Pazartesi, Ağustos 4, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Kahkahaların Ardındaki Boşluk: Maskelenmiş Depresyon

“İyiyim” demek bazen bir savunma mekanizmasıdır. Günlük yaşamda her şey yolundaymış gibi davranmak, aslında içsel çöküntüyü görünmez kılmak için verilen büyük bir çabadır. Maskelenmiş depresyon tam da bu noktada kendini gösterir: Dışarıdan bakıldığında dinamik, üretken ve sosyal biri gibi görünen bir kişinin içinde, sessizce bastırılmış duygular ve görülmeyen kırılganlıklar gizlidir.

 

Depresyon her zaman gözle görünür şekilde kendini belli etmez; kişi mutsuz görünmese ya da hayattan tamamen kopmuş olmasa da bu sessiz mücadeleyi yaşıyor olabilir. Bazen depresyon; kalabalık ortamlarda gülümseyen, işlerini zamanında teslim eden, çocuklarıyla ilgilenen, hatta sosyal medyada neşeli paylaşımlar yapan birinin içindedir. Ama gece olunca, içeri döndüğünde, her şey sessizleştiğinde… işte o zaman gerçek duygular baş gösterir.

 

Modern yaşam bizden sürekli “iyi” olmamızı bekliyor. “Güçlü ol”, “şükret”, “herkesin derdi var” gibi cümlelerle duyguların üzerini örtüyoruz. İçimizde beliren en ufak bir duygusal dalgalanmayı bile bastırma zorunluluğu hissediyoruz, sanki hissetmek bile fazlaymış gibi. Çünkü duygusal olarak “zayıf” görünmek neredeyse ayıplanır hale geldi. Bu da bizi zamanla yüzümüze maske takmaya zorluyor.

 

Bu durumu yaşayan birçok kişi, aslında içinde bulunduğu ruh halinin adını bile koyamaz; farkında olmadan bu sessiz ağırlığın altında ezilir. “Ben depresyonda değilim ki, sadece biraz yorgunum”, “Herkesin kötü günleri olur” gibi açıklamalarla kendini ikna eder. Çünkü zihnindeki depresyon tanımıyla yaşadığı durum örtüşmez; “Günlük işlerimi yapabiliyorum, sorumluluklarımı yerine getiriyorum, o halde depresyonda olmam mümkün mü?” diye düşünür.

 

Oysa bu durumun başka biçimleri vardır. Örneğin, bir anne her sabah çocuklarını okula hazırlar, işine gider, akşam yemeğini yapar ama içinde bir boşluk hissiyle baş başadır. Ya da bir çalışan, ofisteki görevlerini eksiksiz yerine getirirken, toplantı arasında gözleri uzaklara dalar. Bazen insan, doğum günü pastasındaki mumları söndürürken içinden tek bir dilek bile geçiremez; çünkü umut edecek bir şey bulamaz o an. Çünkü umutla hayal kurmayı unutmuştur.Bu tür bir depresyon yaşayan kişi, çoğu zaman hayatı sanki uzaktan izliyormuş gibi sürdürür; görevleri yerine getirir ama içinde gerçek bir varlık hissi yoktur, otomatik pilottadır. Yapması gerekenleri yapar, konuşması gereken şeyleri konuşur. Ama ruhu sanki bedenden birkaç adım geridedir. Bu içsel uzaklık zamanla kişide derin bir yorgunluk, hayata karşı bir boşluk duygusu ve kendine bile yabancılaşma hissi doğurur. Kendi hayatının izleyicisi gibi hisseder. Güldüğü anlar bile sanki başkasının gülüşünü taşıyormuş gibidir.

 

Bir başka önemli belirti de ilişkilerde yaşanır. Kişi sevdiklerine karşı sabırsızlaşabilir, ani öfkeler gösterebilir ya da tamamen içine kapanabilir. Bir şeylerin ters gittiğini hisseder ama bu durumu dillendirecek kelimeleri bulamaz. Bu da onu daha çok yalnızlaştırır. Çünkü etrafındaki insanlar, onun içsel çalkantılarını fark edemez; dışarıdan her şey normal görünür.

Bazı insanlar bu duyguları başarıyla maskelemeyi öğrendikleri için, en tehlikeli kısım buradadır: kimse şüphelenmez, kimse sormaz. Oysa içsel çöküş sessiz ilerler. Gözyaşı dökmeden ağlayan, feryat etmeden acı çeken bir ruh vardır karşımızda.

