Romantik ilişkiler, bireyin yakınlık kurma, aidiyet hissetme ve duygusal paylaşım ihtiyacına yanıt veren temel bağlardan biridir. Aşkın yoğun ve çekici doğası, iki bireyin birbirine daha derin bir bağla tutunmasını sağlayabilir. Ancak bu yoğunluk, bazı durumlarda bireyin kendi kimliğini kaybetmesiyle sonuçlanan bir süreç hâline gelebilir. Özellikle kişisel sınırların fark edilmediği ya da korunamadığı ilişkilerde, sevgi zamanla bireysel benliğin eridiği bir zemine dönüşebilir.
Kişisel sınırlar, bireyin duygusal, zihinsel ve fiziksel alanını tanımlayan ve onu diğerlerinden ayıran temel yapılardır. Bu sınırlar; düşünceler, inançlar, değerler, tercihler ve davranışlar üzerinde kontrol sahibi olmayı sağlar. Psikolojik açıdan sağlıklı bir birey, hem kendi sınırlarının farkındadır hem de başkalarının sınırlarına saygı gösterir (Katherine, 1992). Oysa romantik ilişkilerde bu sınırlar zamanla bulanıklaşabilir; aşk uğruna “biz” olma arzusu, “ben”liğin ihmaline ve hatta inkârına neden olabilir.
İlişkilerin başlarında fedakârlık, uyum ve özveri gibi olumlu görünen davranışlar, eğer bireyin kendi benliğini yok sayma pahasına sürüyorsa, bu bir bağ değil bir bağımlılığa dönüşebilir. Kimi zaman birey, partneriyle duygusal bağını sürdürebilmek için kendi ihtiyaçlarını bastırır, karar alma süreçlerinden çekilir veya ilgi alanlarını terk eder. Bu süreçte kişi, kendisini yalnızca partneriyle tanımlamaya başlar; kimliğinin merkezinde artık sadece “ilişki içindeki rolü” vardır (Cermak, 1986; Schaef, 1987).
Bu durumun en belirgin göstergelerinden biri, bireyin “ilişki dışında kim olduğu” sorusuna sağlıklı ve net bir yanıt verememesidir. Özellikle partnerden uzak kalındığında ortaya çıkan yoğun boşluk hissi, yalnızlığa karşı toleranssızlık ve değersizlik duyguları, kişinin benlik sınırlarının eridiğini gösteren güçlü işaretlerdir. Bowlby’nin bağlanma kuramı bağlamında bu tür dinamikler, sıklıkla kaygılı bağlanma stiline sahip bireylerde gözlemlenir. Bu bireyler, terk edilme korkusuyla partnerlerine yapışma eğilimindedir ve ilişkiyi sürdürebilmek için kendilerini kolayca feda edebilirler (Mikulincer & Shaver, 2007).
Kernberg’in (1975) kuramına göre, özellikle narsisistik veya sınırda (borderline) kişilik özellikleri gösteren bireylerde, “bir olma” arzusu, aslında geçmişte yeterince aynalanmamış bir benliğin onarılma çabasıdır. Bu bireyler, partnerleriyle simbiyotik bir bağ kurmak isterken aslında kendi eksik parçalarını tamamlamaya çalışır. Ancak bu simbiyoz, psikolojik olarak sağlıksız bir birleşmeye dönüşerek bireyin kendi varoluşunu zayıflatır.
Kişisel sınırların kaybolduğu bir ilişkide sevgi, sağaltıcı bir güç olmaktan çıkar; kişinin kendi duygusal ihtiyaçlarını inkâr ettiği, kendi sesini kaybettiği bir zemine evrilir. Oysa psikolojik dayanıklılık, yalnız kalabilme becerisiyle, hayır diyebilme gücüyle ve kendi ihtiyaçlarını ifade edebilme cesaretiyle mümkündür. Bireyin benliğini koruyarak sevebilmesi, yani ilişki içinde hem kendisi olabilmesi hem de diğerine alan tanıyabilmesi, sağlıklı bir bağlılığın temelini oluşturur (Perel, 2017).
