Psikolojik açıdan güven, en temel ihtiyaçlardan biri olarak kabul edilebilir. İçsel huzur, sağlıklı ilişkiler ve kişisel gelişim için güven duygusu vazgeçilmezdir. Güven eksik olduğunda ise hayat, sürekli bir mücadele ya da tehdide dönüşebilir.
Temel Güven
Güven duygusu bebeklikten itibaren bakım verenle kurulan bağ sayesinde gelişir. Anne-baba ya da yakınımızdaki diğer figürler güvenilir olduğunda çevremizi keşfetme ve yeni şeyler deneme cesareti buluruz. Bu “temel güven” eksik olursa hayata karşı tetikte olmayı kodlayabiliriz; kaygı ve korkular daha kolay ortaya çıkabilir.
Kendine Güven
Çoğu kişinin aklına kendine güven dediğimizde yüksek sesle konuşmak, cesur kararlar almak ya da güçlü görünmek gelebilir. Oysa gerçek kendine güven, dışarıya takınılan bir maskeden çok daha fazlasıdır. Asıl güven, içten içe kendi kendine “yanındayım” diyebilmektir. Kendine güvenin en büyük gücü, başarısızlık ihtimalini bile tehdit olmaktan çıkarabilmesidir. Çünkü bu güven, sonuçlara değil, varoluşumuza dayanır.
Bir iş görüşmesine girerken, bir ilişkiye adım atarken ya da hayatın zorlayıcı bir dönemecinde durduğumuzda… Asıl mesele o anda kendi desteğimizi hissedebilmektir. “Başaramasam da kendimden vazgeçmem” diyebildiğimiz zaman sağlam bir zemindeyiz.
Geçmişte bize “yanlış” gelen seçimler yapmış olsak bile, aslında bu seçimlerin bugün olduğumuz kişiye giden yolu açtığını bilmek ve pişmanlıkla değil, farkındalıkla geleceğe adım atmak önemlidir.
İlişkilerde Güven
Bir ilişkiyi ayakta tutan şey yalnızca sevgi değildir. Sevgi güçlü bir bağ kurar ama güven olmadığında bu bağ kısa sürede zayıflar. İlişkilerde güven iki boyutta kendini gösterir:
Duygusal Güven
Kendimizi açtığımızda yargılanmadan kabul edileceğimizi bilmek. Zorlandığımız bir şeyi paylaşınca alay edilmeyeceğimizden emin olmak. Yanlış bir cümle ya da tökezlediğimiz bir an yüzünden terk edilmeyeceğimizi hissetmek. Tabii, bu güvenin gelişmesi için önce diğer kişiye karşı incinebilir, savunmasız olma cesaretini göstermek ve duvarlarımızı da indirmek gerekir.
Davranışsal Güven
Söylenen sözlerin tutulması, verilen taahhütlerin yerine getirilmesi, küçük detaylarda istikrar görmek. Büyük sözlerden çok, tekrar eden küçük davranışlar. Ancak bu, “Eşim beni asla aldatmaz” gibi körü körüne bir inanç değildir. Çünkü güven, partnerinizin her zaman “doğru” şeyi yapacağına bel bağlamak değil, onun davranışlarındaki tutarlılıklara farkındalıkla yaklaşmaktır. Güven, sevdiklerinizin siz istediğiniz için değişeceğine inanmak değil, onların bugünkü halleriyle var olduklarını ve olacaklarını kabul etmektir.
Kendine güven ile ilişkilerde güven birbirini besler. Kendimize güvenimiz zayıfsa, ilişkilerde sürekli onay arayabilir ya da karşıdakinin sözlerine fazlaca takılabiliriz. Bu kıskançlık veya kontrol etme çabasına dönüşebilir. Öte yandan güçlü bir kendine güven duygusuna sahip olduğumuzda, ilişkide daha sağlıklı sınırlar koyabilir, alan tanıyabiliriz. Çünkü kendi değerimizi başkasının davranışlarıyla ölçmüyoruzdur.
Bu noktada güven, karşılıklı bir dansa dönüşür: İçsel sağlamlık ilişkiye yansır, ilişkideki güven de kişisel güveni güçlendirir. Eğer kendimize güvenmeye gönüllü olursak, zaten kimin hayatımızda ne için güvenilir olup olmadığını da daha iyi tartıp fark edebiliriz.
Bedensel Güven
Güven duygusu yalnızca zihinsel bir inanç değil, aynı zamanda bedende hissedilen bir deneyimdir. Bedensel güven hissedildiğinde sinir sistemi regülasyona girer. Sempatik sistem (kaç-savaş modu) geri çekilir, parasempatik sistem (dinlen-hazmet modu) devreye girer. Kalp atışı yavaşlar, nefes derinleşir, kaslar gevşer. Beden “tehlike yok” mesajını alır.
Güvenlik sinyalleri sosyal temasla da güçlenir. Sevdiğiniz biriyle göz teması kurmak, sarılmak, dokunmak ya da sadece yanında olmak oksitosin salgısını artırır. Oksitosin ise bedene “rahat ol, burası güvenli” mesajı verir.
Bazen önce zihin güveni kurar ve beden rahatlar; bazen de bedene güven sinyali verdiğinizde (nefes, gevşeme, temas) zihin “tamam, burası güvenli” der. Yani güven, zihinsel ve bedensel olarak iki yönlü bir etkileşimdedir.
Toplumsal Güven
Güven yalnızca bireysel ya da ilişkisel bir ihtiyaç değil, aynı zamanda toplumsal yaşamın da temel direklerinden biridir. Bir toplumda insanlar birbirine, kurumlara ve kurallara güven duyduğunda ortak yaşam daha huzurlu ve üretken olur.
Trafikte kurallara uyulacağına dair inanç, alışverişte aldatılmayacağına dair güven, devletin adil davranacağına dair itimat… Bunlar olmadan insanlar sürekli teyakkuz halinde yaşar. Toplumsal güvenin zayıfladığı yerde şüphe, kutuplaşma ve kaos artar.
Oysa güvenin olduğu bir toplumda, bireyler yalnızca kendi hayatlarına değil, başkalarının hayatına da katkıda bulunmak ister. Çünkü herkesin iyi olmasının kendi iyiliğini de büyüttüğünü bilir.
Sonuç
Sonuçta güven, hem içimizde hem de aramızda örülen bir köprüdür. Kendimize duyduğumuz güven, ilişkilerimizi beslerken, ilişkilerdeki güven toplumsal huzuru güçlendirir. Bedenimizde, zihnimizde ve çevremizde hissettiğimiz güven duygusu, yaşamı daha keyifli ve genişletici kılar. Belki de güveni inşa etmek, insan olmanın en incelikli ve en değerli yolculuğudur.