“İnsan değişmez.”
Bu cümleyi hayatınızda kaç kez duydunuz ya da içinizden geçirdiniz? Gündelik hayatta sıkça dile getirilen bu düşünce, bazen hayal kırıklıklarımızın ardından gelişen bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkar. Bazen de bir başkasının tekrar eden davranışlarına duyulan sessiz bir öfkenin ifadesidir. Kimi zaman ise kendi içimizde taşıdığımız, yıllardır sırtımızda bir yük gibi duran alışkanlıklara karşı duyduğumuz yılgınlığın bahanesine dönüşür.
- “Ben hep böyleyim.”
- “Ne yaparsam yapayım değişemiyorum.”
Çoğu zaman bir şeyi yüzüncü kez yaşamak, neden yaşadığımızı anlamaya çalışmaktan daha kolay gelir. Aynı ilişkilerde kırılmak, benzer noktalardan hayal kırıklığına uğramak, tekrar eden duyguların içinde sıkışıp kalmak… Bu tekrarlar zamanla o kadar tanıdık hale gelir ki, insan farkında olmadan kendi hayatının en güvenli alanını, en iyi bildiği acının içinde kurar. Ve ardından, bir tür kader kabullenişiyle kendi kendine şu cümleyi fısıldar:
“Ben hep böyleydim.”
Gerçekten Öyle mi?
Gerçekten de insan değişmez mi?
Kişiliğimiz, inançlarımız, düşünce kalıplarımız ve davranışlarımız ne kadar sabit, ne kadar esnek? Kökleri çocuklukta atılan, zamanla derinleşen bu içsel örüntüler ne kadar dönüştürülebilir?
Bu sorular, sadece bireysel gelişimle ilgilenenlerin değil, aynı zamanda psikolojinin temel yapı taşlarını inceleyen araştırmacıların da yıllardır üzerinde durduğu başlıklardan biri. İnsanın değişim kapasitesi yalnızca motivasyonla açıklanamaz; bu süreç nörobiyoloji, davranış bilimi, psikoterapötik teknikler ve sosyal çevre gibi birçok farklı alanın kesişiminde yer alır.
Bu yazıda, insanın değişim potansiyelini hem bilimsel hem de duygusal yönleriyle ele alıyoruz. Beynin yeniden şekillenme gücünden, geçmişten bugüne taşınan duygusal izlere; alışkanlıkların dönüşümünden, çevresel faktörlerin etkisine kadar geniş bir çerçevede şu temel sorunun peşinden gideceğiz:
Bir adım gerçekten yeter mi?
Kişilik ve Duygusal Örüntüler
Çoğu insan, belli davranış kalıplarını “kişiliği” olarak tanımlar. Oysa insanın kim olduğu, yalnızca doğuştan getirdikleriyle değil, hayat boyu karşılaştığı duygusal deneyimlerle de şekillenir. Psikolojinin iç dünyaya yönelen bakış açısı bize şunu fısıldar: Bugün sandığımız kişilik özelliklerinin birçoğu, geçmişte geliştirdiğimiz baş etme yollarının sessiz mirasıdır.
Bir çocuk düşünün… Sevilmek için ne yapması gerektiğini erken yaşta öğrenir.
- Bazı çocuklar ağladığında görmezden gelinmiştir, onlar suskunluğu seçer.
- Bazıları yalnız bırakıldığında kendi kendini avutmuştur, onlar hep “güçlü” durur.
- Bazıları sürekli eleştirilmiştir, onlar da kendilerini eleştiren bir iç ses geliştirir.
Zamanla bu tepkiler içselleşir; bir kişilik gibi üzerimize yerleşir. Ama unuttuğumuz şey şudur: Bu tepkiler, bir zamanlar bizi korumuş olabilir. Ancak bugün, bizi kısıtlayan örüntülere dönüşmüş olabilirler.
Tekrar Eden Döngüler
Yetişkinlikte tekrar eden döngüler –aynı ilişkilerde benzer kırılmalar, iş yerinde yinelenen değersizlik hisleri, dostluklarda yaşanan güvensizlik– aslında bilinçdışı düzeyde tanıdık duygulara yönelimin ifadesidir. Çocuklukta tamamlanamayan duygular, yetişkinlikte yeniden sahnelenir. Ancak bu kez oyuncular değişmiştir; senaryo aynı kalmıştır.
Bu bir rastlantı değildir. Çünkü zihin, yarım kalan hikayeleri tamamlamak ister. Ama bazen, bu hikayeleri tamamlamaya çalışırken kendimizi hep aynı yerlerde buluruz. İşte bu noktada farkındalık devreye girer. Bastırılmış duygular –utanç, öfke, terk edilme korkusu, değersizlik– görünür olduğunda; kişinin kendine verdiği anlam da değişmeye başlar. Çünkü ancak tanınan bir duygu, dönüştürülebilir.
Geçmişin Etkisini Dönüştürmek
Francine Shapiro’nun çok bilinen sözü tam da bu noktaya ışık tutar:
“Geçmişi değiştiremeyiz ama geçmişin üzerimizdeki etkisini değiştirebiliriz.”
Ve bu etki değiştiğinde, kişi de değişmeye başlar. Değişim, bir davranışın yerine yenisini koymak değildir yalnızca. Asıl dönüşüm, o davranışın ardındaki duygusal yükle temas kurulduğunda başlar. Bir savunmanın arkasındaki korku fark edildiğinde, bir iç sesin nereden geldiği anlaşıldığında… O zaman kişi, kendi örüntülerine dışarıdan bakabilme gücünü kazanır. Ve belki de ilk kez, “ben hep böyleyim” dediği şeyin aslında bir seçim değil, bir öğrenilmişlik olduğunu fark eder.
Beyin ve Nöroplastisite
Peki ya beyin değişmeye açıksa? Tüm bu duygusal çözümlemelerin ötesinde, fiziksel olarak da değişim mümkün mü?
Uzun yıllar boyunca psikolojide kişiliğin sabit olduğu, bireyin çocuklukta nasıl şekillendiyse öyle kalacağı düşünülüyordu. Ancak modern sinirbilim bu inancı temelden sarstı. Bugün biliyoruz ki, beyin yaşam boyu değişime açıktır. Nöroplastisite adı verilen bu mekanizma sayesinde, beynimizdeki sinir hücreleri arasındaki bağlantılar yeni deneyimlerle birlikte kendini yeniden şekillendirebilir.
Yani kişi yalnızca yeni alışkanlıklar edinmekle kalmaz, aynı zamanda kendilik algısını, dünyayı yorumlama biçimini ve hatta duygusal tepkilerini bile zamanla dönüştürebilir. Bu da bize şunu söyler: Değişim, sadece psikolojik değil; biyolojik olarak da mümkündür.
Zihinsel esneklik, yeni yollar açabilme becerisi ve duygularla yeniden temas kurma cesareti… Tüm bunlar bir araya geldiğinde, insan sadece davranışlarını değil, kendine dair algısını da dönüştürebilir.
Sonuç
İnsan değişebilir. Ama bu, yalnızca yeni bir davranış biçimi kazanmakla değil; eski bir duyguyu tanımakla, geçmişten bugüne taşınan anlamları yeniden değerlendirmekle mümkündür. Çünkü çoğu zaman değişmesi gereken şey, davranıştan önce o davranışa yol açan içsel bir hikâyedir.
Bu hikâye bazen bir çocukluk yalnızlığında başlar, bazen bir kelimeyle, bazen bir suskunlukla. Ve zamanla, o küçük anlar bir kimlik duygusuna dönüşür. “Ben böyleyim.” Oysa o “ben”, çoğu zaman bir zorunluluktan doğmuştur. Görülmek için sessiz kalınmış, sevilmek için güçlü olunmuş, reddedilmemek için duygu bastırılmıştır. Ve bu da zamanla kişiliğin bir parçası gibi yerleşmiştir.
Kendine Dışarıdan Bakma Cesareti
Ama işte insanın en kıymetli becerisi tam burada devreye girer: Kendine dışarıdan bakabilme kapasitesi. Ne hissettiğini, neden hissettiğini ve bunun ne zamandan beri böyle olduğunu fark etme cesareti.
Değişim hızlı değil; ama mümkündür. Sabırla, küçük fark edişlerle, tanınan duygularla ve bazen sadece bir iç sesle başlar:
“Artık böyle hissetmek zorunda mıyım?”
Kimi zaman bir terapide, kimi zaman bir kitapta, bazen de yalnız bir akşamda başlar bu süreç. Ama başladığında, insan yavaş yavaş farklı bir yerden bakmaya başlar kendine. Ve o bakış değiştiğinde, kişi de değişmeye başlar.
Çünkü geçmiş ne kadar etkili olursa olsun, geleceği belirleyecek olan, fark edilen bugündür. Ve bazen gerçekten… Bir adım yeter.
Kaynakça
- Fogg, B. J. (2020). Tiny habits: The small changes that change everything. Houghton Mifflin Harcourt.
- Kolb, B., & Whishaw, I. Q. (2015). An introduction to brain and behavior (4th ed.). Worth Publishers.
- Shapiro, F. (2018). Eye movement desensitization and reprocessing (EMDR) therapy: Basic principles, protocols, and procedures (3rd ed.). Guilford Press.