Cumartesi, Aralık 6, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Dopamin Çağında Koşullu Kendilik: Neden Her Şey Tamken Bile Kendimizi Yarım Hissediyoruz?

Modern insanın diline yerleşen, seans odalarında neredeyse her gün duyduğumuz bir cümle var:
“Her şey yolunda ama yine de içimde bir eksiklik hissi var.”
Bu cümle artık bireysel bir yara değil; çağın ruhuna işlemiş bir ortak deneyim.
Önceki kuşakların temel meselesi hayatta kalmaktı; bizimkisinin ise hayatta kalmaktan çok “kendine yetebilme ve tatmin olabilme” mücadelesi.
Bugün başarıyoruz, üretiyoruz, daha iyiye gidiyoruz… ama içsel his hiç değişmiyor:
“Sanki tam değilim.”

Bu yazıda dopamin çağının hızlı uyarılmış zihnini, ama daha da önemlisi çocuklukta oluşan koşullu sevgi yarasının yetişkinlikte neden bu kadar güçlü bir eksiklik hissi olarak geri döndüğünü ele alacağım. Çünkü çoğu zaman günümüzün boşluk hissi sandığımız şey, aslında çocukluğumuzdan gelen çok daha eski bir hikâyenin bugüne düşen yankısıdır.

Dopamin Tuzağı: Anlık Haz Var, Kalıcı Tatmin Yok

Dopaminin mutluluk hormonu olduğuna dair yaygın bir yanılgı var.
Oysa dopamin mutluluk değil; beklenen ödülün heyecanı.
Hedefe ulaştığımızda dopamin artmaz; aksine düşer.
Bu da beynin “tamamladım” demesini değil, “sıradaki ne?” diye sormasını sağlar.

Bugünün sürekli bildirimlerle, hızlı akışlarla, bitmeyen hedeflerle dolu yaşamı dopamin sistemini aşırı uyarmış durumda. Bunun doğal sonucu olarak:

• Hedefe ulaşınca hissettiğimiz tatmin birkaç saat içinde buharlaşıyor,
• Beyin yeni hedef arıyor,
• Haz bitiyor, takip bağımlılığı başlıyor.

Tüm bunlar olurken zihin bir süre sonra “yeni hedef bulma”yı bir hayatta kalma stratejisi gibi görmeye başlıyor. Yani aslında tatmin olamadığımız için değil, tatmin olmayı unuttuğumuz için sürekli koşuyoruz.

Nörobilimci Anna Lembke’nin sözünü sık sık hatırlarım:
“Aşırı haz arayışı paradoksal olarak daha az tatmin üretir.”

Tam burada asıl konuya, yani kendilik değerine geliyoruz. Çünkü dopamin döngüsü, tek başına bir kimyasal gerçeklik değil; benlik değeriyle iç içe çalışan bir psikolojik mekanizma hâline geliyor.

Koşullu Sevgi: Çocuklukta Başlayan, Yetişkinliği Şekillendiren En Derin İz

Bizim toplumumuzda sevgi çoğu zaman farkında bile olmadan şarta bağlanarak verilmiştir.

“Bak ne kadar güzel resim yapmışsın, aferin.”
“Takdir getirirsen sana ödül var.”
“Uslu çocuk olursan seni daha çok severim.”

Bu cümleler hiçbir ebeveynin kötü niyetinden doğmaz.
Ama çocuk zihni bu mesajı şöyle kodlar:
“Ben olduğum için değil; iyi olduğum için seviliyorum.”

Sevgiyi bir koşula bağlayan her mesaj, çocukta görünmez bir standarda dönüşür.
Ve bu standart zamanla bir benlik örgüsüne dönüşür:
“Ne kadar çok başarırsam o kadar değerliyim.”

Ve işte tam bu noktada koşullu sevgi yarası oluşur.
Bu yara büyüdükçe şekil değiştirir:

• “Durursam değersizleşirim.”
• “Bir şey başarmadan rahatlayamam.”
• “Hata yaparsam sevgiyi kaybederim.”
• “Yeterince iyi değilim.”

Çocuklukta koşullu sevgi alan biri, yetişkinlikte kendi kendisinin ebeveyni olur ve kendine aynı koşulları dayatır.
Bu kez cezayı veren anne-baba değil; içselleştirilmiş eleştirmenidir.

Terapide en sık duyduğum cümlelerden biri şudur:
“Bir başarıyı kutlayamıyorum. Ertesi gün yeni hedef arıyorum.”

Bu durum bir “başarı açlığı” değildir.
Bu, çocuklukta doyurulmamış bir ihtiyaçtır:
Koşulsuz olarak ‘tamam’ hissetme ihtiyacı.

