Hepimiz çocukluk geçirdik. Peki, hangimiz mükemmele yakın bir çocukluk yaşadı? Hatta kimimiz “Nasıl büyüdüm?” diye birden emin bile değiliz. Acısıyla tatlısıyla bir şekilde büyüyoruz. Tatlısı güzel de, peki ya acısı? Çocukken yaşananlar büyüyünce geçer mi?
“Saatler geçer, unutulur.”
“Geçmiş geçmişte kalır.”
“Artık büyüdün, bırak çocuk gibi davranmayı.”
Sıkça duyduğumuz bu cümleler, aslında birçok yetişkinin içinde hâlâ acıyan bir çocuğun sesini bastırmaya çalışır. Bu yazıyla o sesi duyurmaya çalışacağız.
Sizlere çocukluk travmalarının yetişkin hayatına etkilerinden bahsedeceğim.
Evet, hepimiz bir şekilde büyüyoruz. Kimimiz evlendi, hatta çocuğu bile oldu.
Peki ya kendi çocukluğumuz?
Hadi gelin, hep beraber bu travmaların etki alanlarını vaka örnekleri ile inceleyelim.
Benlik Algısı ve Özgüven Problemleri
Depresyon, anksiyete bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gibi ruhsal sorunlar, çocukluk travmalarının yaygın sonuçlarıdır (Felitti et al., 1998).
Vaka örneği: 20’li yaşlarda kadın bir danışan, “Hiçbir şey beni mutlu etmiyor, hiçbir şeyden keyif almıyorum.” diyerek terapiye başvurur. Seanslarda, çocukken anne ve babasının onu sürekli eleştirdiği, duygularının küçümsendiği görülür. Şimdi ise hayatındaki en küçük başarısızlıkta kendini değersiz hissediyor, kendine “Neden yapamadım?” diye öfkeleniyor. Ayrıca insanlara güvenmekte zorlanıyor. Danışanın yaşadığı depresyon ve kaygı, çocuklukta görülmeyen duygularının yetişkinlikteki yankısıdır.
Bağlanma Sorunları
Bağlanma kuramına göre, çocuklukta birincil bakım vericiyle kurulan ilişki, bireyin kendisiyle ve başkalarıyla olan ilişkilerinin temelini oluşturur (Bowlby, 1969). Güvenli bağlanma gelişmediğinde birey, yetişkinlikte ya aşırı bağımlı ya da duygusal olarak mesafeli ilişki kalıpları geliştirebilir. Güvensiz bağlanma stilleri, romantik ilişkilerde terk edilme korkusu, değersizlik hissi ve ilişki içinde sağlıksız sınır problemleriyle kendini gösterebilir (Mikulincer & Shaver, 2007).
Vaka örneği: 30’lu yaşlarda erkek bir danışan, uzun süredir ciddi bir ilişki kuramamaktan şikâyetçidir. Romantik ilişkileri başladığında hızlıca geri çekiliyor, karşı tarafla duygusal yakınlık kurmaktan kaçınıyor. Terapi sürecinde, çocukken babasının sürekli uzak olduğunu ve duygularını ifade ettiğinde “Ağlamayı kes.” gibi tepkilerle karşılaştığını anlattı. Bu nedenle bağlanmanın zayıflık göstergesi olduğuna dair bir inanç geliştirmişti. Bugünkü kaçınan bağlanma eğilimi, çocuklukta duygularının bastırılmasıyla şekillenmişti.
Bağımlılık ve Kaçış Davranışları
Çocukluk travması sonucu birey, baş edemediği yoğun duygulardan kaçmak için bağımlılık davranışları geliştirebilir. Alkol, madde, yemek, sosyal medya, alışveriş ya da işkoliklik gibi davranışlar; acı veren duyguları bastırmak ve düzenlemek için işlev görür (van der Kolk, 2014; Khantzian, 1997). Bu davranışlar, aslında görünmez bir iç acının dışa vurumudur.
Vaka örneği: 30’lu yaşlarda erkek bir danışan, günde bir paketten fazla sigara içtiğini ve bırakmakta zorlandığını söyledi. Terapi sürecinde, çocuklukta ailesi tarafından sürekli eleştirildiği, destek ve güvenlik duygusunu asla tam olarak hissedemediği ortaya çıktı. Sigara, onun için “Sakin kalabildiği, huzura ulaştığı tek yerdi.” Danışan aslında sigaraya değil, o dumanın içinde geçici olarak hissettiği huzura bağımlıydı.
Sosyal Yaşam ve İş Hayatında Zorluklar
Çocukluk döneminde maruz kalınan travmalar, bireyin yetişkinlikte özgüvenini, otoriteyle ilişkisini, karar alma becerilerini ve toplumsal aidiyet hissini zayıflatabilir. Aşağılanma, dışlanma, değersizlik veya aşırı baskı gören çocuklar; iş yaşamında sürekli onay arayan ya da hiçbir sorumluluk almak istemeyen bireylere dönüşebilir (Anda et al., 2006; Herman, 1992). Bu kişiler çoğu zaman “Kendini yetersiz hissetme”, “Aşırı mükemmeliyetçilik” ya da “Kaçınma” davranışları sergiler.
Vaka örneği: 30’lu yaşlarda kadın bir danışan, “Mükemmel olmalıyım, yoksa kimse beni sevmez.” düşüncesiyle terapiye geldi. İşte yaptığı en küçük hatada bile kendini yetersiz hissediyordu. Seanslarda, çocukken ailesinden sevgi görebilmek için hep başarılı olmak zorunda kaldığı ortaya çıktı. Bugünkü mükemmeliyetçiliği, sevginin başarıya bağlı olduğunu öğrenmesinden kaynaklanıyordu.
Sonuç
Özetlemek gerekirse, hepimiz geçmişte yaşadıklarımızın yansımasıyız. Geçmiş, geçmişte kalmıyor. Ya işimizde, ya aşkımızda ya da hayatın herhangi bir yerinde karşımıza çıkıyor.
Önemli olan geçmişle yüzleşip bugünü iyileştirmek için bir adım atmaktır. Kendinizi, geçmişinizi ve her şeyinizle çok sevin.
Unutmayın, siz iyileştirilmeye ve sevilmeye değersiniz.
Sonraki yazıda görüşmek üzere!