Pazartesi, Haziran 2, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Hissizleşmenin Anatomisi: Kalbimiz Konuşmayı Ne Zaman Unuttu?

“Hiçbir şey hissedemiyorum, hissizleştim…” Cümlesini hiç duydunuz mu? Bazı insanlar için duygularını tanımak ve onları kelimelere dökmek neredeyse yabancı bir dil öğrenmek kadar zor olabilir. “Ne hissediyorsun?” sorusuna verilecek bir cevabın olmadığı zamanlar… Kalbin sıkışır, miden burkulur, boğazına bir şey düğümlenir ama adını koyamazsın. İşte bu boşluk aleksitiminin alanıdır. Aleksitimi, bireyin kendi duygularını tanıma, adlandırma ve ifade etme güçlüğü yaşadığı bir durumdur. Bu, yalnızca bir “ifade sorunu” değil; derin ilişkisel kopuklukların, empati eksikliğinin ve hissizleşmenin de temel sebeplerinden biridir.

Aleksitimi’nin Kökenleri

Bir anda hissizleşmeyiz. Bunun ardında psikolojik dinamikler vardır. Aleksitimi, bir savunma biçimidir ve çocuklukta gelişebilir. Çocukluk çağlarında duygusal ihmale uğramışsak, travmalarımız varsa ya da anne-babamızın tutumu duygularımızın bastırılmasına yönelikse, kişi kendi iç dünyasına yabancılaşabilir. Özellikle çocukların duygularını ifade ettikleri zaman ebeveynlerin buna kayıtsız kalması, uygun tepki vermemesi zamanla duyguların bastırılmasını beraberinde getirebilir. Bu insanın koruma kalkanı haline gelir zamanla. Canını acıtacak duyguları hissetmeyi reddeder. Bu öğrenilmiş duygusal kopukluk, yetişkinlikte hissizleşme ve yalnızlıkla karşılık bulur. Kişi, kendi emotionslarına yabancılaştığı gibi başkalarının duygularına da yabancılaşır.

Kültürel Faktörler ve Duyguların İfadesi

Duyguları bastırmanın bir diğer sebebi de kültürel faktörlerdir. “Ağlamak, zayıflıktır” mesajıyla büyümüş birini düşünelim. Bu kişi zamanla duygularını gizlemeyi güç olarak görebilir. Hele ki ataerkil toplumların “Erkek adam ağlamaz” gibi yaklaşımları… Oysa insan duyguların ifadesini gerçekleştirebilmeli ve ağlamanın duygusal bir tepki olduğunu normalleştirebilmelidir. Tüm bunların yanında yaşanılan psikolojik bozukluklar da kişiyi hissizleşmeye sürükleyebilir. Travmatik bir olay yaşayan birey, bu acıyı tekrar yaşamamak için bilindışı bir şekilde duygularını bastırabilir. Çünkü insanın başa çıkmadığı düşünceler ve duygulara karşı beynimiz kendimizi korumak adına duygulara ket vurabilir. Araştırmalar çocukken yeterince ilgi ve sevgi görmeyen bireylerin ileriki yaşamlarında aleksitimik özellikler gösterme olasılığının daha yüksek olduğunu ortaya koyuyor. Bu, beynin duyguları işleme kapasitesinin erken yaşta gelişememesiyle bağlantılı olabiliyor. Eğitim düzeyi kişinin duyguların ifadesi becerisinde aktif rol oynar. Duyguları ifade edecek kelimelerle pek tanışmamış, duygular hakkında konuşma fırsatı bulamamış kişiler, hislerini tanımlamakta daha çok zorlanabilir.

Duygusal Kopukluk ve İlişkiler

Psikolog Edward Tronick’in “Still Face” deneyi, duygusal tepkisizlikle karşılaşan bebeğin ne kadar derinden etkilendiğini çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Annesinin yüz ifadesi gülümseyen, sıcak bir yüz ve iletişim halindeyken bir anda donuklaşıyor. Bebek, kısa sürede huzursuzlaşıyor, iletişim kurmaya çalışıyor, annesinin ilk yüz ifadesini görmek için çabalıyor ve sonunda çaresizce geri çekiliyor. Bu deney, duygusal kopukluğun insanda ne kadar temel bir tehdit oluşturduğunu açıkça gösterir. Yetişkinlikte de bu tür “duygusal boşluk” durumları, partnerin empati gösterememesi veya duygusal sinyallere kayıtsız kalması şeklinde kendini gösterebilir. Duygular derin bir sessizliğe bürünebilir.

