Sosyal medyada gezinirken kaç kez “kusursuz” bir bedene imrenerek baktınız? Kaç kez aynaya dönüp kendinizi eleştirdiniz? Daha ince, daha fit, daha genç, daha pürüzsüz görünmek için neleri değiştirmek gerektiğini düşündünüz? Peki, bu güzellik ölçütleri gerçekten size mi ait? İnsan, doğası gereği sosyal bir varlıktır ve kendisini çevresindeki diğer insanlarla kıyaslama eğilimindedir. Psikolog Leon Festinger’in sosyal karşılaştırma kuramına (1954) göre, bireyler kendilerini değerlendirecek nesnel standartlar olmadığında, başkalarıyla kıyaslama yaparak kendilerini konumlandırmaya çalışır. Günümüzde bu kıyaslamaların büyük bir kısmı sosyal medya üzerinden gerçekleşiyor. Filtrelenmiş, düzenlenmiş ve belirli bir standarda göre şekillendirilmiş bedenler norm haline geliyor ve bireyler kendi bedenlerini bu normlara göre değerlendirerek eksik ve yetersiz hissedebiliyor. Ancak burada önemli bir soru ortaya çıkıyor: Bedenimizi bu kalıplara sokmaya çalışmadan kendimizi nasıl kabul edebiliriz?
Kadın Bedeni ve Toplumsal Baskılar
Kadın bedeni tarih boyunca güzellik, estetik ve cinsellik ile ilişkilendirilmiş, sürekli bir değerlendirme ve denetime tabi tutulmuştur. Ortaçağ’dan bugüne kadar değişen moda akımları, güzellik normlarını yeniden şekillendirse de kadınların bedeni üzerindeki baskı hiç azalmamıştır. Bugün, bu baskılar sosyal medya ve influencer kültürü aracılığıyla hızla yayılmaktadır. Feminist psikoloji, kadınların beden algısının bireysel değil, toplumsal olarak şekillendiğini vurgular. Kadınlara, güzelliğin kadın olmanın zorunlu bir parçası olduğu öğretilir ve toplumsal kabul görmek için belirli standartlara uymaları gerektiği dayatılır. Bu çelişkili beklenti, kadınların bedenleriyle olan ilişkisini karmaşık hale getirir. Hem “doğal güzellik” vurgulanır hem de güzellik için harcanan çabanın gizlenmesi beklenir.
Sosyal Medyanın Rolü ve Tüketim Kültürü
Bu süreçte sosyal medya, karşılaştırma döngüsünü hızlandıran bir araç haline gelir. Kusursuz görünen ciltler, ince ama şekilli bedenler, pürüzsüz saçlar, parlak gülüşler… Bunlar yalnızca bir güzellik standardı sunmakla kalmaz, aynı zamanda bu standarda ulaşmak için hangi ürünleri kullanmamız gerektiğini de belirler. Cilt bakım serumları, estetik işlemler, detoks çayları… Tüketim kültürü, “yeterince güzel” hissetmek için sürekli bir şeyler satın almamız gerektiğini fısıldar. Ancak burada durup düşünmek gerekir: Gerçekten kendi bedenimize mi yatırım yapıyoruz, yoksa toplumun onayını satın almaya mı çalışıyoruz?
Beden Algısının Psikolojik Etkileri
Toplumun belirlediği standartlara uyma çabası, bireyin beden algısını ve psikolojik iyi oluşunu doğrudan etkiler. Araştırmalar, beden imajı kaygısının düşük benlik saygısı, depresyon, anksiyete ve yeme bozuklukları ile yakından ilişkili olduğunu göstermektedir. Mükemmeliyetçilik beklentisiyle sürekli kendini eleştirmek, zamanla bir “asla yeterince iyi değilim” duygusuna dönüşebilir. Bedenini sürekli yetersiz gören bir birey, sadece fiziksel görünüşüyle değil, özsaygı ve kendilik algısıyla ilgili de eksiklik hissi yaşamaya başlar. Özellikle sosyal medya, bireylerde dismorfik beden algısını (bedenini gerçekte olduğundan çok daha kusurlu algılama) tetikleyebilir. Yapay güzellik normlarına ulaşmak için başvurulan aşırı diyetler, yeme bozukluklarına ve sağlık sorunlarına yol açabilir. Zayıflamak uğruna verilen savaşta aşırı kısıtlama, yeme atakları, kusma, ölümcül derecede açlık ve ciddi fiziksel rahatsızlıklar ortaya çıkabilir. Tüm bunların sonucunda birey, kendini toplumun gözünden değerlendirme döngüsüne sıkışarak, bedenini olduğu gibi kabul etme yetisini kaybedebilir.
Feminist Psikoloji ve Toplumsal Farkındalık
Feminist psikoloji, kadınların bedenleriyle yaşadığı sorunların bireysel olmadığını, toplumsal yapıların bir sonucu olduğunu vurgular. Bu yüzden çözüm, yalnızca bireysel çabalardan değil, toplumsal farkındalıktan geçer. Öyleyse bedenimizi toplumun gözünden görmek yerine, kendimizi kendi bakış açımızla nasıl değerlendirebiliriz? Öncelikle, sosyal medyada gördüğümüz bedenlerin gerçek olmadığını unutmamız gerekir. Filtrelenmiş ve düzenlenmiş görüntüler, belirli bir perspektiften sunulan idealize edilmiş hayatlar gerçeği yansıtmaz. Bedenimiz yalnızca estetik bir nesne olarak değil, sağlığımızı, gücümüzü ve hareket kabiliyetimizi sağlayan işlevsel bir bütün olarak değerlendirmek önemlidir. Kendimize karşı acımasız davrandığımız anlarda, aynı sözleri bir arkadaşımıza söyleyip söylemeyeceğimizi düşünmek, farkındalık geliştirmek açısından etkili bir adımdır.
Bedenimizi Kabul Etme Süreci ve Toplumsal Normlara Karşı Durmak
Bedenimizi olduğu gibi kabul etmek, sadece fiziksel görünüşle ilgili değildir. Bir danışanım, eşinin sürekli sosyal medyadaki filtreli kadınlara bakması sonucunda sayısız estetik operasyon geçirdi. Ancak her yeni operasyon sonrasında, kendini daha çirkin hissediyor ve kendine olan güveni azalıyordu. Kendini değiştirme süreci bir türlü tatmin edici olmamıştı. Nihayetinde, bu çabanın kendisi için değil, eşinin beklentisi için olduğunu fark etti. Kendisini olduğu haliyle kabul etmeye başladı, sağlığına dikkat etti ve gerçekten hoşuna giden şeylere odaklandı. Sonuç olarak, kendisini daha sağlıklı ve mutlu hissetmeye başladı ve psikolojik şiddet uygulayan eşinden boşandı. Bu süreç, kendini kabul etme yolunda önemli bir adım oldu.
Sonuç: Beden Sevgisi ve Geçici Güzellik Trendleri
Ayrıca, güzellik trendlerinin geçici olduğunu hatırlamak da önemlidir. 10 yıl önce ideal kabul edilen beden tipine bugün nasıl bakılıyor? 10 yıl sonra bugünkü güzellik normları ne kadar geçerli olacak? Bedenimizi sevmek, toplumsal normlara başkaldıran bir eylemdir çünkü bu normlar, kadınları sürekli eksik hissettirmek üzerine kuruludur. Bedenimizin nasıl olması gerektiğini başkaları değil, biz belirleyelim. Bugün aynaya bakarken kendinizi toplumun değil, kendi gözünüzle görmeyi deneyin. Sizce fark ne oldu?
Kaynakça
Festinger, L. (1954). A theory of social comparison processes. Human Relations, 7(2), 117-140.