Spor salonunun ağır metal kapısı çarpıldığında, Ömer terli havluyla yüzünü siliyordu. “Koşu bandındaki son müşteri de gitti,” diye düşündü. Yirmi yıldır bu spor salonunda antrenörlük yapıyordu ve artık her şey rutinleşmişti. Ta ki, soyunma odalarından gelen o sesi duyana kadar.
“Ömer Hoca?”
Zeynep, kapının eşiğinde titreyen bir gölge gibi duruyordu. On beş yıl önceki o parlak gözleri şimdi korkuyla büyümüştü. Ömer’in nefesi kesildi. “Zeynep? Sen… Sen ne…”
“Yardımına ihtiyacım var,” diye fısıldadı Zeynep, ellerini sıkıyordu. “Mustafa Amca’nı… yani babamı… seninle konuşmam gerekiyor.”
On Beş Yıl Önce
Spor salonunun genç ve hevesli antrenörü Ömer, yeni gelen öğrencileri selamlıyordu. Zeynep, ilk günden farklıydı. Diğerleri gibi sadece forma giymek için değil, içindeki öfkeyi yenmek için gelmişti.
“Bu kadar sert olmana gerek yok,” demişti Ömer bir antrenmanda, Zeynep’in yumruklarını saran bandajları düzeltirken. “Dövüşmek her zaman fiziksel değildir.”
Zeynep gözlerini kaçırmıştı: “Bilmiyorum başka nasıl savaşılır.”
Aylar geçtikçe, antrenman sonraları kahve içmeye başlamışlardı. Ömer, Zeynep’in babası Mustafa’nın alkol problemi olduğunu, annesinin ise onları terk ettiğini öğrendi. Zeynep’in içindeki o korkunç öfkenin kaynağını anlamıştı.
Bir akşam, Zeynep antrenman çantasını toplarken, Ömer ona küçük bir anahtarlık vermişti, içi boş bir boks eldiveni şeklinde.
“Öfkeni kontrol etmeyi öğrendin,” demişti gülümseyerek. “Şimdi sıra kalbini korumakta.”
Zeynep o gece ilk kez Ömer’i öpmüştü. Zeynep dertlerini unutmuş ve Ömer ile mutlu olabileceğini düşünmüştü. Ama sonra her şey değişti.
Mustafa’nın bir gece sarhoşken çıkardığı kavga, Zeynep’in şehri terk etmesine neden oldu. Ömer, onu bir daha görememişti.
Bugün
Ömer, Zeynep’in karşısında oturuyordu. Yılların getirdiği o acı sessizlik, kahvelerinin buharıyla eriyor gibiydi.
“Baba… babam hastanede,” dedi Zeynep, gözlerini bardağa dikerek. “Onu dövdüğümü söylüyor. Ama Ömer, ben…”
Ömer’in yüzü sertleşti. “Sen mi dövdün onu?”
Zeynep’in gözleri doldu. “Hayır! O gece… ben eve gittiğimde kendi kendine düşmüş. Ama doktorlar, polis… kimse bana inanmıyor. Çünkü… çünkü geçmişim var.”
Ömer derin bir nefes aldı. Zeynep’in gençliğindeki o öfke nöbetlerini hatırladı. Geçmişte birçok öfke nöbeti yaşasa da bu kadın artık o kızgın genç kız değildi.
“Bana her şeyi anlat,” dedi yumuşakça.
Zeynep’in anlattıkları Ömer’in yüreğini parçaladı. Mustafa’nın demans başlangıcı vardı ve sık sık halüsinasyonlar görüyordu. İlaçlarını kullandığı halde artık ilaçları fayda etmiyordu.
O gece Zeynep’i annesi sanmış, geçmişin birikmişleri ile saldırmaya çalışmıştı. Zeynep onu sakinleştirmeye çalışırken, Mustafa kendi düşmüştü.
Ertesi gün hastanede, Mustafa’nın odasında bir ses kayıt cihazı yerleştirdi Ömer. Ama ikisinin de haberi yoktu. Ömer’in planıydı ve konuşmaları herkese dinleterek gerçeklerin ortaya çıkmasını istiyordu.
Doktorlar ve hemşireler şaşkınlıkla bütün konuşmaları dinlediler. En gergin kısmı Mustafa’nın Zeynep’e bağırmasıydı:
“Seni terk eden o kadın! Beni de terk ettin!”
Ömer’in planı başarılı olmuştu, hastane yönetimine ve polise Zeynep’in masumiyetini kanıtlamıştı.
Ama asıl darbeyi sosyal medya indirdi. “Eski Öğrencim Zeynep” başlıklı yazısında, insanların geçmişe takılıp bugünü göremediğini anlatıyordu.
Yeni Başlangıç
Taburcu olduğu gün, Ömer onları spor salonuna davet etti. Zeynep şaşkındı:
“Artık burada çalışmıyorsun, değil mi?” dedi.
Ömer gülümseyerek,
“Hayır. Ama seninle başladı her şey. Belki… belki tekrar seninle yeni bir şeyler de başlayabilir,” dedi.
Zeynep’in gözleri parladı.
“Hâlâ o küçük anahtarlığı saklıyor musun?” dedi.
Ömer cebinden çıkardığı boks eldiveni şeklindeki anahtarlığı uzatarak,
“Öfkeyi kontrol etmeyi öğretmiştim sana. Şimdi sıra sevgiyi öğrenmekte,” dedi.
Mustafa, köşede sessizce gülümsüyordu. Demansın o anlık aralığında, kızının mutluluğunu görebilmişti.
Gerçek Gücün Cevabı
Yıllar sonra aynı spor salonunda, genç bir çocuk koşu bandından inip Ömer’e,
“Hocam, gerçek güç nedir?” diye sordu.
Ömer, Zeynep’in gözlerine baktı.
“Gerçek güç,” dedi yumuşakça,
“İnsanları oldukları gibi kabul edebilmektir. Geçmişlerine değil, şimdiki hallerine bakabilmek…”
Zeynep, Ömer’in elini sıktı.
Salonun aynasında, yan yana duran iki silüet geçmişin yüklerini bırakmış, şimdinin huzurunu taşıyordu.


