Arif Işık terapiye geç kalır. Kapıdan girerken hâlâ telefonla pazarlık yapmaktadır:
“Oğlum dolardan kaçarken Mars’a geldik, şimdi altınla kira mı olur?”
Psikoterapist onu içeri buyur eder. Arif göz ucuyla odayı süzer, koltuğa dikkatlice oturur. Kollarını açar, dizlerine vurur ve derin bir nefesle konuşmaya başlar:
“Şimdi hocam ben aslında iyiyim… Ama bu hayat, hani… biraz fazla ciddiye alınıyor sanki.”
Gülümseyen Maske: Mizah Bir Savunma mı?
Arif’in terapi boyunca sergilediği mizah, yüzeyde eğlenceli görünse de psikolojik olarak oldukça anlamlıdır. Mizah, insanın zorlayıcı duygularla baş etmek için geliştirdiği olgun savunmalardan biridir. Ancak Arif’in mizahı sadece bir savunma değil; aynı zamanda duygusal kaçış, bağlanma kaygısı ve benlik çatışmalarının üzerini örten bir araç hâline gelir. Psikanalitik kuramda mizah, bastırılmış duyguların toplumsal olarak kabul edilebilir biçimde ifade edilmesi olarak değerlendirilir. Arif’in esprilerinin altında zaman zaman öfke, hayal kırıklığı ve yalnızlık görülür. Fakat bu duygular genellikle sözcüklere değil, kahkahalara gizlenir.
Travma mı, Komedi mi? Uzayda Başlayan Kimlik Sarsıntısı
Arif’in uzaya kaçırılma hikâyesi ilk bakışta bilim kurgu gibi görünse de, psikolojik düzlemde bir metafor olarak değerlendirilebilir. Travma sonrası kimlik sarsıntısı yaşayan bireylerde, gerçeklik algısının bozulması ve kendini “dışlanmış” hissetme hâli yaygın olarak görülür. Arif’in sözleri bunu net biçimde ortaya koyar:
“Ben normalde düğün salonu işletiyordum. Şimdi evrende yalnızım.”
Bu yalnızlık sadece fiziksel değil, aynı zamanda duygusal bir soyutlanmayı da temsil eder. Terapist geçmişe dair sorular yönelttikçe, Arif’in temel güven duygusunun yeterince gelişmediği, çocukluk döneminde duygularına yeterince alan tanınmadığı anlaşılır. Sanki sürekli neşeli olması beklenmiş biri gibidir; ağlamasına, korkmasına izin verilmemiştir.
Mizahla Örtülen Erkeklik Kalıpları
Arif’in mizahı, erkeklik normlarıyla baş etmenin bir yolu hâline gelir. Kahraman olmaya çalışmaz ama hep güldürmeyi hedefler. Duygusal olarak güçlü görünür; fakat derinlerde onaylanma ve sevilme ihtiyacı taşır. Bu durum, toplumsal erkeklik beklentilerinin birey üzerindeki baskılayıcı etkisini ortaya koyar. Arif’in centilmen tavırları, “cool” hâlleri, esprili yapısı çoğu zaman bağlanma korkusunun üzerini örten maskelerdir. Terapist bir noktada şöyle sorar:
“Hiçbiri seni olduğun gibi sevdi mi, Arif?”
O an Arif susar. Ve o sessizlikte, yıllardır saklanan bir çocuk sesi duyulmuş olur.
Ceku ve Bağlanma Kaygısı
Ceku ile ilişkisi, Arif’in gerçek duygusal yakınlık yaşadığı nadir anlardandır. Ancak hisler derinleştikçe mizah da bir kalkan hâline gelir. Yakınlık isteyen ama aynı zamanda ondan korkan bireylerde bu tür savunmalar sıkça görülür. Çünkü duygusal bağ kurmak, aynı zamanda reddedilme ya da incinme ihtimalini de taşır. Arif o riski genellikle bir espriyle savuşturur:
“Ben hep kalpten giden olurum hocam… Ama kimse uğurlamaz.”
Terapinin Galaksiler Arası Yolculuğu
Terapide ilerledikçe Arif’in mizahı değişir. Gülmeye devam eder; fakat artık bastırmak için değil, anlamak için. Yavaş yavaş o “uzaylı” hâl çözülür ve Arif, dünyaya —kendi bedenine, duygularına— dönmeye başlar. Terapist günlüğüne şöyle yazar:
“Arif, kendi galaksisinde kaybolmuş bir çocuk. Mizah, onun hayatta kalma dili olmuş. Şimdi artık sadece güldürmek değil, anlaşılmak istiyor.”
Bir Yalnızlık Galaksisi: Arif’in İç Dünyası
GORA yalnızca bir bilim kurgu filmi değil; aynı zamanda mizahın ardına gizlenmiş duyguların, görülme ve anlaşılma arzusu taşıyan bir ruhun hikâyesidir. Arif, modern bireyin gündelik hayatla, toplumsal rollerle ve kendisiyle kurduğu çelişkili ilişkinin temsilidir. Onun hikâyesinde yalnızlık bir gezegen değil; gündelik hayatın ortasında kimseyle tam bağ kuramamanın içsel yankısıdır.
Çocuklukta kabul görmek için gülmeyi öğrenmiş biri, yetişkinliğinde de duygusal korunma aracı olarak mizahı kullanmaya devam edebilir. Arif’in bu yönü, psikolojik savunma mekanizmalarının ne kadar yaratıcı ve aynı zamanda ne kadar yalnızlaştırıcı olabileceğini gözler önüne serer. Mizah, Arif için sadece bir eğlence aracı değil; aynı zamanda hayatta kalmanın dili olmuştur. Zamanla, terapi sürecinde, onun mizahı bir duvar olmaktan çıkıp bir köprüye dönüşür. Gülmek artık acıyı bastırmak için değil, onu tanımak ve belki de paylaşmak içindir. İçindeki “uzaylı” çözülürken, onun yerine dünyaya ait bir insan belirir. Sevilmek isteyen, bağ kurmak isteyen, sadece anlaşılmak isteyen biri…
Ve belki de Arif’in iç dünyasını en iyi şu cümlesi açıklar:
“Ben odaya girince insanlar gülsün istiyorum… Yoksa içim sessizleşiyor.”
Kaynakça
• Bartholomew, K., & Horowitz, L. M. (1991). Attachment styles among young adults: A test of a four-category model. Journal of Personality and Social Psychology, 61(2), 226–244.
• Freud, S. (2002). Wit and its Relation to the Unconscious (A. A. Brill, Trans.). Dover. (Original work published 1905)
• Herman, J. L. (1992). Trauma and Recovery: The Aftermath of Violence—from Domestic Abuse to Political Terror. Basic Books.
• Mahalik, J. R., Burns, S. M., & Syzdek, M. (2003). Masculinity and perceived normative health behaviors as predictors of men’s health behaviors. Social Science & Medicine, 64(11), 2201–2209.
• Köseoğlu, E. (2014). Psikoterapide mizah kullanımı ve etkileri. Türk Psikoloji Dergisi, 29(73), 25–38.
• Vaillant, G. E. (1992). Ego Mechanisms of Defense: A Guide for Clinicians and Researchers. American Psychiatric Pub.