. Çünkü gerçek bağlar, sanal olanın ötesindedir.

Son olarak, dijital beklentilerimizin farkına varmalı ve bunları yönetebilmeliyiz. Her beğeni ya da takip, gerçek bir sevgi ya da değer verme anlamına gelmeyebilir. Sevgi, emek ister. Görülmek, yalnızca bir emojiyle değil, yürekten bir bakışla mümkündür.

Son Söz

Sosyal medya, gerçek hayatın tamamı değil, yalnızca bir vitrin ve sahne perdesidir. İnsanlar burada kendi ideallerini yansıtarak var olurlar. Bu yüzden dijital dünyadaki her tepki ya da tepkisizlik, gerçek bağların aynası değildir. Gerçek yakınlık, samimiyet ve sevgi; algoritmalarla değil, empati, anlayış ve emekle beslenir.

Dijital beklentilerle örülmüş duvarları yıkmak ancak içten bir temasla mümkün olabilir. Çünkü görünmeyen bağların yükünü ancak gerçek sevgi hafifletebilir. Seni gerçekten seven biri, beğeni tuşlarından değil, yüreğinden dokunur; gözlerinle görür, sesinle hisseder. İlişkilerdeki dijital tahakkümden kurtulmak, özgürleşmek ve derin bağlar kurmak isteyen herkes için bu farkındalık ve eylem, büyük bir adım olacaktır. Sanal dünyadaki göstergeler gelip geçicidir; gerçek ve kalıcı olan, kalpten kurulan gerçek bağlardır. Kendimizi ve ilişkilerimizi, algoritmaların değil, insanlığımızın belirlemesine izin verelim.

Nazlı Obut
Nazlı Obut
İnsan hayatına dokunabilme misyonunu benimseyerek psikologluk mesleğini seçip bu ideolojide çalışma hayatını şekillendirmiştir. 2010 yılında stajını Bakırköy Adalet Sarayı, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesinde tamamladı. Çalışma hayatını sürdürürken klinik üzerine yüksek lisansını tamamlamakla birlikte çocuk, genç ve yetişkin klinik değerlendirme ve psikoterapi eğitimlerini alanında ödüllü profesörlerden aldı.2012 yılında ağır ibareli yatılı terapi merkezinde psikolog ve yönetici pozisyonunda çalışmış olup daha sonra kamu kuruluşunda çocuk, ergen, yetişkin ve çift terapi süreçlerini yürütmüştür. EMDR, Bilişsel Davranışçı Terapiler gibi bilimsel ekolleri kullanmaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar