Salı, Ağustos 5, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Bir Ben Var Benden Öte: Gerçek ve Sahte Kendilik Üzerine

Kendinin Yabancısı Olmak

İnsan, yaşamı boyunca belki de en çok kendini aradığını sanır. Oysa çoğu zaman olan, kendi kendine yabancılaşmasıdır. Dış dünyada roller üstlenir, ilişkiler kurar, başarılar kazanır; ancak içten içe bir eksiklik hissiyle baş başa kalır. Bazen aynada gördüğü yüz tanıdık ama yabancıdır. O an akla şu soru düşer: “Gerçekten ben kimim?”

Bu sorunun izini sürdüğümüzde, karşımıza iki önemli kavram çıkar: Gerçek kendilik (true self) ve sahte kendilik (false self). Özellikle psikanalist Donald Winnicott’un kuramında öne çıkan bu kavramlar, bireyin iç dünyasıyla dış dünya arasındaki gerilimde nasıl şekillendiğini anlamamıza yardımcı olur.

Winnicott’a göre her birey, dünyaya özgün, yaratıcı ve doğal bir benlikle gelir. Bu, kişinin gerçek kendiliğidir. İçsel dürtülerle, duygularla ve özgün isteklerle uyumlu olan bu yapı, sağlıklı gelişim için desteklenmeye ihtiyaç duyar. Özellikle çocukluk döneminde bakım verenlerin duyarlılığı, bu benliğin korunmasında belirleyicidir.

Ancak bireyin çevresi, çoğu zaman bu gerçek kendiliğe alan tanımaz. Aileler koşullu sevgiler sunar, toplum kurallarla biçimlendirir, eğitim sistemleri bireyi kalıplara sokar. Bu koşullarda kişi, içindeki doğal benliği gizlemeye başlar. Yerine, çevresel beklentilere göre şekillenen bir başka benlik geliştirir: Sahte kendilik.

Sahte Kendilik: Başkalarının Bizi Yonttuğu Yer

Sahte kendilik, hayatta kalmak için gerekli bir uyum mekanizmasıdır. Birey, sevilmek, kabul görmek ve dışlanmamak için “olması gereken” kişiye dönüşür. Fakat bu süreçte içsel benliğiyle teması zayıflar. Kendi isteklerini tanımakta zorlanır, neye gerçekten “evet” dediğini bilemez hale gelir. Yaşam bir performansa dönüşür. Yüzeyde uyum vardır, ama derinde bir kopukluk hissi eşlik eder.

Gerçek kendilik ise bastırılmış olsa da tamamen yok olmaz. İçimizde sessizce varlığını sürdürür. Bazen bir sanat eserine bakarken, bazen yalnız kalınca, bazen de sevilmeden sevildiğimiz bir anda ortaya çıkmak ister. Bu benlik doğaldır, spontane ve içtendir. Hesap yapmaz, rol oynamaz, olduğu gibi var olmak ister. Bu yüzden gerçek kendilikle temas anları çoğu zaman huzur, anlam ve canlılık hissiyle birlikte gelir.

Gerçek kendilik yalnızca dürüst değil, aynı zamanda canlıdır. Zamanla değil, şimdide yaşar. Yaratıcılığı ve özgünlüğü barındırır. Ama bu benliğe ulaşmak kolay değildir. Çünkü yıllar boyunca üzerimize yapışan kimlikler, öğretiler ve korkular, o saf özü gölgede bırakır.

Kendimize ulaşmak için bazen kendimizden sıyrılmamız gerekir.

Gerçek ve sahte kendilik arasındaki farkı görmek, bireyin kendisiyle kurduğu ilişkiyi dönüştürmeye başlar. Sahte benlik dış dünyaya uyum sağlasa da, iç dünyada yabancılaşmayı artırır. Gerçek benlik ise risklidir; çünkü onaylanmayabilir, reddedilebilir ya da anlaşılmayabilir. Ama yalnızca gerçek kendilik aracılığıyla birey yaşamına derinlik, bütünlük ve anlam katabilir.

Kendilik Üzerine Terapötik Sorular

Gerçek kendiliğe ulaşmak, çoğu zaman dikkatli bir içe dönüş sürecini gerektirir. Bu yolculukta belli farkındalık adımları ve kendimize soracağımız bazı basit ama derin sorular oldukça kıymetlidir:

  • İçimdeki sesler gerçekten bana mı ait, yoksa başkalarının sesi mi?

  • Tepkilerim gerçekten içimden mi geliyor, yoksa öğrendiğim roller mi devrede?

  • Yalnız kaldığımda kimim?

  • Ne zaman en çok “ben” gibi hissediyorum?

Bu sorular, insanın kendi özüyle temas kurmasına yardımcı olur. Sahte benlik yüzeyde kontrol sağlayabilir ama gerçek benlik, derinlerde yaşamın anlamını taşır.

Sorgulayan ilişkiler kurmak da bu yolculukta önemlidir. Sahte benlik, yüzeysel ilişkilerde beslenir. Derinlikli, içten bağlantılar ise gerçek kendiliği güçlendirir. Kendi sınırlarını çizmekten, hayır demekten, risk almaktan ve hatta zaman zaman sevilmemekten korkmamak gerekir. Çünkü gerçek kendilik, başkalarının onayına değil, bireyin kendisiyle kurduğu ilişkiye dayanır.

“Bir ben var benden öte.”

Belki de bu yüzden, asıl mesele “kendini bulmak” değil, zaten orada olanın sesini tekrar duyabilmekte saklıdır.

Özlem Serpen
Özlem Serpen
Özlem Serpen, klinik psikolog ve yazar olarak bireyler, çiftler ve ailelerle psikanalitik psikoterapi alanında çalışmaktadır. Psikoloji ve klinik psikoloji alanlarında eğitim aldıktan sonra, psikanalitik terapi ve kendilik psikolojisi üzerine uzmanlaşmıştır. Masterson yaklaşımlı psikanalitik psikoterapi uygulayan Serpen, akademik ve mesleki gelişimini çeşitli eğitimler ve süpervizyonlarla desteklemiştir. Çeşitli dergilerde ve platformlarda yazıları yayımlanan Serpen, halen kurucusu olduğu danışmanlık merkezinde çalışmalarına devam etmektedir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar