Neden “ağzımızın tadı kaçmasın” düşüncesiyle hareket ederiz?
Pek çok insan, özel hayatında ya da iş hayatında sıkça bu düşünceden hareketle çatışmalardan uzak durmaya çalışmaktadır. Bu davranış eğiliminin nedenlerinden biri, bireylerin yaşamlarında daha az stres yaşamak ve var olan huzur atmosferini devam ettirmek istemeleridir. Ancak stressiz, huzurlu ve konforlu bir yaşam sürme isteğinin yanı sıra bireyin bu şekilde davranmasını etkileyen iki önemli faktör bulunmaktadır. Bu iki faktör: aşırı uyum ve çatışmadan kaçınmadır.
Uyum-Aşırı Uyum
İnsanın “sosyal bir varlık” olduğu sıkça vurgulanan bir ifadedir. Bu sosyal varlık olma durumu, uyum sağlama davranışını da beraberinde getirmektedir. Birey doğduğu andan itibaren tek başına hayatta kalamama eğilimine sahiptir ve varlığını içine doğduğu çevreyle birlikte idame ettirmektedir. Sosyal psikolojiye göre, birey hayatta kalabilmek için bir gruba ait olma arayışındadır ve o gruba uygun davranışları sergileme çabası içindedir. Birey bu davranışları ait olma, bilgi edinme, kabul görme ya da dışlanmama amacıyla kimi zaman bilinçli olarak kimi zaman da farkında olmadan gerçekleştirmektedir. Bu şekilde içinde bulunduğu gruba ve çevreye uyum sağlamaktadır.
Bireyin uyum sağlamayabilmesi, psikolojik olarak sağlıklı olma açısından kritik bir beceridir. Temelinde farklılaşan koşullara, çevreye ve yaşamsal olaylara göre değişim ve adaptasyon yer almaktadır. Ancak bireyin uyum sağlama durumu aşırıya kaçtığı zaman denge bozulmaktadır. Çoğu insan, özel yaşamında, iş yaşamında ya da sosyal çevresinde tepki almamak, farklı görünmemek, dışlanmamak, uyumsuz biri olarak yaftalanmamak için kendi düşünce, duygu ve davranışlarını saklama yoluna gitmektedir. Grup içerisinde gerçek fikirlerini dile getirdiğinde eleştirileceğini ya da saygı görmeyeceğini düşünmektedir. Özellikle “iyi çocuk olma” baskısıyla, koşullu sevgiyle ve onay bekleyerek büyüyen bireyler, bu şartların dışına çıkmamak için kendilerini uyumlu davranmak zorunda hissetmektedir. Sadece bu şekilde sevileceği, değer ve kabul göreceği algısına sahiptir. Sırf bu nedenle kendi doğrularını ortaya koyamamakta, kendilerine uygun olmayan düşünceleri benimsemek zorunda kalabilmekte ya da yanlış davranışlarda bulunabilmektedirler. Çünkü onlara göre doğru söyleyen köysüz kalacak ya da köyde kaos çıkacaktır.
Çatışmadan Kaçınma
Aman kaos çıkmasın, çatışmadan kaçalım, ağzımızın tadını kaçırmayalım. Çatışmadan kaçınma, bireyin, anlaşmazlıklar yaşanmaması, tartışma çıkmaması ya da ortamdaki huzur atmosferinin bozulmaması için düşünce, duygu ve davranışlarını bastırmasıdır. Özellikle şiddet ortamında büyüyen, baskıcı ve kuralcı ebeveynlere sahip olan bireyler çatışmalara karşı aşırı bir tetikte olma halindedir. Olumsuz olaylar yaşanması ihtimaline karşılık sürekli olarak barış ve huzur ortamını koruma eğilimine sahiptir. Çünkü mevcut aile dinamiği zaten her an çatışmaya hazırdır ve birey bu ortamda ekstra bir çatışma çıkarmamak için çabalamakta, çevresindekileri memnun etmeye çalışmaktadır. Birey bu çaba doğrultusunda kendi değer ve yargılarına uygun olmayan, diğerlerine uyumlu bir davranış örüntüsü geliştirmektedir.
Öte yandan çatışma kimsenin istemediği bir durumdur. Çatışmanın olduğu ortamda bireyler arasındaki ilişkiler zarar görmektedir. İlişkilerin zarar görmesi, bireyin yalnızlaşmasına ve sosyal desteklerinin azalmasına neden olmaktadır. Pek çok insan tıpkı uyum davranışında olduğu gibi yalnızlaşmamak, dışlanmamak, yargılanmamak ya da kabul görmek amacıyla çatışmalardan uzak durmaktadır.
Huzurlu Bir Yaşam Mı?
Uyum sağlamak, çatışmalardan kaçınmak kulağa hoş, huzurlu bir yaşamı çağrıştırıyor gibi gelse de uzun vadede bireye, ilişkilerine ve topluma zarar vermektedir. Çatışmalardan kaçınılması sorunların çözülmesini engellemekte ve daha büyük sorunlara dönüşmesine neden olmaktadır. Bireyin kendi içinden geldiği gibi davranmaması, sürekli olarak düşünce, duygu ve davranışlarını geri plana atması, pasif agresif davranışlar ya da birikmiş öfke gibi pek çok olumsuz duruma neden olmaktadır. Çünkü bireyin sakladıkları ve bastırdıkları yok olmamakta, daha şiddetli bir şekilde ortaya çıkmakta ya da farklı problemlere dönüşerek kendini göstermektedir.
Sürekli olarak diğerlerini memnun etmeye çalışan, kendi değerlerine aykırı şekilde davranan, duygularını içinde yaşayan birey öz saygısını yitirebilmekte, ruhsal sıkıntılara bağlı olarak bedensel rahatsızlıklar, tükenmişlik ve öfke patlamaları yaşayabilmektedir. Bunların yanı sıra birey uyum sağlamak ve çatışmamak adına sınırlarını çizememekte, diğerleri tarafından sömürüye ve manipülasyona açık hale gelmektedir. Sınırların çizilmediği, gerçek duygu ve düşüncelerin ifade edilmediği, sömürüye açık iletişim ise yüzeysel sosyal ilişkileri de beraberinde getirmektedir.
Tüm bunlar yalnızca bireyi değil, toplumun tamamını etkilemektedir. Ağzımızın tadı kaçmasın diye açmadığımız ağzımız, bizi daha büyük problemlere götürmektedir. Doğrular yerine grubun değerlerini benimseyen, kendini ifade etmeyen, sorunları görmezden gelen ya da alttan alan bireylerin yer aldığı bir toplumda haksızlıklar, adaletsizlikler ve daha büyük çatışmalar meydana gelmektedir. Önemli olan çatışmasız bir yaşam sürmek değil, çatışmaları sağlıklı şekilde çözebildiğimiz ve kendimizi ifade edebildiğimiz bir yaşam sürmektir. Çünkü yaşam çatışmalar, değişimler ve farklılıklardan oluşmaktadır. Bu nedenle yaşamak zaman zaman ağzımızın tadının kaçmasını gerektirir.