Partneri sevmek, onunla bir bütün hâline gelmek değil; iki ayrı varlık olarak birlikte kalabilmeyi öğrenmektir. Kişisel sınırlar koymak, ilişkiyi sınırlamak değil; ona sağlıklı bir zemin kazandırmaktır. Ne yazık ki birçok kişi bu farkı ancak ilişkinin yıpratıcı etkileri ortaya çıktığında anlayabilmektedir.
İlişkide Sınırları Korumanın Yolları Nelerdir?
- Kendini Tanımak ve İhtiyaçları Fark Etmek: Sağlıklı kişisel sınırlar, bireyin kendi duygusal, zihinsel ve fiziksel ihtiyaçlarını tanımasıyla başlar. Kişi, neyi kabul edip neyi edemeyeceğini belirleyebilirse, bu doğrultuda ilişkide nerede durması gerektiğini de bilir. Örneğin, yalnız kalma ihtiyacının farkında olan biri, sürekli bir arada olma baskısını dengeleyebilir.
- Açık ve Net İletişim Kurmak: Kişisel sınırlar ancak ifade edildiğinde işlevsel hâle gelir. Bu nedenle birey, neye ihtiyaç duyduğunu, neye rahatsız olduğunu ya da neyi kabul edemeyeceğini açık bir dille ifade etmelidir. “Bunu yapmam bana iyi hissettirmiyor” ya da “Buna şu an hazır değilim” gibi ifadeler, sınırların sağlıklı biçimde iletilmesine yardımcı olur.
- “Hayır” Diyebilme Becerisini Geliştirmek: Hayır demek, çoğu birey için suçlulukla karışık bir zorluk yaratabilir. Ancak sınır koymanın en temel ifadelerinden biridir. Karşı tarafı kırmak ya da reddetmek anlamına gelmez; kişinin kendi benliğine ve kapasitesine saygı göstermesidir.
- Bağımsızlık Alanları Oluşturmak: Her bireyin bir ilişki dışında da sürdürebileceği bir yaşam alanına sahip olması gerekir. Hobiler, sosyal çevre, bireysel zamanlar, bu bağımsızlık alanlarını oluşturur. Bu alanlar hem bireyin kimliğini korumasına hem de ilişkide “boğulma” hissinden uzaklaşmasına yardımcı olur.
- Duygusal Ayrışma Becerisi Geliştirmek: Partnerin duygularını anlamak, empati kurmak önemli olsa da bireyin kendisini partnerin duygularına fazlaca kaptırması, sınırların silinmesine neden olabilir. Birey, karşısındakine destek olurken kendi duygusal sınırlarını da gözetmelidir.
- Gerektiğinde Profesyonel Destek Almak: Sınır koymakta zorlanan bireyler için psikoterapi, hem kendi geçmiş deneyimlerini anlamak hem de ilişkisel örüntüleri dönüştürmek açısından çok yararlıdır. Özellikle çocukluk travmaları ya da bağlanma problemleri olan bireylerde sınır ihlalleri daha sık görülür.
Sonuç
Aşkın en derin ve sürdürülebilir hali, bireyin kendi kimliğini silmeden kurduğu bağdır. Aşkta kaybolmak, romantik bir metafordan öte, psikolojik anlamda gerçek bir tehdit olabilir. Bu nedenle bireylerin sınır farkındalığını geliştirmesi, hem kendilerini hem de ilişkilerini koruyabilmeleri açısından hayati bir öneme sahiptir. Sevgi, bir bütünleşme değil; karşılıklı alan tanıma ve özgürlük içinde yakınlık kurabilme becerisidir. Kimliğini koruyarak sevmek, aşkın hem en zorlayıcı hem de en olgun hâlidir.
Kaynakça
- Bowlby, J. (1988). A secure base: Parent-child attachment and healthy human development. Basic Books.
- Cermak, T. L. (1986). Diagnosing and treating codependence: A guide for professionals who work with chemical dependents, their spouses and children. Johnson Institute Books.
- Katherine, A. (1992). Boundaries: Where you end and I begin. Simon and Schuster.
- Kernberg, O. F. (1975). Borderline conditions and pathological narcissism. Jason Aronson.
- Mikulincer, M., & Shaver, P. R. (2007). Attachment in adulthood: Structure, dynamics, and change. Guilford Press.
- Perel, E. (2017). The state of affairs: Rethinking infidelity. Harper.
- Schaef, A. W. (1987). Codependence: Misunderstood–Mistreated. Harper & Row.