Narsisizm’in ilk kaynakları Freud’un primer ve sekonder narsisizm kavramıyla başlıyor. Primer dönem bebeklik döneminde görülüyor. Bebeklik döneminde ihtiyaçlar (mama, su, bez değişimi gibi rutinler) anne tarafından karşılandığı için çocuk kendini yaratıcı bir güç olarak algılıyor. Burada “ben istiyorum ve yaratıyorum” algısı oluşuyor.
Primer narsisizm dediğimiz kısım, dünyanın kendi etrafımızda döndüğü hissini verir. Sonrasında bizler kendi ihtiyaçlarımızı karşılamaya doğru evrildiğimiz dönemde, yavaş yavaş “her şeyi ben yarattım” inancından biraz daha gerçekliğe ve olgunluğa doğru geliriz. Primer narsisizm bastırılmaya başladığında, yavaş yavaş sekonder narsisizme geçiş başlar.
Anne, çocuğuna primer narsisizm döneminde doğru aktarım ile onu sevdiğine ve onun bireysel olarak önemli bir varlık olduğuna inandırırsa, çocuk bunu içselleştirir. Bu, çocuğun psikolojik gelişiminde, 0-6 yaş aralığında öz benliğini güçlendirir. Olumlu ve olumsuz deneyimlerini yaşarken bu güce tutunur.
Anneler, çocuklarını her zaman doğru aynalama yöntemiyle büyüttüğünü düşünür. Ancak fark etmeden çoğu zaman onları mükemmel olmaya doğru sürükler. Çocuk gülmek ister, ağlamak ister; tek beklentisi bu durumda annenin ona eşlik etmesidir. Fakat bazı ebeveynler, kafasında hayal ettiği bebek veya çocuk tasarımını çocuğa yüklemeye çalışır. Farkında olmadan çocuğun tüm benliğini istila ederek, alttan alta “benim istediğim gibi bir çocuk olacaksın” mesajı verir.
Anneler çoğu zaman farkında olmadan kendi varlığını çocuk üzerinden var etmeye çalışıyor. Tablo gibi bir çocuğu başkalarına göstermeye çalışıyor, ama çocuğun duygu ve hislerinin yıkıldığının farkında değil. Çocuğunu anlamayla hiç ilgilenmiyor. “Aman oğlum/kızım, insanlar gelecek, düzgün giyin, onların yanında yaramazlık yapma, beni üzme” gibi telkinler verirken, onu işgal ettiğinin farkında değil.
Böyle bir yapıyla yetişmiş çocuklar kendi kendine yok olur. Bu çocuklarda ileriki yaşlarda narsisistik kişilik örgütlenmesi ortaya çıkar. Girdiği ortamlarda kendisine şekil vermeye çalışan her şeye isyan eder. Bu çocuklar, yetişkinlikte var olan bir düzene adapte olmakta zorluk çeker; bu, onlar için yok sayılmış ve işgal edilmiş çocuklukları anlamına gelir. Mutlaka kendince bir dokunuş yapmak isterler ki var olmuş ve işgal edilmemiş olsunlar.
Ters Kimlik
Tablo gibi yetiştirilmeye çalışılan çocukların bir kısmında tepkisel bir narsisistik yapı çıkar. Konulan her kurala isyan eder, kendi kurallarını koymaya çalışır. Çocuk, anneye isyan ederek “sen bana şekil veremezsin” mesajı verir.
Çocuk, annenin gitgelli tepkilerinden dolayı duyguyu görmeyen, anlamayan ve aktaramayan bir noktadadır. Annenin sözünü dinlemeyen, otoriteye tepkili ve anne ile kavgalı bir evlat modelidir. Bu durum rasyonel bir tepki değil; başkasının dediği her türlü kurala isyan eden ve onun dediklerinin tam tersini uygulamaya çalışan ters bir kimlik getiriyor.
Koşullu Sevgi
Sevgi ikiye ayrılıyor: koşullu ve koşulsuz sevgi. “Annem beni var olduğum için sevdi, ihtiyaçlarımı gördü ve bana senkronize olmaya çalışarak beni yetiştirdi” bu, koşulsuz sevgidir. Şimdi gelelim koşulluya: “Ben anneme bakmak durumundayım ki hayatta kalabilmek için gerekli enerji ve sevgiyi alayım.” Çünkü ben değersizlik ve yetersizlik hissi ile yetiştirildim.
Bu yapı, başarıyla kendini var etmeye çalışır. Başardıkça alkışlanır, kendinin hep mutlu ve keyifli olduğunu düşünür. Ancak bu yapı, bir yerde başarısızlıkla kırıldığında, bu his onu içteki değersizlik hissine götürür ve “sen adi bir insansın” hissiyatı geliverir. Her zaman başarı toplamak mümkün değilmiş der içten içe. Ne yapacağını düşünür, o insan o kırılma noktasından kaçar ve uzaklaşır. Onu o kırılma noktasına götürüp değersizlik hissettiren ne varsa kaçınır.
Sosyal Fobi
Ben içten içe kendimi seviyorsam, kendimle barışıksam, eleştirileriniz, yanlışlarımın vurgulanması ve bana hatalarımın gösterilmesi keyifli gelir. Fakat durum tam tersi ise, başkalarının bana odaklanması, benimle dalga geçeceği ve aşağılayıcı durumlarla yüz yüze kalacağım endişesiyle sosyal ortamlardan uzak duran, sıkıntı duyan ve kaçan birine dönüşürüm. Bunlar, içteki değersizlik çekirdeğini aktif edeceğinden, bunun aktif olmaması için her türlü önlemi alırım.
Böyle bir durumda sevgisel anlamda bağ kurmak, beğeniyi ve sevgiyi karşı tarafa hissettirmek sevgiyi bitirir; çünkü sepetteki bir çiçeğin önemi yoktur. O, hep elde edemeyeceği ya da öyle sandığı kısmın peşinden koşar; çünkü sevgi bağlamı koşulludur ve koşulsuz sevgi deneyimlemediği bir alandır.
Değersizleştirici Narsist
Bir takım narsisistik yapılar, bir diğerini ezerek var olur. Otoriter düzende yer alan bir takım insanlar, kendi değersizlik, çaresizlik, yetersizlik hislerini bastırabilmek için bir diğerini ezme eğilimindedir. Bir makam sahibi olduklarında iktidarı son dozuna kadar kullanırlar.
Onun derdi, kaybolmuş benliğini tekrar orada var edebilmek için bir diğerinin üzerine hâkimiyet ve hükümdarlık kurabilmektir. Bu kişiler aşağılar, tepeden bakar ve karşısındakine hep kötü hissettirir; özünde kendisinin de deneyimi bu yöndedir. Deneyimi bu yönde olduğundan, felsefesi hep değersizleştiren tarafta olmaktır ki değersizlik hisseden olmamak adına çabalar.
Kısacası, narsisistik yapılanma bebeklik ve çocukluk dönemindeki aynaladığımız duygulardan ve çekirdeğe dokunan kırılma noktalarımızdan oluşur. Hepimiz birer narsist olarak başlarız hayata; kıymetli olan, primerden sekondere geçiş evresindeki deneyimlerimizdir.