Winnicott’ın “Gerçek kendilik koşulsuz kabul gördüğünde filizlenir” sözünün anlamı tam da budur.
Koşullu sevgi alan çocuk gerçek kendiliğini değil, performans kendiliğini geliştirir.
Yetişkin olduğunda da performans durduğunda benliğinin yetersiz kaldığını zanneder.

Bu yüzden birçok kişi için durmak, dinlenmek, hatta sadece “hiçbir şey yapmamak” bile tehdit gibi gelir.
Çünkü durmak = sevilmez hale gelmekmiş gibi hissedilir.

İçsel Boşluk: Gerçekten Eksik Olan Ne?

Bu boşluk hissi sanıldığı gibi hedefsizlikten ya da motivasyon kaybından doğmaz.
Asıl neden şudur:
Benliğin kendisiyle kurduğu ilişkinin kırılgan olması.

Bir danışanım şöyle demişti:
“Mutlu olmam için hep bir şey yapmam gerekiyor. Olduğum hâlimi bırakınca sanki görünmez oluyorum.”

Bu his aslında “ben olduğum hâlimle değerliyim” inancının hiç köklenmemiş olmasından doğar.
Ve köklenmeyen her inanç, yetişkinlikte fırtınaya en açık alan olur.

Haz, hızla gelir ve hızla geçer.
Anlam ise yavaşlıkla, bağ kurmayla, kendini olduğu gibi kabul etmekle oluşur.

Ve anlamın olmadığı yerde dopamin döngüsü bir sığınak hâline gelir.
Çünkü zihnin yönü kaybolduğunda, hız en kolay kaçış olur.

Neden Eksik Hissediyoruz?

  1. Aileden koşullu sevgi kalıplarını devraldık.
    “İyi olursan sevilirsin” kodunu hâlâ taşıyoruz.

  2. Kendimizi performans üzerinden tanımlıyoruz.
    Başarı durduğunda benlik değerimiz de düşüyormuş gibi.

  3. Zihin sürekli karşılaştırıyor.
    Sosyal medya, “başarı standardı”nı normalden çok yukarı taşıdı.

  4. Dopamin toleransımız arttı.
    Aynı tatmini hissetmek için daha fazlasına ihtiyaç duyuyoruz.

  5. “Olduğum gibi yeterim” inancı çocuklukta hiç köklenmedi.
    Ve yetişkinlikte bu inancı sıfırdan inşa etmeye çalışıyoruz.

Peki Çıkış Nerede?

Bu çağda kendimizi iyileştirmenin yolu daha çok hedef koymak değil; tam tersine, kendilik değerini başarıdan ayırmayı öğrenmek.

• Dinlenmeyi suçluluk değil, ihtiyaç olarak görmek,
• İçsel eleştirmeni fark edip onun ebeveynimizin sesi olduğunu anlamak,
• Kendimize koşulsuz kabul sunmayı öğrenmek,
• “Yeterince iyi”yi hayatımıza davet etmek,
• Yavaşlığın, anlamın ve bağın değerini yeniden keşfetmek…

Bazen en büyük ilerleme, hızlanmakla değil;
ilk defa durmaya cesaret etmekle olur.

Viktor Frankl’ın ünlü cümlesi bugün her zamankinden daha doğru:
“Mutluluk hedeflenmez; ortaya çıkar.”

Mutluluk, performans durduğunda değil, koşulsuz kabul başladığında ortaya çıkar.

Koşulsuz sevgi bir başkasından beklediğimiz bir armağan değil; yetişkinliğin içinde kendimize yeniden vermeyi öğrenebileceğimiz bir beceridir.

Belki de en büyük tamamlanma, eksiksiz olduğumuza sonunda inanabilmemizdir.

Cemile Şeyma Kömür
Cemile Şeyma Kömür
Cemile Şeyma, psikolog olarak travma ve afet, oyun terapisi, sınav kaygısı, bilişsel davranışçı terapi (BDT) ve şema terapi alanlarında çalışmalar yürütmektedir. Özellikle çocuk ve ergenlerle edindiği yoğun deneyim, çalışmalarına önemli bir derinlik ve bütüncül bir bakış açısı kazandırmıştır. Bilişsel psikolojiye duyduğu akademik ilgi doğrultusunda yazılarında çocuk ve ergen psikolojisi, bilişsel süreçler, toplumsal meseleler ve güncel olaylar üzerine yoğunlaşmaktadır. Amacı, psikolojiyi hem bilimsel temellerle hem de herkes için anlaşılır bir dille aktararak, bireylerin farkındalığını artırmak ve psikolojik bilginin topluma yayılmasına katkı sağlamaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar