Pazartesi, Nisan 28, 2025

Haftanın En Çok Okunanları

Son Yazılar

Bağlanma Kuramı ile Psikanalitik Kuramın Kesişimi: Çocukluk Deneyimlerinin İzleri

Bağlanma kuramı ve psikanalitik kuram, psikoloji alanında bireylerin psikolojik gelişimlerini anlamada önemli iki teorik yaklaşımdır. Her iki kuram da çocukluk döneminin bireylerin kişilik gelişimi ve duygusal sağlıkları üzerindeki etkilerini vurgular, ancak bu teoriler farklı bakış açılarına sahiptir. Bağlanma kuramı, bireylerin erken dönemdeki bakım ilişkilerinin duygusal bağlanmalarını nasıl şekillendirdiğini incelerken, psikanalitik kuram daha çok bilinçdışı süreçler, içsel çatışmalar ve erken çocukluk travmalarının etkilerini ele alır. Ancak, her iki kuramın kesişim noktaları, çocukluk deneyimlerinin bireylerin psikolojik yaşamları üzerindeki derin etkilerini anlamada birleşir.  

Bağlanma Kuramı

Bağlanma kuramı, psikolog John Bowlby tarafından geliştirilmiş ve erken çocuklukta bireylerin bakım veren kişileriyle kurdukları duygusal bağların, yaşam boyu süren duygusal, sosyal ve psikolojik gelişim üzerinde belirleyici bir rol oynadığını savunur. Kurama göre, çocuklar doğduktan sonra, anneleri ve diğer bakım veren kişilerle güvenli bir bağ kurarak dünyayı anlamaya başlarlar. Bu bağ, çocuğun duygusal düzenlemesi, güvenliki ve sosyal ilişkilerinin temelini atar. Bağlanma kuramı, dört temel bağlanma stilini tanımlar: güvenli bağlanma, kaygılı bağlanma, kaçınan bağlanma ve dağınık bağlanma.  

  • Güvenli bağlanan çocuklar, ebeveynlerinden ya da bakım veren kişilerden yeterli güvenlik ve destek almışlardır, bu da onların duygusal ve sosyal gelişimlerini olumlu yönde etkiler.  
  • Kaygılı bağlanma tarzı, çocuğun bakım verenin tutarsız davranışları nedeniyle duygusal istikrarsızlık yaşamasıyla şekillenir.  
  • Kaçınan bağlanma ise çocuğun duygusal ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan, mesafeli bir bakıcı ile ilişkilendirilmesi sonucunda gelişir.  
  • Dağınık bağlanma ise daha karmaşık bir bağlanma stilidir ve genellikle ebeveynin başa çıkılabilir olmayan bir şekilde korkutucu ya da ihmal edici davranış sergilemesiyle ilişkilendirilir.

Psikanalitik Kuram

Psikanalitik kuram, Sigmund Freud’un çalışmalarına dayanan ve bireylerin bilinçdışı süreçlerinin, çocukluk deneyimlerinin ve içsel çatışmalarının kişilik gelişimi üzerindeki etkilerini vurgulayan bir yaklaşımdır. Freud’a göre, bireylerin kişilikleri, çocukluk dönemi deneyimlerine dayanır ve bu deneyimlerin büyük bir kısmı bilinçdışında saklanır. Freud, özellikle erken dönemdeki ebeveyn-çocuk ilişkilerinin, bireyin ilerleyen yaşlardaki psikolojik sağlıkı üzerinde derin etkiler bıraktığını savunmuştur. Psikanalitik kurama göre, çocuğun duygusal ihtiyaçları genellikle ebeveynleri tarafından karşılanır, ancak bu ihtiyaçların yeterince karşılanmaması, çocuğun bilinçdışında çeşitli çatışmaların oluşmasına yol açabilir.  

Freud, özellikle anneyle olan ilişkilerin, çocuğun id, ego ve süperego yapılarının gelişiminde çok önemli bir rol oynadığını belirtmiştir. Erken dönem travmalarının, bilinçdışında bastırılan duygulara yol açtığını ve bu duyguların bireyin ilerleyen yaşlarında kişisel zorluklar ya da psikolojik bozukluklar olarak kendini gösterebileceğini öne sürer.  

Bağlanma ve Psikanalitik Kuramın Kesişimi

Bağlanma kuramı ile psikanalitik kuram arasındaki kesişim noktası, her iki yaklaşımın da çocukluk deneyimlerinin psikolojik gelişim üzerindeki önemini vurgulamasıdır. Her iki kuram da, erken dönemdeki ebeveyn-çocuk ilişkilerinin, çocuğun psikolojik yapısının temel taşlarını oluşturduğunu kabul eder. Bağlanma kuramı, bu ilişkilerin güvenli bağlanma biçimleriyle şekillenmesi gerektiğini savunurken, psikanalitik kuram, bu bağların eksik ya da yanlış biçimde oluşmasının içsel çatışmalar ve bilinçdışı problemler yaratabileceğini öne sürer.  

Örneğin, güvenli bağlanan bir çocuk, bağlanma figüründen aldığı güvenle dünyayı keşfetmeye çıkar ve bu güven, onun sağlıklı bir kimlik gelişimine zemin hazırlar. Ancak bağlanma figüründen yeterli güvenlik ve sevgi alamayan bir çocuk, psikanalitik kuramın id ve süperego arasındaki çatışmalarına benzer şekilde, içsel bir çatışma yaşar. Bu, ilerleyen yaşlarda anksiyete, depresyon veya ilişkilerdeki zorluklarla kendini gösterebilir. Bağlanma kuramı, çocuğun duygusal ihtiyaçlarını ön plana çıkarırken, psikanalitik kuram, bu ihtiyaçların yerine getirilmemesi durumunda bilinçdışı düzeyde nasıl bir etki yaratabileceğini anlatır. Örneğin, kaygılı bağlanma stiline sahip bir çocuk, anneye sürekli ihtiyaç duyma davranışı gösterirken, psikanalitik açıdan bu, çocuğun içsel dünyasında bir güvenlik arayışının ve eksik olan bir duygusal bağın yansıması olarak yorumlanabilir.  

Vaka: Ayşe’nin Bağlanma Tarzı ve Psikanalitik Yansımaları

Ayşe, 32 yaşında bir kadın. Erken yaşlarda annesiyle olan ilişkisi oldukça düzensizdi. Ayşe’nin annesi, sık sık duygusal olarak uzak ve kayıtsızdı; bazen fiziksel olarak da meşgul olup, Ayşe’nin duygusal ihtiyaçlarına yeterince karşılık veremiyordu. Ayşe’nin babası ise evden uzun süreler ayrı kalıyordu ve Ayşe ile duygusal olarak pek bağ kurmamıştı. Ayşe’nin annesi, aynı zamanda kendi çocukluk travmalarından dolayı, Ayşe’nin duygusal ihtiyaçlarını görmezden gelmeye eğilimliydi.  

  • Bağlanma Kuramı Perspektifi: Ayşe’nin çocukluk döneminde annesinden yeterli güvenlik ve duygusal destek alamaması, güvenli bağlanma tarzını geliştirmesine engel oldu. Bunun yerine, kaygılı bağlanma tarzı gelişti. Ayşe, annesinin tutarsız davranışlarından dolayı sürekli olarak ondan onay ve güven arayışında bulundu, ama bu güveni yeterince bulamadı. Duygusal ihtiyaçları karşılanmadığı için, hem duygusal olarak güvensiz hissetti hem de yakın ilişkilerde sürekli endişe ve kaygı yaşadı. Ayşe’nin güvenli bağlanma eksikliği, onun genel hayatındaki ilişkilerde de devam etti. Özellikle arkadaşlık ve romantik ilişkilerde aşırı bağımlı ve kontrolcü bir tutum sergileyerek, karşısındaki kişilerin ilgisini sürekli sorguladı. Kaygılı bağlanma tarzı, Ayşe’nin ilişkilerde sıklıkla terk edilme korkusu yaşamasına yol açtı.  
  • Psikanalitik Kuram Perspektifi: Psikanalitik kuram çerçevesinde, Ayşe’nin çocuklukta annesinden yeterli duygusal destek alamaması, bilinçdışında derin çatışmaların oluşmasına neden oldu. Freud’un id, ego ve süperego yapıları üzerinden açıklamak gerekirse, Ayşe’nin id güvenli bağlanma ihtiyacıyla ilgili güçlü bir istek barındırırken, annesinin tutarsız davranışları nedeniyle ego zor durumda kaldı. Ayşe’nin süperegosu ise, annesinin soğuk tavırlarına karşı ona bir tür suçluluk ve yetersizlik duygusu aşıladı. Bilinç dışı düzeyde, Ayşe annesinin sevgi ve ilgisini bir tür güvence olarak arayarak, hep bir eksiklik hissiyle büyüdü. Bu eksiklik hissi ve güven arayışı, onun ilişkilerinde sürekli bir kaygı ve terk edilme korkusu yaratıyordu. Ayşe’nin geçmişte yaşadığı duygusal travmalar, ilerleyen yaşlarda ona duygusal anlamda aşırı bağımlı hale gelme ve sıkça kaygı yaşama biçiminde kendini gösterdi.

Sonuç

Bağlanma kuramı ve psikanalitik kuram, çocukluk deneyimlerinin bireylerin psikolojik yapısını şekillendiren kritik bir dönemi oluşturduğunu kabul ederler. Her iki yaklaşım da erken yaşlardaki bakım ilişkilerinin, bireylerin sağlıklı bir şekilde gelişmeleri için hayati önem taşıdığını vurgular. Bağlanma kuramı bu bağları güvenli bir şekilde kurmanın önemini, psikanalitik kuram ise bu bağların eksikliklerinin bilinçdışında yarattığı çatışmaları ve psikolojik sorunları ele alır. Sonuç olarak, her iki kuram da, çocukluk dönemindeki deneyimlerin izlerinin hayat boyu sürecek etkiler bıraktığını ortaya koyar.  

Kaynakça

http://www.sonsaatgazetesi.com/saglik/cocuklarda-kisilik-gelisimini-engelleyen-olumsuz-davranislar-nelerdir–457884/

Efsu Melda Kayaalp
Efsu Melda Kayaalp
Ben Efsu Melda Kayaalp, 22 yaşında, İstanbul doğumluyum. Haliç Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden mezun oldum. Üniversite yıllarımda, psikoloji alanındaki akademik çalışmalarımı derinleştirmenin yanı sıra, Fransız Lape Hastanesi ve diğer çeşitli kurumlarda staj yaparak değerli deneyimler kazandım. Bu süreç, psikolojinin farklı alanlarında pratik bilgi edinmeme fırsat sundu. Ayrıca, Prof. Dr. Hakan Türkçapar'dan Bilişsel Davranışçı Terapi eğitimi aldım, böylece bu alandaki bilgi birikimimi güçlendirdim. Üniversite hayatım boyunca, okulun psikoloji dergisinde aktif olarak yazarlık yaptım ve pek çok psikoloji makalesi kaleme aldım. Psikolojiye olan ilgimi daha geniş kitlelere ulaştırmak amacıyla, bir arkadaşım ile birlikte “Mozaik” adlı bir dergi kurduk ve bu projeyi hâlâ devam ettiriyoruz. Üniversite eğitimimin ardından, psikolojideki akademik derinliğimi artırmak ve özellikle Almanca kaynaklara erişim sağlamak için Almanca özel eğitime başladım. Psikolojinin önemli bir kısmı Almanca dilinde yazılmış eserlerle şekillendiği için bu kaynaklara ulaşmanın kritik olduğuna inanıyorum. Bu doğrultuda, Almanya'nın Giessen Üniversitesi’nde Klinik Psikoloji programına kabul aldım. Ayrıca, Almanca dil becerilerimi ilerletmek amacıyla bir devlet kursuna da katıldım. Telc A2 seviyesinde Almanca sertifikamı aldıktan sonra, bu seviyeyi C1’e yükseltmek için eğitimlerime devam ediyorum. Şu anda Almanya’da yaşıyor ve hem klinik psikoloji alanındaki akademik yolculuğuma devam ediyor, hem de dil becerilerimi geliştirmeye yönelik çalışmalarımı sürdürüyorum. Psikolojiye olan tutkum, yalnızca teorik bilgilerle sınırlı kalmayıp her geçen gün daha da derinleşiyor. İleriye dönük hedefim, hem akademik hem de klinik alanda önemli katkılarda bulunarak, bu alandaki bilgi birikimimi daha geniş kitlelerle paylaşmaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler Yazılar