Pazartesi, Ağustos 4, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

İhtiyaç mı, Yoksa Bağımlılık mı? Sevginin İyileştirici Etkisine Eleştirel Bir Bakış

Sevgi ve Bağlanma Süreci

Sevgi, bireyin en temel duygusal ihtiyaçlarından biridir. Özellikle yaşamın erken dönemlerinde, bireyin sevgiye olan gereksinimi hem psikolojik hem de gelişimsel açıdan kritik bir rol oynar. 0–2 yaş arası bebeklik dönemi, çocuğun fiziksel, zihinsel ve duygusal gelişiminin en hızlı yaşandığı dönemdir. Bu süreçte bebek, gelişimsel yetersizlikleri nedeniyle bakım veren kişiye bağımlıdır ve bu bağımlılık ilişkisi bağlanmanın temelini oluşturur.

Bebekle bakım veren arasında kurulan bu birebir ilişki, çocuğun sağlıklı duygusal düzenleme açısından hayati önem taşır (Öztürk, 2002). Bu erken dönem ilişkisinin niteliği, bireyin ileriki yaşamındaki sevgiye bakış açısını ve yakın ilişkilerdeki tutumlarını da şekillendirebilir. Ancak bu noktada gözden kaçırılmaması gereken önemli bir konu vardır: Her birey, sevgiyle aynı şekilde iyileşmeyebilir.

Uyumsuz Şemalar ve Sevgiye Direnç

Young’un şema kuramına göre bireylerde çocukluk ve ergenlik dönemlerinde gelişen bazı temel inanç yapıları, yaşamın ilerleyen dönemlerinde uyumsuz düşünce kalıplarına dönüşebilir. Bu şemalar, stresli yaşam olayları karşısında aktifleşerek bireyin duygusal tepkilerini yönlendirir ve çoğu zaman ruhsal sorunların temelini oluşturur. Türk toplumuna uyarlanmış çalışmalarda ise beş başlık altında on dört temel uyumsuz şema tanımlanmıştır. Bunlar arasında duygusal yoksunluk, başarısızlık, sosyal izolasyon/güvensizlik, kendini feda, cezalandırılma ve terk edilme gibi bireyin duygusal dünyasını doğrudan etkileyen şemalar yer alır (Soygüt, Karaosmanoğlu & Çakır, 2009; Özbaş, Sayın & Coşar, 2012). Bu şemalar, sevgiye karşı duyarlılık ve güven oluşturma süreçlerinde engeller yaratabilir.

Travma ve Güven Kaybı

Dostoyevski’nin hapishane yıllarına dair yazılarında aktardığı bir gözlem, bu savunmacı durumu çarpıcı şekilde gözler önüne serer. Sürgün cezasını çekerken karşılaştığı bir köpek, mahkûmlar tarafından sürekli şiddete maruz kalmış, kötü muameleye alışmıştır. Zamanla biri ona yaklaştığında otomatik olarak kendini korumaya yönelik savunma pozisyonu alır. Dostoyevski, köpeğe yaklaşarak başını okşamaya çalıştığında ise köpek korkuyla uzaklaşır. Çünkü şiddete koşullanan bu canlı için sevgi artık bir güven kaynağı değil, tehdit unsurudur. Benzer şekilde, travmaya maruz kalmış bireylerin sevgi ve şefkate karşı refleksif tepkiler vermesi yaygın bir durumdur.

Sevgi ve Sağlıklı Sınırlar

Uzun süre duygusal olarak incinmiş bireylerin kendilerine sunulan anlayış ve şefkati kabul etmeleri kolay değildir. Bu noktada sevgi vermek kadar sınır çizmenin de önemi büyüktür. Kimse, içinde olmayan bir şeyi başkasına veremez. İçsel boşluklarını sevgi aracılığıyla doldurmaya çalışan bazı kişiler zamanla duygusal bir bağımlılık geliştirebilir. Bu durum, karşı tarafa sunulan sevginin sağlıksızlaşmasına ve bireyin kendi ihtiyaçlarını gözetmemesine yol açar. Sağlıklı sevgi, karşılıklı saygı ve sınırların farkında olunmasıyla mümkün olur.

Sevginin İyileştirici Gücü ve Bireysel Farklılıklar

Sevgi, şüphesiz ki insana iyi gelen, duygusal anlamda besleyici bir deneyimdir. Ancak bu deneyimin iyileştirici olması, bireyin geçmiş yaşantıları, gelişimsel süreçleri ve ruhsal altyapısıyla doğrudan ilişkilidir. Her birey, sevgiyle aynı şekilde iyileşmeyebilir. Sevgiye dair beklentilerimiz kimi zaman bir ihtiyaçtan öteye geçerek bağımlılık hâline dönüşebilir. Bu nedenle, sevgi; bir başkasını kurtarma aracı olmaktan ziyade, iki tarafın da hazır olduğu koşullarda kurulan bir bağdır.

Sonuç

Sevgi hem temel bir ihtiyaç hem de doğru kullanıldığında iyileştirici bir güçtür. Ancak geçmişte yaşanan travmalar, gelişimsel eksiklikler ve içsel şemalar sevginin etkisini sınırlayabilir ya da engelleyebilir. Bu noktada bireyin, kendi sınırlarını koruması ve başkasını iyileştirme sorumluluğunu üstlenmemesi önemlidir. Sevgi, karşılıklı emekle beslenen bir süreçtir ve herkes bir ağacın gölgesinde dinlenmeyi hak eder; ancak o ağacın kökleri sağlam değilse, gölgesi de uzun ömürlü olmayacaktır.

Kaynakça

  • Öztürk, M. O. (2002). Ruh sağlığı ve bozuklukları (s. 566–570). Ankara: Nobel Tıp Kitapevleri.
  • Soygüt, G., Karaosmanoğlu, A., & Çakır, Z. (2009). Erken dönem uyumsuz şemalar ölçeği kısa formunun psikometrik özelliklerinin incelenmesi: Geçerlik ve güvenirlik çalışması. Türk Psikiyatri Dergisi, 20(1), 1–9.
  • Özbaş, A. A., Sayın, A., & Coşar, B. (2012). Şema terapi ve bilişsel terapi uygulamaları. Anadolu Psikiyatri Dergisi, 13(4), 304–311.
Ceyda Çalışal
Ceyda Çalışal
Psikoloji lisans eğitimimi Avrasya Üniversitesi’nde onur derecesiyle tamamladım ve yetişkin psikolojisi alanında çalışmalarımı sürdürmekteyim. İnsan zihnini ve davranışlarını bilimsel perspektifle anlamaya yönelik araştırmalar yaparak, psikolojik iyi oluşu desteklemeye odaklanıyorum. Çalışmalarımda Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT), Şema Terapi, Bağımlılık Terapisi, Duygu Odaklı Terapi ve Kriz, Travma, Yas Terapisi ekollerini temel alarak bireylere destek sunuyorum. Psikoloji biliminin rehberliğinde, bireylerin duygu, düşünce ve davranışları arasındaki bağlantıyı keşfetmelerine yardımcı olmayı amaçlıyorum. Aynı zamanda ruh sağlığı alanındaki güncel gelişmeleri takip ederek, psikolojiye dair bilimsel ve farkındalık kazandırıcı içerikler üretmeye büyük önem veriyorum. İnsan psikolojisini anlamaya yönelik kaleme aldığım yazılarla Psychology Times Türkiye ailesinde yer almaktan büyük mutluluk duyuyorum. Bilimin ışığında, insan davranışlarını keşfetmeye ve psikolojiyi anlaşılır kılmaya yönelik çalışmalarımı sürdüreceğim.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar