Doğum, yalnızca yeni bir yaşamın başlangıcı değil, kadının kendi kimliğinde de « yeniden doğum » sürecidir. Annelik kimliği, kadınlık kimliğinin doğal bir uzantısı gibi görünse de, çoğu zaman bu iki kimliğin birbiriyle uyum sağlaması zaman alır. Klinik deneyimlerimde gördüğüm üzere, doğum sonrası süreçte birçok anne, hamilelik boyunca bebeğiyle kurduğu bağa odaklanırken, doğum sonrası kendisiyle ilgili yaşayacağı değişimleri ikinci plana atar.
Bu yeniden yapılanma sürecinde kadınlık ve annelik kimliği arasındaki denge, hem annenin psikolojik iyilik halini hem de bebeğin duygusal gelişimini doğrudan etkiler.
Kimlik Kayması ve Rol Yoğunluğu
Kadın, doğumla birlikte anne kimliğini merkeze alır. Önceden “eş, birey, çalışan, arkadaş” gibi farklı sosyal rollerin dengelendiği kimlik yapısı, artık bebeğin ihtiyaçları etrafında şekillenmeye başlar. Bu durum, ilk aylarda biyolojik ve psikolojik olarak anlaşılırdır.
Psikodinamik kuram, anneliğin bu yönünü uzun zamandır tartışır. Winnicott (1960), doğum sonrası dönemde annenin “primer anne önceliği” (primary maternal preoccupation) yaşadığını söyler. Yani anne, bebeğin ihtiyaçlarına yoğun şekilde odaklanır ve bu odaklanma geçici olarak kendi ihtiyaçlarının önüne geçer.
Bu biyolojik olarak koruyucu bir mekanizma olsa da, eğer annenin çevresinde onu duygusal ve fiziksel olarak destekleyecek bir yapı yoksa, tükenmişliğe zemin hazırlayabilir.
Klinik gözlemlerim sonucu, bu sürecin uzaması halinde annenin “Ben kimim?” sorusunu kimi zaman sesli kimi zaman iç değerlendirmesinde daha sık sormaya başladığını fark ettim. Kadınlık kimliğinin yeniden görünür kılınması, uzun vadede psikolojik dengeyi korumanın anahtarlarından biridir.
Beden Algısı ve Kadınlık Deneyimi
Doğum sonrası dönemde kadın bedeni, gebelik ve doğumun izlerini taşır. Kilo değişiklikleri, çatlaklar, hormonal dalgalanmalar ve bazen doğumun getirdiği fiziksel zorluklar, beden algısını etkiler.
Bazı kadınlar bu değişimleri güçlendirici ve gurur verici bir deneyim olarak yaşarken, bazıları için ise bedensel değişim, kadınlık hissinin zayıflamasıyla ilişkilidir.
Bahsettiğim durumu anlamlandırma şekli, kişinin geçmişine ve deneyimlerine göre şekillendirdiği nesne ilişkisine bağlı olarak oldukça çeşitlenebilmektedir.
Kadın için bedenin ve yapabilirliğin eski halinde olmadığını hissetmek; bebeğin ihtiyaçlarını anlama ve annelikle tanışma dönemini, « Yetersiz bir anneyim » olarak algılamak; eski aktivitelerden durumun doğası gereği uzak kalmak kişiyi derinden etkileyen deneyimler arasında olabiliyor.
Bu noktada, kadınlık kimliğinin korunması için bedeni yalnızca estetik ölçütlerle değil, işlevi ve yaşattığı deneyimlerle de kabul etmek; süreçte durumun ciddiyetine bağlı seviyelerde destek almak önemli bir adımdır.
Bireysel Alan ve Kendi Zamana Erişim
Doğum sonrası kimlik sürecinde, kadınlık kimliğinin sürdürülebilmesi için annenin yalnızca bebek bakımına değil, kendi ihtiyaçlarına da zaman ayırabilmesi gerekir.
Bu zaman, bazen fiziksel bakım, bazen sosyal ilişkilere devam, bazen de tek başına geçirilen sessiz dakikalar olabilir.
Bireysel alanın yokluğu, annenin tüm benliğini annelik rolüne sıkıştırır. Uzun vadede bu durum, tükenmişlik hissini artırır ve kadınlık kimliğinin görünürlüğünü azaltır.
Profesyonel gözlemlerimde, kendi zamanını yaratabilen annelerin, kadınlık ve annelik rollerini daha sağlıklı şekilde bütünleştirebildiğini görüyorum.
Toplumsal Yargılar ve İki Uçlu Mesajlar
Toplum, anneye kadınlığı konusunda çelişkili mesajlar verir. Bir yandan “önceliğin çocuğun olmalı” söylemiyle anneliği kutsallaştırır, diğer yandan “eski formuna dön”, « hem çekici kadın hem de fedakâr bir anne ol » ve “bakımlı ol” gibi beklentilerle kadını bedensel açıdan değerlendirir.
Bu ikili baskı, anne üzerinde hem annelik hem kadınlık alanında mükemmeliyetçi bir beklenti yaratır.
Annenin ruhsal durumu, bebekle kurulan bağ üzerinde doğrudan etkilidir. Bowlby’nin (1969) bağlanma kuramı bize şunu söyler: Bebek, ilk bakım vereninin duygusal tutarlılığını ve güvenilirliğini temel güven duygusunun kaynağı olarak kodlar.
Dolayısıyla, annenin kendini duygusal olarak desteklenmiş hissetmesi, bebeğin güvenli bağlanma geliştirmesi için kritik öneme sahiptir.
Toplumsal olarak “iyi anne”ye dair katı beklentiler, annenin suçluluk hislerini artırır. Oysa bilimsel veriler bize tek bir doğru ebeveynlik modelinin olmadığını, güvenli bağlanma için tutarlı ve duyarlı bakımın yeterli olduğunu söylüyor (Ainsworth, 1978).
Bu yüzden, Winnicott’un yıllar önce söylediği gibi, “iyi anne” olmanın mükemmel olmak değil, yeterince iyi (good enough) olmak olduğunu hatırlatmak isterim.
Kadınlık ve Annelik Arasında Köprü Kurmak
Kadınlık ve annelik arasında keskin bir ayrım yerine, bu iki kimliği birbirini besleyen unsurlar olarak görmek mümkündür. Bunun için bazı pratik adımlar ön plana çıkar:
-
Bedenle Yeniden Bağ Kurmak: Bedenini yalnızca estetik bir obje olarak değil, yaşam ve besleme kapasitesiyle değerlendirmek.
-
Yakınlığı Yeniden Tanımlamak: Cinselliği yalnızca fiziksel birleşme değil, duygusal yakınlaşma olarak da görmek.
-
Sosyal Rollerini Sürdürmek: Anne kimliğinin yanı sıra sosyal, mesleki ve bireysel rollere de alan tanımak.
-
Destek Mekanizmalarını Güçlendirmek: Partner, aile veya sosyal çevreden alınan desteğin yalnızca bebek bakımı değil, annenin kendi kimliğini koruması için de önemli olduğunu hatırlamak.
Kadınlık kimliği ve annelik kimliği, birbiriyle çatışmak zorunda olmayan; doğru destek, farkındalık ve zaman yönetimiyle birbirini güçlendirebilen iki kimliktir.
Küçük başarıların bile fark edilip takdir edilmesi, annenin kendi ebeveynlik kapasitesine olan güvenini besler. Doğum sonrası kimlik dengesini kurmak, yalnızca annenin ruhsal iyiliğini değil, çocuğun geliştiği duygusal ortamı da doğrudan etkiler.
Kadınlık kimliğini koruyan anneler, yalnızca kendi yaşam doyumlarını artırmakla kalmaz, aynı zamanda çocuklarına da özbakımın ve bireysel kimliğin önemini modellemiş olurlar. Bu, nesiller boyu devam edebilecek sağlıklı bir denge kültürünün temelini oluşturur.
Unutulmamalıdır ki, annelik, kadının kadınlığını azaltmaz; ancak kadınlığın görünürlüğünü azaltabilir. O görünürlüğü korumak için ise annenin kendine zaman ayırmasına hem kendisinin hem çevresinin izin vermesi gerekir.
Kaynakça
Ainsworth, M. D. S. (1978). Patterns of attachment: A psychological study of the strange situation. Hillsdale, NJ: Erlbaum.
Bowlby, J. (1969). Attachment and loss: Vol. 1. Attachment. New York: Basic Books.
Leahy-Warren, P., McCarthy, G., & Corcoran, P. (2012). First-time mothers: social support, maternal parental self-efficacy and postnatal depression. Journal of Clinical Nursing, 21(3-4), 388–397. https://doi.org/10.1111/j.1365-2702.2011.03701.x
Winnicott, D. W. (1960). The theory of the parent-infant relationship. International Journal of Psychoanalysis, 41, 585–595.