Aleksitimik bireyler genellikle dışarıdan “soğuk”, “duvarsı” veya “mesafeli” olarak tanımlanırlar. Oysa bu, duyguları hissetmedikleri anlamına gelmez; hissettiklerini anlamamak ve gösterememek gibi daha karmaşık bir sorunun yansımasıdır. Özellikle romantik ilişkilerde bu durum, “anlaşılmamak”, “umursanmamak” ve “sevilmemek” gibi algılara yol açar. Çünkü duygular (sevgi, kıskançlık, özlem, endişe) partnerler arasında köprü kurar ve ilişkiyi canlı tutar. Aleksitimisi olan bir partnerle birlikteyseniz, kendinizi duvara konuşuyormuş gibi hissedebilirsiniz. Varsayalım ki gününüz kötü geçti ve yüzünüz asık. Aleksitimik bir partner bunu normal karşılayabilir çünkü yüz okumakta zorlanır ve her şey normalmiş gibi gelebilir. Fark etse bile ne söyleyeceği ve nasıl destek vereceğine karar vermekte oldukça zorlanabilir. Aslında bir taraf bir şeyler beklerken bir taraf “Ne yaptım ki?” diye anlam vermeye çalışır. Bu da arada iletişimsizliğe ve duygusal kopukluğa neden olabilir.

Modern Yaşam ve Duyguların İfadesi

Günümüzde bu durum daha sık karşımıza çıkıyor çünkü modern yaşam, bireyleri duyguların ifadesinden uzaklaştırıyor. Duygular yerine mesajlar, emojiler ve hızlı geçişlerle iletişim kuran bir toplumda duyguları tanımlamak artık bir yetenek değil, neredeyse lüks haline geldi. Dijital iletişimde duygu tonu yitip gidiyor. Bir “okey” mesajı, birinin dünyasını yıkarken diğeri için sadece “onay” anlamına gelebiliyor. Dahası, sosyal medya kültürü, bireyin kendi içsel duygularını değil, dışa dönük görüntüsünü beslemeye odaklandığı bir düzlem sunuyor. Bu da içsel farkındalığın ve duyguların ifadesinin daha da geri plana itilmesine sebep oluyor.

Sonuç: Aleksitimi ile Başa Çıkmak

Aleksitimi, bir bozukluktan çok bir duygusal kopukluk biçimidir: Kendimizle ve diğer insanlarla olan duygusal bağlarımızda ortaya çıkan bir sessizlik. Ama bu sessizlik sonsuza dek sürecek diye bir kural yok. Terapi süreçleri, özellikle duyguların ifadesine ve dil kazanılmasına odaklanan terapötik yaklaşımlar (örneğin duygusal odaklı terapi), bu duygusal kopukluğun onarılmasında oldukça etkili olabilir.

Duygular kelimeyle tanınır, paylaşımla büyür, ilişkiyle iyileşir. Eğer siz de zaman zaman “Ne hissediyorum?” sorusunun cevabını veremiyor ya da bir ilişkide kendinizi “duygusal yalnızlık” içinde buluyorsanız, bu durumu fark etmek bile büyük bir adımdır. Çünkü duygular, her zaman oradadır, bazen sadece biraz daha derine gömülmüş olabilirler.

Cansu Koza
Cansu Koza
Cansu Koza, psikolog ve yazar olarak psikoterapi, oyun terapisi, çocuk-ergen psikolojisi, aile ve çift terapisi alanında geniş bir deneyime sahiptir. Lisans eğitimini psikoloji üzerine tamamlamıştır. Koza, özellikle oyun terapisi ve çocuk-ergen psikolojisi üzerine seanslar almış ve seminerler yapmıştır. Çalıştığı kliniğin aylık çıkan dergilerinde ve dijital platformlarda psikoloji ve kişisel gelişim üzerine yazılar kaleme almaktadır. Yazar, psikoloji biliminin anlaşılır ve açık bir dille anlatılmasını Bireylerin ruh sağlığını güçlendirme ve bilinçlendirmeye yönelik içerikler üretmeye devam etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar