Değersizlik duygusu, psikanalitik açıdan bakıldığında yalnızca “kendini yetersiz hissetmek” değildir; kişinin erken dönem ilişkilerinde sevgi, kabul ve aynalanma eksikliğini içselleştirmesinin sonucu olarak gelişen bir benlik temsili, yani temas kurulamamış bir ilişkinin izidir. İnsan, kendi değerini soyut bir farkındalıkla değil, önemli ötekinin bakışında kendini tanıyarak öğrenir. Eğer bu bakış tutarsız, cezalandırıcı ya da yoksa, çocuk zihni şu temel inancı yerleştirir:
“Ben olduğum hâlimle sevilmeye layık değilim.”
Bu inanç zamanla kimliğin çekirdeğine dönüşür. Fairbairn’in içselleştirilmiş nesne ilişkileri kuramıyla söylersek, kişi artık dış dünyayla değil, içselleştirdiği reddedici ya da koşullu nesnelerle — yani erken bakım verenlerin temsilleriyle — ilişki kurar. Benliğin sürekliliği bozulur; özdeğer, dışsal onayla yeniden üretilmek zorunda kalır. Bu durumda değer, bir hak olmaktan çıkar; bir performansın sonucu hâline gelir.
Borderline Yapı: Değerin Sürekliliğine Tutunmak
Borderline kişilik örgütlenmesinde benlik temsilleri kararsız, duygulanımlar yoğun ve geçişkendir. Kohut’un ifadesiyle bu kişilerde “kendiliğin bütünlüğü kırılgandır.” Değer duygusu, sürekliliğini ancak bir nesneye bağlılık üzerinden koruyabilir.
Kişi sevilmediğini hissettiği anda değersizlik duygusu fırtına gibi yükselir; çünkü sevgi, sadece duygusal bir ihtiyaç değil, varoluşsal bir tutunma noktasıdır.
Bu yapıda değersizlik, “terk edilme anksiyetesi”yle eş anlamlıdır. Terk edilmek, benliğin parçalanması demektir. Kendilik temsili, dışsal bir bakışa bağımlıdır:
“Sen bana baktığın sürece varım.”
Bu nedenle ilişkilerde dramatik iniş çıkışlar yaşanır; nesne idealleştirilir, sonra en küçük hayal kırıklığında değersizleştirilir.
Değersizlik hissi dayanılmaz olduğu için kişi, bu iç boşluğu kontrol etmenin iki yoluna başvurur: karşısındakini suçlamak ya da kendine yönelmek. Özkıyım tehdidi, bazen bu dayanılmaz boşluğun sembolik ifadesidir.
Borderline dünyada değer, kaybolmaması gereken bir temastır.
Narsisistik Yapı: Değerin Abartılı İnşası
Narsisistik örgütlenmede değersizlik duygusu açıkça hissedilmez; çünkü benlik bu hissi bastırmak için grandiyöz bir öz yapı kurmuştur. Bu yapı, dış dünyanın hayranlığıyla beslenir. Değer, içsel bir duygu değil, bir yansıma sistemidir: Başkalarının gözlerinde parladığı sürece kendini var hisseder.
Kohut’a göre bu durum, “kendiliğin aynalanma ihtiyacının erken dönemde karşılanmaması”ndan doğar.
Çocuk yeterince yüceltilmemiş, görülmemiştir; dolayısıyla kendi değerini içeriden hissetme kapasitesi gelişmemiştir. Yetişkinlikte bu eksik, dışsal mükemmelliklerle doldurulur: başarı, statü, güzellik, kontrol.
Ancak bu yapay değer, sürekli takviye ister. Küçük bir başarısızlık ya da eleştiri, değersiz özün yeniden canlanması anlamına gelir. Bu nedenle narsisistik kişi eleştiriden kaçar; çünkü eleştiri yalnızca bir hata değil, varoluşsal bir tehdittir.
Bu yapıda değersizlik, inkâr yoluyla yaşanmaz hâle getirilmiş bir kırılgan özdür; grandiyözlük, değersizlikten kaçmanın en rafine biçimidir.
Şizoid Yapı: Değerin Geri Çekilişi
Şizoid kişilik örgütlenmesinde değersizlik deneyimi farklı bir biçim alır: burada mesele “değer görmemek” değil, değer temasını tehlikeli bulmaktır.
Kişi, yakınlıkla acı arasında kurduğu erken bağlantı nedeniyle duygusal teması sınırlar. Yaklaşmak incinmekle, ihtiyaç duymak reddedilmekle eşleşmiştir. Bu yüzden duygusal yakınlık hem arzulanır hem de kaçınılır. Kişi kendi iç dünyasına çekilerek bir tür güvenli yalnızlık alanı yaratır.
Bu yapı çoğu zaman çevre tarafından “soğuk” veya “ilgisiz” sanılır; oysa bu soğukluk, aşırı hassasiyetin maskesidir.
Şizoid kişi değersiz olduğunu düşünmez; ama değer görmek için gereken teması göze alamaz.
Şizoid dünyada değersizlik, sevgiye mesafe koymanın bedelidir. Terapötik süreçte en zorlu görev, bu duygusal donukluğu, temasın güvenli olduğu bir deneyime dönüştürmektir.
Antisosyal Yapı: Değerin Yerine Gücün Konması
Antisosyal örgütlenmede değersizlik duygusu bastırılmış değil, eylemle maskelenmiştir. Erken dönemde sevgi ve sınır figürleri tutarlı biçimde deneyimlenmediği için “değer” ilişkisel değil, güce dayalı biçimde inşa edilir.
Bağ kurmak yerine kontrol kurmak, değeri hissetmek yerine elde etmek güvenli gelir.
Bu yapıda değersizlik, bilinçdışı düzeyde “güçsüzlükle özdeşleşmiştir.”
Başkalarının değeri küçümsenerek, içsel değersizlik dışa yansıtılır:
“Eğer kimseye değer vermem gerekmezse, kendi değersizliğimle de yüzleşmem.”
Duygusal temas tehlikeli olduğundan suçluluk ve utanç duygusu körelmiştir. Ama bu sessizlik, bir özgürlük değil, duygusal bir kopuştur. Antisosyal kişi için değer bir duygu değil, bir kazanç kategorisidir — ve bu yüzden doyum kısa, boşluk kalıcıdır.
Değerin Yeniden Kurulumu
Tüm bu yapılar farklı savunma biçimlerine sahip olsalar da ortak bir köken taşırlar:
Değer duygusunun içselleşememesi.
Çocuklukta tutarlı bir aynalanma ve kabul deneyimi olmadığında, benlik “değerli olma”yı dışsal koşullara bağlar. Terapötik süreç, bu dışsal koşulları fark edip içsel temsili yeniden kurma sürecidir.
Kişi, cezalandırıcı iç sesiyle arasına mesafe koydukça yerine daha şefkatli, taşıyıcı bir iç ses inşa eder.
“Kendine değer vermek, yücelik değil; kendiliğe düşmanca olmayan bir gözle bakabilmektir.”
Bu yeniden yapılanma süreci, değerin kazandığı yeni anlamı gösterir: Artık değer, başkası tarafından verilmez — taşınır.
Değersizliğin Evrimi
Değersizlik duygusu, çocuklukta kesintiye uğramış temasın kalıcı yankısıdır. Her kişilik yapısı bu kesintiyi farklı biçimde onarmaya çalışır:
• Borderline kişi, ilişkide tutunarak.
• Narsisistik kişi, yücelterek büyüterek.
• Şizoid kişi, temastan uzaklaşarak.
• Antisosyal kişi, teması yok sayarak.
Ama hepsinin merkezinde aynı ihtiyaç vardır:
Sevilebilir olmanın tanıklığı.
İnsanın değeri, bir zamanlar dışarıdan yoksun kaldığı o tanıklığı kendi içinde yeniden kurabildiği anda başlar. Ve o anda değersizlik artık bir yargı değil, geçmiş bir deneyimin izi olur — yani nihayet, iyileşebilir bir şey.


