“Birileri yalnızlıkta bazıları hep tek başınadır…”
Birkaç yıl önce denk geldiğim bu dize, tam olarak anlayamadığım ama içimde bir yerleri sızlatan bir güce sahip olmuştu. Bir insan, tek başına olmadan yalnızlık hissetmeyi başarabilir mi? Ya da bu, kulağa geldiği kadar korkutucu mu?
İlk o zaman anladım; yıllardır danışanlarımın içinde adlandıramadığı o burukluk neymiş. Sosyal becerileri yüksek ve iletişimde güçlü bir insan olmalarına rağmen, içlerinde o “tam” hissettirmeyen duygu… Sanki bir balon yutmuşlar da yavaşça büyürken içlerinde koca bir boşluk oluşturmuş. Kalabalığın ve gürültünün içinde minicik bir çınlama… Aidiyet hissettiklerini düşündükleri arkadaş ya da dans grupları, takım kaptanlıkları, müzik aleti eğitimi alırkenki disiplinli ilkokul öğrencisi ya da ailesinin biricik, düzene uyum sağlayan kızı/oğlu… Ve evet, bir noktada aslında hepsine aittiler. Hayatlarının belli dönemlerinde büründükleri ve parçası oldukları bu yaşamın her bir anına aittiler ve doyasıya sürdürdüler. Anın içindeyken bir adım geri atıp kendilerini gördüler. Yaşadıkları an için kendilerine minnettarlık sundular. Ama zamanı geldi, artık o kalıplara ait olmadılar. Kendilerini izole ettiklerinde, değişimi konuştukları insanların algıları onların yaşam serüvenine adapte olamadı. Birbirlerinden alabildiklerini aldılar ve akışta ayrıldılar. Bu yolculuğun hata ya da yanlışlardan ibaret olduğu veya bir daha yollarının kesişmeyeceği anlamına gelmemesiyle birlikte, daha bilge versiyonlarında birbirlerini yormadan, daha kaliteli bir yoldaşlık yapabilecekleri anlamını taşır. Hatıraları tebessümle ve bazen eşlik eden gözyaşlarıyla anımsamak ise, hayat cilvesi olarak adlandırılabilir.
Peki bu değişim sürecinde, herkesten önce kendimiz an’daki ben’e nasıl adapte olacağız?
“Ne istediğimi bilmiyorum” diyen dudaklara, en azından “ne istemediğimi biliyorum”u sunarak ilk adımı atabiliriz. 2023 yılı verilerine göre dünya nüfusu 8 milyar civarındayken, Türkiye nüfusu yaklaşık 85 milyon olarak kaydedilmiş. Bu kalabalık gezegende kendisine yer arayan tek birey “ben” olmadığım gibi, arayıştaki diğer insanlarla yeni deneyimler edinirken, kendimizi tanımanın verdiği hazla motivasyonumuzu da körüklemiş olacağız. Her ne kadar amacı tanışmak olmasa da insanları sosyalliğe teşvik eden birkaç etkinliğe tanıklık ettim son zamanlarda. Yeni sahiplendiğim köpeği gezdirmek için gittiğim köpek parklarında birbirinden farklı ve eşsiz karakterlerle tanıştım. Her birimizin yaşamları ve hayat kargaşaları farklı yörüngelerdeyken, hepimizi buluşturan pati parkı tek bir ortak hedef veriyordu: Köpeklerimize anlaşabilecekleri arkadaşlar bulmak.
Birbirleriyle deneyimlerini paylaşan, tavsiyelerde bulunan insanlarla bir noktada aynı saatlerde parka giderek, bazen parktan çıkıp biraz yürüyerek ya da bir kahve içerek samimiyeti ilerlettiğinizde, hiç aklınıza gelmeyecek insanlarla arkadaş olduğunuzu görebiliyorsunuz. Bunun en cezbedici yanıysa aslında ekstra bir efor sarf etmeden, herhangi bir ekstra sorumluluk edinmeden başarıyor olmanız. Kendi yaşam koşullarınızda belki denk gelmeyeceğiniz ya da “konuşsam keyif almam herhalde” diye düşündüğünüz insanların sizi şaşırtması da, kendinizi tanıma sürecinizin bir parçası oluyor.
“Peki benim köpeğim yok ya da bu pek benlik değil,” diye düşünüyorsanız birçok seçeneğiniz daha var. Köpeğim sayesinde günün farklı saatlerinde yürüyüş yapmaya başladım ve bu yürüyüşlerde sık sık yeni trend olan koşu gruplarını görüyorum. Öncesinde bilgilendirme konuşması ve seviyelere göre sınıflara ayrılma, ardından belli ısınma hareketleri ile koşmaya başlayan bireylerin ne kadar keyif aldığını çok kez gördüm. Bireysel katılım sağlayarak bir gruba dahil olmanın verdiği haz, başkalarının da onları görüp teşvik olmasına sebebiyet veriyor. Koşu esnasında uyum sağlayamayıp yavaşlayanlar da kendi aralarında nefeslenirken sohbet edebiliyor. Ya da bu, romantik anlamda tanışmak istediğiniz kişiyle iletişim kurabilmek adına şahane bir fırsat.
Peki an’daki ben, ya yalnızlıktan korktuğu için yanlış kişilere sarılıyorsa? Ya yalnızlığı başaramamaktan çekiniyor ve sırf bunun için ait olmadığı, hatta hoşuna gitmeyen yerlerde “belki değişir” ümidiyle bulunuyorsa? Çok sevgili bir hocamın da dediği gibi: “İnsanlar hayal kırıklığına uğradığında, yalan söylendiğinde değil; bir ümidi kalmadığında gider…” İnsanların potansiyelini görüp ya da daha farklı olduğuna inanıp, onların kendi nezdimizde “daha iyi” versiyonlarına dönüşmesini beklemek ve bu süreçte bize iyi gelmeyen tavırlarına göz yummak… Aslında kendimizi, kendi kurduğumuz kurmaca bir hayal dünyasına adapte ettiğimiz anlamına gelir. Değer verdiğimiz insanları oldukları gibi kabul etmek yerine, onları olmadıkları bir insana dönüştürmeye çalışmak… Bu aslında onlara verdiğimizden çok, kendimize verdiğimiz değerin bir kanıtıdır. Bazı yönleri onlarda destekleyip, bazı yönleri de sırf bize iyi geleceğini düşündüğümüz için değiştirmek isteriz. Ama bu, o insanı kendisi olmaktan mahrum bırakmaya çalışmaktır. Bunu başaramadığımızda uğradığımız hayal kırıklığı sebebiyle daha da hiddetlenir, an’daki ben’e çekilmez bir deneyim sunarız.
Sosyal ilişkilerin emek istediğine inanan biri olarak, bunu onları değiştirmeye yönelik manipülatif bir yerden değil; farklı olmasını dilediğiniz noktaları açık bir iletişimle karşı tarafa iletmekle daha sağlıklı hale getirmenin mümkün olduğuna inanıyorum. Ve eğer karşı taraf sizinle hemfikir olursa, tadından yenmez. Ama olmazsa da bunun için bir orta yol arayışıyla ya da birbirini yormadan, doğru üslupla akışlardan ayrılarak çözüm sağlanabilir.
Hayat bazen yalnızlık hissettirir ama gerçek yalnızlık, kendimizden uzaklaştığımızda başlar. O yüzden ne olursa olsun, kendinize dönün. Çünkü en güzel yoldaş, an’daki ben’dir. Yaşadığınız hayatın anlam arayışında, kendi değerinizi kaybetmeden zenginleştirmeniz dileğiyle…