 

Ve işin trajik yanı şudur: bu kişiler genellikle başkalarına çok iyi gelen, destek olan, güçlü görülen insanlardır. Herkes onlara yaslanır, danışır, yardım ister. Ama kimse o kişiye “Sen nasılsın gerçekten?” diye sormaz. Çünkü güçlü duruşu kimsenin aklına “yardıma ihtiyacı olabilir” ihtimalini getirmez.

 

Kimi zaman bu maskelenmiş depresyon; mükemmeliyetçilikle, aşırı sorumluluk alma davranışlarıyla da el ele gider. “Her şeyi ben halletmeliyim”, “Kimseye yük olamam”, “Zayıflık gösteremem” gibi içsel inançlar, kişiyi bitkinliğe sürükler. Kendine karşı acımasız bir eleştirmen olur. Dinlenmeye hakkı yoktur sanki. Oysa içindeki çocuğun tek isteği “görülmek” ve “duyulmak” tır.

 

Maskelenmiş depresyon yaşayan biri sıklıkla fiziksel belirtilerle baş başa kalır. Sürekli baş ağrısı, mide krampları, boyun ve sırt ağrıları, uykusuzluk ya da aşırı uyuma gibi şikâyetlerle sağlık kuruluşlarına başvurur. Ama yapılan tetkikler temiz çıkar. Sorun fizyolojik değil, duygusaldır. Beden konuşuyordur. Kalbin yükünü mide taşımaya başlamıştır.

 

Mesela terapi sürecindeki bir danışan, “gülümserken içim acıyor” dediğinde, bu duygunun altında yatanı fark edebilmek için durmak gerekir. Terapi süreci, bu maskeyi yargılamadan, utanmadan ve yavaşça çıkarabilmek için güvenli bir alan sunar. Kişi kendi hikâyesine dışarıdan bakabildikçe, içinde sıkışıp kaldığı döngüyü de çözümlemeye başlar.

 

Peki bu noktada ne yapılabilir? Öncelikle duygular bastırılmamalıdır. “Bu his neden geldi?” diye sormak, kendine alan açmak gerekir. Ardından sosyal destek önemlidir. Bazen sadece “ben buradayım” diyen bir dost bile fark yaratır. Bu sürecin en güvenli adımlarından biri, bir uzmanın rehberliğinde iç dünyamızı keşfetmeye cesaret etmektir.

 

Unutulmamalıdır ki, insan sadece dışarıdan değil içeriden de çözülür. Ve bazen içerideki çatlaklar ancak dikkatli bakınca fark edilir. En çok sessiz ağlayan ruhlar, duyulmayı hak eder.

 

Eğer sabahları uyanmak zor geliyorsa, hiçbir şey seni eskisi gibi heyecanlandırmıyorsa, hep yorgunsan, ama bir yandan da “ben iyiyim” diyorsan… Belki de kendine bir alan açmanın zamanı gelmiştir. Bir terapiste gitmek, duygularını konuşmak, maskeni nazikçe çıkarmak… bunlar seni yeniden sana yaklaştırabilir.

 

Unutma, depresyon sadece karanlık odalarda yaşanmaz. Bazen güneşli günlerin içinde de vardır. En gürültülü kahkahaların ardında en derin sessizlikler olabilir. Ve bazen en çok gülen insanlar, en çok anlaşılmayı bekleyenlerdir.

 

Kendine şunu sorma zamanı:

“Gerçekten iyi miyim? Yoksa sadece öyle mi görünüyorum?”

Nazlı Obut
Nazlı Obut
İnsan hayatına dokunabilme misyonunu benimseyerek psikologluk mesleğini seçip bu ideolojide çalışma hayatını şekillendirmiştir. 2010 yılında stajını Bakırköy Adalet Sarayı, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesinde tamamladı. Çalışma hayatını sürdürürken klinik üzerine yüksek lisansını tamamlamakla birlikte çocuk, genç ve yetişkin klinik değerlendirme ve psikoterapi eğitimlerini alanında ödüllü profesörlerden aldı.2012 yılında ağır ibareli yatılı terapi merkezinde psikolog ve yönetici pozisyonunda çalışmış olup daha sonra kamu kuruluşunda çocuk, ergen, yetişkin ve çift terapi süreçlerini yürütmüştür. EMDR, Bilişsel Davranışçı Terapiler gibi bilimsel ekolleri kullanmaktadır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar