Ünlü yazar Leo Tolstoy, Anna Karenina adlı romanına şu sözlerle başlar:
“Bütün mutlu aileler birbirine benzerler; her mutsuz ailenin mutsuzluğu da kendine özgüdür.” (Tolstoy, 1877). Bu ifade, mutluluğun ve mutsuzluğun aile sistemlerindeki dinamiklerle ilişkili olduğuna dair güçlü bir ifadedir. Her ne kadar Tolstoy kadar kuşkusuz olmasam da, çoğu mutlu ailenin bir ortak noktası olduğu görüşündeyim: Başkalarını anlamanın, kusurları kabul etmenin, bazen unutmanın ve iyi olan şeyleri görmenin bir yolunu biliyorlar. Öte yandan, mutsuzluk içinde olan aileler ise sık sık birbirlerini anlamak yerine hatalarını bulmak için tartışırken, zaman içinde kin tutarlar ve geçmişteki kırgınlıkları unutacak gibi görünmezler. Yani, mutlu ailelerin ortak paydası sistem esnekliği, kabul ve farklılaşma gibi sistemik işlevsellikten geçerken, mutsuzluğun özgünlüğü ise her sistemin kendi içinde ürettiği negatif etkileşim döngülerinin benzersizliğinde yatar.
Kırılmanın pek çok derecesi olduğu gibi incitmenin de pek çok derecesi vardır. Fakat mühim olan şu ki, bizler; kendi öfkemizi haklı kılmak ve vicdanımızı rahatlatmak için kendi hikayemizi anlatırken diğerlerinin niyetlerini bencillikle suçlayıp kendi niyetimizin saflığından ve masumiyetinden bahsederek kendimizi yükselterek bir yere varamayız. Özellikle de bu davranış insanın doğduğu evde, ailesiyle öğrenildiğinde, var olan ilişkilerin güvenliğini sarsmakla kalmaz, hayatta taşımak zorunda kaldığı bir yüke dönüşebilir. Ne yazık ki insanlar genelde en tahammülsüz, nezaketten uzak yanlarını en yakınlarına gösterme eğilimindedir. İşte tam da bu karşılıklı suçlama ve kendini haklı çıkarma döngüleri, aileyi bir bütün olmaktan çıkaran sistemik bir problemin belirtisidir.
Aile, Tek Tek Parçaların Toplamı Değil
Bu noktada Tolstoy’un gözlemi, psikoloji biliminin en derinlikli kuramlarından biri olan Murray Bowen’ın Aile Sistemleri Teorisi ile benzer noktalara sahiptir. Aileler, sadece bireylerden oluşan bir topluluk değil, birbiriyle etkileşim halinde işleyen bir sistem gibidir. Bu sistemde ortaya çıkan negatif durum, tıpkı bir vücuttaki enfeksiyon gibi, tek bir kişinin sorunu olmaktan çıkar ve tüm yapıyı tehdit eden bir işlev bozukluğuna dönüşebilir.
Sağlıklı olarak nitelendirebileceğimiz aile ilişkileri ise, temelde sistemin esnekliği ve işlevselliği açısından benzerlik taşır: Değişen koşullara adapte olabilme, duygusal yakınlık ve bireysel özerklik arasında sağlıklı sınırlar kurabilme yeteneği ön plana çıkar.
Girişte bahsedilen kin tutma, hata bulma ve suçlama davranışları, sistemik bakış açısıyla şöyle yorumlanabilir: Aile üyeleri, bazen zamanla içine sıkıştıkları negatif etkileşim döngülerine girerler. Bu döngü genellikle bir üyenin diğerini suçlamasıyla başlar; karşı taraf ya savunmaya geçer ya da tamamen çekilir. Bu tepki, suçlayanın ilk suçlamasının haklı olduğu inancını pekiştirerek döngünün devamına neden olabilir.
Bu döngüler, özellikle Bowen’ın teorisinde farklılaşma düzeyi düşük bireylerin, özerk işlevsellik kapasiteleri de düşük, evliliklerinde ve ailelerinde sıkça gözlemlenir. “Bowen’a göre farklılaşmamış ya da düşük farklılaşmış bireyler duygular tarafından kuşatılmıştır ve kararlarını duygularına göre verirler. Stres altında duygusal olarak tepkisel hale gelirler ve daha az esneklik, daha az adaptasyon ve başkalarına karşı daha fazla duygusal bağımlılık gösterirler” (Lampis ve diğerleri, 2018).
Kuşaklararası Aktarım ve Miras Kalan Mutsuzluk
Bu özgün mutsuzluk kalıbı, aile bireylerinin bu döngüyü devam ettirmesinin sonucunda kuşaklararası aktarımla devam edebilir. Bir ailedeki, duyguları inkâr etme, kin tutma eğilimi, duygusal kopukluk gibi öğrenilmiş normlar, bir sonraki kuşağa aktarılan miras haline gelebilir. Bireyler sadece bu sağlıksız etkileşimleri izlemekle kalmayıp aynı zamanda bu döngüde bir rol üstlenmeye mecbur (örneğin “günah keçisi” ya da “arabulucu” rolü) hissedebilmektedir. Araştırmalar, çocuklukta travmatik deneyim yaşamış ebeveynlerin, bu deneyimleri çocuklarına doğrudan ya da dolaylı biçimde aktardıklarını göstermektedir. (Karatay, 2020)
Sonuç: Döngüyü Kırmak ve Sistemik İyileşmeyi İnşa Etmek
Tolstoy’un klasikleşmiş alıntısı ile Murray Bowen’ın Aile Sistemleri Teorisi’nin kesişimi, aile mutsuzluğunun neden ve nasıl nesiller boyu aktarıldığına dair sistemik bir bakış açısı sunmaktadır. Mutlu ailelerin esneklik, kabul ve uyum gibi ortak dinamiklere sahip olması, Bowen’ın teorisindeki yüksek farklılaşma kavramıyla paralellik taşır; yüksek farklılaşmış bireyler, duygusal tepkisellikten uzak, özerk işlevsellik kapasiteleri gelişmiş, çevrelerine daha iyi adapte olabilen bireylerdir. (Kerr ve Bowen, 1988). Buna karşılık, özgün mutsuzlukları olan aileler ise kin, suçlama ve duygusal kopukluk gibi sistemik işlev bozuklukları sergilerler. Bu negatif döngüler, özellikle travmatik deneyimlerin ebeveynlik süreçlerinde aktarımıyla pekişerek, mutsuzluğu bir aile mirası haline getirebilmektedir.
Sağlıklı bir aile sisteminin anahtarı, çoğu zaman duygusal tepkiselliği azaltmak, bireysel farklılaşmayı desteklemek ve çatışmayı yapıcı bir şekilde çözebilecek iletişim becerilerini geliştirmektir. Aksi takdirde, sağlıksız iletişim, inkâr ve suçlama gibi dinamikler sistemde yerleşik hale gelerek nesilden nesile taşınabilmektedir. Dolayısıyla, bireysel değil, sistemik iyileşme yoluyla, her ailenin kendi özgün mutsuzluk döngüsünü kırması ve işlevselliği yeniden inşa etmesi mümkündür.
Kaynakça
Karatay, G. (2020). Tarihsel/Toplumsal Travmalar ve Kuşaklararası Aktarımı Biçimleri Üzerine. Sürekli Tıp Eğitimi Dergisi, 29(5), 373–379.
https://doi.org/10.17942/sted.767797
Kerr, M. E., & Bowen, M. (1988). Family Evaluation: An Approach Based on Bowen Theory. W. W. Norton & Company.
Lampis, J., Cataudella, S., Agus, M., Busonera, A., & Skowron, E. A. (2018). Differentiation of self and dyadic adjustment in couple relationships: A dyadic analysis using the Actor–Partner Interdependence Model. Family Process, 58(3), 698–715. https://doi.org/10.1111/famp.12370
Tolstoy, L. (1877). Anna Karenina. The Russian Messenger.


