Bazı çocuklar, yaşlarının çok ötesinde bir olgunluk sergiler. Sakin, uyumlu, sorumluluk sahibi görünürler.
Evin içinde bir sorun olduğunda, ortamı yatıştıran, ağlayan kardeşini susturan, üzgün annesini güldürmeye çalışan hep onlardır.
Yetişkinler bu davranışları çoğu zaman “olgunluk” olarak yorumlar; oysa psikoloji bize gösterir ki bu, gelişimsel bir başarı değil, duygusal bir savunmadır.
Bu olgunluğun ardında genellikle parentifikasyon dediğimiz bir süreç yatar. Aile Sistemleri Kuramı’nın (Bowen, 1978) da vurguladığı gibi, aile üyeleri birbirine duygusal olarak bağlı bir sistemin parçalarıdır.
Bu sistemde bir denge bozulduğunda, özellikle duygusal olgunluğu hızla gelişen çocuklar dengeyi sağlama rolünü üstlenir.
Parentifikasyon, tam da bu noktada ortaya çıkar: çocuk, kendi gelişimsel ihtiyaçlarını geri plana atar, ebeveynin ya da ailenin duygusal yükünü taşımaya başlar.
Erken Olgunluk: Bir Gelişim Dengesizliği
Parentifikasyon, yüzeyde sorumluluk gibi görünse de aslında bir gelişim dengesizliğidir.
Çocuğun henüz gelişmemiş olan duygusal becerileri, yetişkin rollerini üstlenmek zorunda bırakılır.
Bu durum, duygusal düzenleme kapasitesini erken yaşta zorlar. Bowlby’nin Bağlanma Kuramı bu noktada önemli bir açıklama getirir:
Güvenli bağlanma, çocuğun duygularını özgürce ifade edebildiği, teselli bulabildiği ilişkilerde gelişir.
Ancak parentifiye çocuklar, duygularını bastırarak “güvenliği koruma” görevini üstlenirler.
Bu da ilerleyen yaşamda kaygılı ya da kaçıngan bağlanma örüntülerine zemin hazırlar.
Yani bir çocuk “ağlamamayı” öğreniyorsa, bu olgunluk değil; duygusal ihtiyaçlarının karşılanmayacağına dair erken bir inançtır.
Duygusal Ebeveynlik ve Kimlik Gelişimi
Parentifikasyonun iki türü vardır: fiziksel ve duygusal.
Fiziksel parentifikasyonda çocuk ev işleri, kardeş bakımı gibi sorumluluklar üstlenir.
Duygusal parentifikasyonda ise yük daha görünmezdir: çocuk ebeveyninin üzüntüsünü, öfkesini, yalnızlığını taşır.
Araştırmalar (Jurkovic, 1997; Hooper, 2007), duygusal parentifikasyonun uzun vadede özdeğer algısı, kimlik gelişimi ve sınır kurma becerileri üzerinde olumsuz etkiler yarattığını göstermektedir.
Bu çocuklar yetişkinlikte çoğunlukla “hep güçlü olma”, “başkaları için yaşama” ve “duygularını bastırma” eğilimi gösterir.
Kendi ihtiyaçlarını dile getirmek onlara bencilce gelir.
Bu da ilişkilerde sürekli “veren” taraf olmalarına neden olur.
Kültürel Bir Arka Plan
Parentifikasyon, sadece bireysel bir deneyim değil; aynı zamanda kültürel bir olgudur.
Türkiye gibi toplulukçu kültürlerde, aile bütünlüğünü koruma sorumluluğu sıklıkla çocuklara da geçer.
Anne-baba arasındaki çatışmalar “aman çocuklar üzülmesin” diyerek gizlenir ama çocuklar duygusal atmosferi hisseder.
“Anneni üzme”, “babanı sinirlendirme” gibi ifadeler, çocuğu ailenin duygusal regülatörü haline getirir.
Çocuk, huzuru korumak için kendinden vazgeçer.
Bu durum, duygusal bağımlılık ve suçluluk duygusuyla harmanlanır.
Sessiz Kahramandan Yorgun Yetişkine
Parentifiye bireyler yetişkin olduklarında da çocukluk rollerini sürdürme eğilimindedir.
Yakın ilişkilerde empatik ama tükenmiş hissederler.
İş yerinde sorumluluklarını kusursuz yerine getirir ama duygusal olarak doyumsuz kalırlar.
Kendilerini hep “idare eden”, “dengeleyen” konumda bulurlar.
Bu noktada şema terapisi önemli bir çerçeve sunar:
Bu kişilerde “yüksek standartlar” ve “kendini feda” şemaları sık görülür.
Yani çocukken “ancak başkaları için faydalı olursam değerliyim” inancı yerleşmiştir.
Bu şemalar yetişkinlikte ilişkilerde yorgunluk, tükenmişlik ve öfke birikimi yaratır.
Kişi güçlü görünür ama içten içe “birinin bana da bakmasını” ister.
Ne var ki o çocuk, hâlâ izin verilmeden büyümüş haldedir — hâlâ kimseye yük olmamaya çalışır.
Terapötik Süreç: Yeniden Büyümenin Alanı
İyi haber şu ki parentifikasyonun etkileri fark edildiğinde yeniden düzenlenebilir.
Terapötik süreçte amaç, bireyin çocuklukta üstlendiği rolleri fark ederek kendi duygusal ihtiyaçlarını suçluluk duymadan tanıyabilmesidir.
Gerçek olgunluk, her şeyi taşımakta değil; neyi bırakacağını bilmekte gizlidir.
Şefkatle Yeniden Büyümek
Çocukken erken büyümek bir zorunluluktu.
Ama yetişkin olarak şefkatle yeniden büyümek bir seçimdir.
Terapi, bu seçimin güvenli biçimde yapılabildiği alandır.
Birey, orada ilk kez kendi kırılgan yanını ifade edebilir, “güçlü” maskesini çıkarabilir.
Kendini suçlamadan, geçmişin yüklerini fark eder.
Ve zamanla, sorumlulukla sevgi arasındaki farkı öğrenir.
Çünkü çocukken öğrendiği “herkesi koruma” görevi artık ona ait değildir.
Artık kendini korumayı öğrenme zamanı gelmiştir.
Bu farkındalık, yalnızca geçmişle yüzleşme değil; geleceğe daha dengeli, özgür ve duygusal olarak esnek bir adım atma cesaretidir.


